Rahman Sûresi’ndeki tekrarların hikmeti

Rahman Sûresi’ndeki tekrarların hikmeti

Soru: Rahman Sûre-i Celîlesinde 31 defa tekrar edilen فَبِأَيِّ اٰلَۤاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ1 âyetiyle önceki âyetler arasında siyak ve sibak bakımından nasıl bir alâka kurulabilir? Bu ifadelerde dünyevî, teknik ve fennî birtakım nimetlere işaret var mıdır?

فَبِأَيِّ اٰلَۤاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ifadesi, “(Ey insanlar ve cinler!) O hâlde Rabbinizin hangi nimetini yalan sayacaksınız?” anlamına gelmektedir. Bu sûre-i celîlede zikredilen âyetlerin pek çoğunun zâhiren böyle bir fezleke ile güçlü bir ilgisi vardır.

Mesela خَلَقَ الْإِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ۝ وَخَلَقَ الْجَۤانَّ مِنْ مَارِجٍ مِنْ نَارٍ “İnsanı kiremit gibi pişmiş çamur ve balçıktan, cinni ise hâlis ateşten yarattı.” (Rahman sûresi, 55/14-15) âyetleri, insan ve cinnin yaratılışına dikkatleri çekerek var olmadaki büyük nimeti hatırlattıktan sonra فَبِأَيِّ اٰلَۤاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “Rabbinizin hangi nimetini yalan sayıyorsunuz?” buyrulur.

Daha sonra da رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ وَرَبُّ الْمَغْرِبَيْنِ “O hem iki maşrıkın (doğunun), hem iki mağribin (batının) Rabbidir.” (Rahman sûresi, 55/17) âyet-i kerimesi gelir ki, bu iki maşrık ve iki mağrip başka bir yerde de فَلَۤا أُقْسِمُ بِرَبِّ الْمَشَارِقِ وَالْمَغَارِبِ “Bütün maşrıkların ve mağriblerin Rabbine yemin ederim.” (Meâric sûresi, 70/40) şeklinde geçer. Rahman Sûresi’nde geçen iki maşrık ile iki mağrip ifadesi, kış ve yaz günlerinin en kısa ve en uzun günlerle hâsıl olan değişik doğuş ve batış noktaları olabilir. Nitekim Güneş bir yarıkürede doğarken, diğer yarıkürede batar. Bu âyet aynı zamanda şu hususlara da imada bulunur: Güneş, Allah’ın (celle celâluhu) emriyle doğar ve batar. Bu doğup batma, her gün farklı açılarla vâki olur. Dünya’nın da, Güneş’in de Rabbi O’dur. Bunların ayrı ayrı sahipleri olsaydı, bu uyum olmazdı. Maşrık-mağrip ve bu ikisinin arasındaki her şeyi yaratan Allah’tır. Kâinatın hikmetli nizamının sahibi de yine O’dur (celle celâluhu).

Böylece bu âyetle iki maşrık ve mağribe dikkat çekilmektedir ki çok önemlidir. Hâlbuki ne maşrık ne de mağrip ikiden ibarettir. Pek çok maşrıklar ve mağripler vardır ki, yukarıda işaret edildiği gibi diğer âyette de dikkatler o hususa çekilmektedir. Zira Güneş her gün ayrı bir maşrıktan doğup ayrı bir mağripten batar. Onun batışı ve doğuşu her gün saniye saniye, derece derece değişir. Bunda ise bir bakıma pek çok mağripler ve maşrıklar vardır ki, cemi sigasıyla bu hakikat anlatılmaktadır. Umumi mânâda Güneş’in çeşitli maşrıklardan ve mağriplerden doğması büyük bir nimettir. Çünkü bununla mevsimler meydana gelmekte ve bu mevsimlere has ilâhî nimetler nazarlarımıza ve istifademize arz edilmektedir. İşte Cenab-ı Hak, bütün bu nimetleri bizim nazarımıza vererek فَبِأَيِّ اٰلَۤاءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ der ki, biz bu ifadelerle yukarıdaki âyet arasında tam bir uyum görürüz.

Ancak ben, soru içinde şöyle bir sorunun da olduğunu hissediyorum: يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنْتَصِرَانِ “Üzerinize ateşler, duman alevleri gönderilir de artık kendinizi savunamazsınız.” (Rahman sûresi, 55/35) dendikten sonra “Rabbinizin hangi nimetini yalan sayıyorsunuz?” buyrulması arasında nasıl bir münasebet vardır?

Evvela, umumiyet itibarıyla tefsirciler, bu âyetin ahirete baktığı üzerinde dururlar. Onlar eserlerinde, kıyamet koptuğu zaman bu tür ateşlerin cin ve insin üzerine dağlarvari kıvılcımlar hâlinde saçılacağından ve mahşerdeki dehşetengiz manzaralardan bahsederler. Cin ve insin inanmayanlarının üzerine gönderilen bu üst üste kıvılcımlar, Cehennem’den dışarıya fırlayan atomik ateşlerdir. Alevsiz, dumansız ve kor hâlinde düştüğü yeri yakan ve demiri eritip sıvı hâline getiren korkunç bir ateştir. Cenab-ı Hak istikbalde bu türlü ateşleri üzerimize salacağını haber verirken, “Rabbinizin hangi nimetini tekzip ediyorsunuz?” sözüyle zâhiren bir münasebet görülmüyor gibidir. Ancak bunda da Kur’ânî bir nükte vardır. Şöyle ki, konuyu ahirete bakan yönüne göre mütalâaya alacak olursak, orada Allah (celle celâluhu), ins ve cinnin üzerine ateş salacaktır. Bu, Kur’ân’ın uyaran, ürperti veren âyetlerinde ifade edilmektedir. Kur’ân, mü’minlerin imanda devam ve sebatlarını temin ederken onun bir yaptırımı söz konusudur. O da emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münkerdir. Aslında, cihadın bütün çeşitleri müeyyidattandır. Biz bu disiplinlere tutunmak suretiyle istikametimizi devam ettiriz. Bunda aynı zamanda “rekâik” dediğimiz bir husus vardır ki, o da Cennet’e karşı şevkimizi kamçılama ve Cehennem’le korkutma şeklinde vaz’ edilmektedir. Binaenaleyh biz, istikameti, sırat-ı müstakimi kazanmada nasıl Cennet bişâretini almakla zevk ve şevke geliyoruz, aynen öyle de Cehennem endişesiyle de ayrı bir dinamizm yaşarız. O hâlde Cehennem’in ve onun “nâr” ve “nuhâs”tan olan ateşlerinin, cin ve insin üzerine dağlar azamet ve cesametinde kıvılcımlar hâlinde saldıracağını hatırlatmak öyle bir terhîbdir ki, cin ve ins bundan endişe edecek, sırat-ı müstakime yönelecek ve dolayısıyla farklı bir kazanımla sevinecektir. Öyleyse burada da “Rabbinizin hangi nimetini tekzip ediyorsunuz?” gayet yerindedir.

İkinci olarak, bu, Rabbisini bilen cin ve inse bir hitaptır. Zira Allah’ı (celle celâluhu) bilen ve O’nun kelâmını anlayanlar onlardır. Öyleyse inanan kimseler, inanmayanlar üzerine kıvılcımların dağlar cesamet ve azametinde saldırdığı o günde, onu görürken, Allah’ın nasıl nimetlerine mazhar olduklarını hissedecek ve şükranla gerileceklerdir. Kur’ân, o gün muhakkak olacak bir hâdiseyi hatırlatmakta ve bir zümreyi böyle tehdit ederken, âdeta “Sizleri himaye edecek Rabbinizin hangi nimetlerini tekzip ve inkâr ediyorsunuz?” demektedir.

Burada akla şöyle bir soru daha gelebilir: İstikbalde olacak bir şey, “Rabbinizin hangi nimetini tekzip ediyorsunuz?” fezlekesi ile bize de bir şey anlatmakta mıdır?

Cenab-ı Hakk’ın ezelî ilmi zaviyesinden eşya ve hâdiselere bakılınca, mâzi ve müstakbel iç içe girer ve karışır. Kelâmcı ifadesiyle, ilâhî ilim açısından vukuu muhakkak bir şeye, olmuş gibi bakılır. Mesela اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ “Kıyamet yaklaştı!” (Kamer sûresi, 54/1) denir. Kıyametin yaklaşması, geçmişi ifade eden kelimelerle yani mâzi sigasıyla anlatılır. Burada, “Niçin geçmişi ifade eden kelimelerle anlatıldı?” şeklindeki itiraza karşı da şöyle denilir: İlm-i ilâhî zaviyesinden meselelere bakılınca vukuu muhakkak şeyler vâki olmuş gibi anlatılır. Madem bunları yaratacak Allah’tır (celle celâluhu) ve yaratmasına hiçbir mâni yoktur, O vaat ediyor veya vaidde (tehdit) bulunuyorsa biz inanmış insanlar, onlara olmuş gibi bakarız. İşte Rabbimiz de biz inanmışlara olacakları olmuş gibi ifade edecek ve “Rabbinizin hangi nimetini tekzip ediyorsunuz?” diyecektir. Bu da meselenin diğer bir yönüdür.

Üçüncü olarak, Kur’ân, bu mevzudaki işaretleriyle âhir zamanda olacak bir kısım hâdiselerden, cin ve ins için aynı derecede kıyamet olabilecek hâdiselerden bahseder. Mesela, zincirleme atomik reaksiyonlara sebebiyet verebilecek yanlış bir hareket, yeryüzünde bir kıyamet koparabilir. Bu, insin yanında cinnin de kıyameti demektir. Hâlbuki mevziî (lokal) kıyametler –mesela bir yerin sel felaketine veya zelzeleye maruz kalması, bir yere meteorun düşmesi– insanların başına gelen bela ve musibetler olsa bile cinler bunlardan korunurlar. Hâlbuki Kur’ân’ın bu tehdidi cin ve insi aynı safta tutarak, “Sizin başınıza bunlar salınıverecek.” derken her ikisinde de aynı derecede tesir icra edebilecek bir kıyametten bahsetmektedir. Bununla, yıldızların ve dünyanın artık yaşanmaz bir hâle geleceğini, kıyamet hengâmını, beşerin eliyle beşerin başına gelecek bela ve musibetleri haber verir.

Burada da inananlar için yine bir bişâret vardır. Zira kıyamet kopmasa likâ olmayacaktır. Biz mü’minler olarak hep likâ-i ilâhiyi (Allah’a kavuşmak) arzu ederiz. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde, “Kim, Allah’a kavuşma arzu ve iştiyakı içinde bulunursa, Allah da onu karşısına alıp iltifat etmeyi sever. Kim, Rabbin huzuruna çıkmaktan hoşlanmazsa, Allah onu karşısına almak istemez.”[2] buyurur. Binaenaleyh O’nun likâ arzusu ve iştiyakı içinde çırpınan kimseler olarak mü’minler başlarında kıyametler kopsa, cin ve ins olarak mü’minler her şeyi mahv u perişan eden böyle bir kıyameti dahi nimet sayarlar. Zira Rabbilerinin huzuruna perde olan küre-i arz silinecek. Kudret-ilâhî önlerindeki bu taşı, kuvveti ve kudretiyle kaldıracak, onları kurb-u huzuruna alacak, Cennet’e koyacak ve nimetleriyle serfiraz kılacaktır. Bu noktadan da “Rabbinizin hangi nimetlerini tekzip ediyorsunuz?” denmektedir.

اَللهُ أَعْلَمُ بِالصَّوَابِ، وَإِلَيْهِ الْمَرْجِعُ وَالْمَآبُ
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَۤا إِنْ نَسِينَۤا أَوْ أَخْطَأْنَا
“İşin doğrusunu Allah bilir. Neticede dönüş de O’nadır. Ya Rabbenâ! Eğer hata ettik veya unuttuysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma!” (Bakara sûresi, 2/286)

[1] Rahman sûresi, 55/13, 16, 18, 21, 23, 25, 28, 30, 32, 34, 36, 38, 40, 42, 45, 47, 49, 51, 53, 55, 57, 59, 61, 63, 65, 67, 69, 71, 73, 75, 77.
[2] Buhârî, rikak 41; Müslim, zikir 14, cennet 63.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.