Her Peygamber Masumdur
Bütün peygamberler (aleyhimüsselâm) masumdur. Onların hayatında kasdî herhangi bir inhiraf söz konusu değildir. Onlar, seçkin ve kudsî olarak yaratılmış müstesna insanlardır. Sadece hayırlı değil, hayırlılar içinde de en seçkinlerinden daha seçkindirler. Ve onlar bütün bir hayat boyu da bu seçkinlik ve kudsiyetlerine zerre kadar gölge düşürmemişlerdir.
Nebilerin fıtratları sâfi, ruhları ulvî, iradeleri sağlam ve gönülleri de pırıl pırıldır. Allah'tan (celle celâluhu) gelen tecellîler onlarda, geldiği keyfiyet üzere tebellür eder ve kendi buudlarıyla görülür ve sezilir. Onlar güneş şualarını aksettiren ve aynen yansıtan bir sızıntı, bir reşha gibidirler; onların gönüllerinde ışık kırılması veya renk istihalesi olmaz.!
Evet, öyledir; mantıken de öyle olması gerekir. Çünkü nebiler, tebliğ vazifesiyle aramızda bulunurlar... Onların varlık gayesi, sadece ve sadece tebliğdir. Yani, Cenâb-ı Hakk'ın emir ve buyruklarına ilk muhatap onlardır.. ve aldıkları emirleri insanlara olduğu gibi aktarırlar. Eğer peygamberler, böyle dupduru bir ruh yapısına sahip olmasalardı, gelen ilâhî mesajları, geldiği gibi intikale muvaffak olamazlardı. Hem de, ilâhî vahiy onların saydam olmayan mahiyetlerine, duru olmayan gönüllerine, saf olmayan vicdanlarına çarpar, âdeta ışık gibi kırılır ve ışığın kırılıp başkalaşması misillü, bu mat satıh ve bünyeler her şeyi kendi his, duygu ve düşüncelerinin alaca karanlığında değerlendirir, isteyerek veya istemeyerek çarpıtırlar. Böylece Cenâb-ı Hakk'ın istek ve emirlerine uygun keyfiyeti de kaybolur gider.
Nebiler, aynı zamanda, Zât-ı Akdes ve Mukaddes'e ait esrarı bize intikal ettirmek için birer ayna vazifesi görürler. Bu aynanın tertemiz olması gerekir ki, vicdanlara aksettirdiği hakikatler yanıltıcı olmasın.
İnsan; iman, itikat ve amele ait bütün dinî hükümleri peygamberler vasıtasıyla öğrenir. İnsan, onlarda dini en kâmil ve mükemmel hâlde görmelidir ki, onlara ittiba ile dünya ve ahiret saadetini elde edebilsin.. insanlara kudve ve imam olan küllî rehberler, eğer günah işleyecek olsalar, onlara ittiba nasıl caiz olabilir ki? Onlara ittiba, insanda istikamet arayışı düşüncesine bağlıdır. İnhiraf edebilen insanların arkasından gitmek, insandaki bu arayış düşüncesine terstir. Hayır, hiçbir peygamber günah işlememiş ve hepsi de bütün hareket ve davranışlarında en güzel, en mükemmel bir hayat yaşamış ve hayatlarını hep aynı istikamette geçirmişlerdir. Kendisi Cennet'e ehil olmayan bir insanın, insanların elinden tutup onları Cennet'e ehil hâle getirebileceğine inanmak ne kadar zordur. Evet, hâlbuki Cenâb-ı Hak, bütün peygamberleri, insanları Cennet'e ehil hâle getirsinler diye göndermiştir.
Peygamberlerin masumiyetindendir ki, ilâhî vahye dayanan din ile, beşerî sistem ve teoriler arasında, kıyas kabul etmeyecek ölçüde, dine ait bir üstünlük göze çarpmaktadır. Eğer durum böyle olmasaydı, netice de böyle olmazdı.
Elbette, peygamberlerin hususiyle de nübüvvetten evvel, kendilerine göre bir idealleri vardı.. ve bunun böyle kabul edilmesinde de bir mahzur yoktu. Her hâlde ondandı ki, Allah Resûlü, insanlığın kurtuluşu için kıvranırken O'nun nübüvvet öncesi, Nur Dağı'nda yaşadığı sancılar bu kabîl gaye-i hayal buudlu hafakanlardı. Evet, O'nda bir ideal ve bir gaye vardı; o da; bu insanlar, bu bataklıktan muhakkak kurtarılmalıydı. Ne var ki; onun sınırı işte burada bitiyordu. İnsanlığın kurtarılma reçetesi O'na ve O'nun düşüncesine ait değildi. O reçete doğrudan doğruya vahiy kanalıyla Cenâb-ı Hak'tan gelecekti.
İşte, idealizmle vahiy yolu burada birbirinden ayrılır: Biri tamamen beşerî, diğeri ise tamamen ilâhîdir. Öyleyse, o ilâhî sistemi yüklenecek nebi de, diğer idealistlerden tamamen ayrı bir ruh yapısına sahip olmalıdır ve öyle olmuştur.
Burada şunu da kaydetmeden geçemeyeceğim: Nasıl ki, nebiler idealistlerden ayrılmıştır ve nebiler masumiyetle donatılmıştır. Öyle ise, nebiye ittiba eden ümmet de aynı yapıya ve aynı masumiyete sahip olmalıdır. Nebi cemaatini diğer yığınlardan ayıran özellik de bence işte budur!
Şüphesiz, herkesin bir ideali olmalıdır. İdealsiz insanlar başıboş ve yörüngesiz sayılırlar. Onun içindir ki, bir söz sultanı: "Gaye-i hayal olmazsa ya nisyan veya tenasi edilse ezhân enelere döner."[1] demektedir. Gaye-i hayal, eski bir tabirdir ki, bugün mefkûre ve ideal kelimeleriyle karşılamaya çalışıyoruz.
Peygamberlerin masumiyet ve günahsızlıkları, onlarda fıtrat ve yaratılış hâline gelmiş ve âdeta günahsızlık onların yapılarının bir buudu olmuştur. Ayın yüzünde, güneşin bağrında bir kısım siyah lekeler bulunabilir; fakat bir nebinin ruhunda, günahın gölgesi dahi misafir olamaz.
Bir veli günah işlese, meselâ, farkında olmadan ağzından hilâf-ı vaki söz çıksa, o veli bütün bir ömür boyu vicdanında bunun ızdırabını yaşar. Hâlbuki, farzımuhal, böyle bir söz, nebinin dudaklarından dökülecek olsaydı, onun vicdan azabı mahşerde de devam ederdi. Onun içindir ki, Hz. İbrahim (aleyhisselâm), hayatında söylediği üç târiz cümlesinin (Târiz, yalan değildir. O, doğruyu ifade etmekle beraber "Limaslahatin" muhataba mantûk dışı bir mânâyı ilhamdır ki hep yaparız.) ızdırabını mahşerde de çekmekte, kendisine şefaat etmesi için başvuranları Hz. Musa'ya (aleyhisselâm) göndermektedir.[2]
Evet, hem O hem de bütün peygamberlerin vicdanı günaha karşı bu derece duyarlı ve âdeta kapalıdır.
Biz, bu konuyu tahlil etmeyi düşünürken, Efendimiz'in masumiyetini anlatmak istiyorduk. Ancak, bütün nebiler, Allah Resûlü'nün ifadesiyle "Ebnâü allât"[3] yani aynı babanın evlâtlarıdır.. evet, onların hepsi de aynı babanın terbiyesinde yetişmiş evlâtlar gibidir. Onun için biz de, bütün peygamberlerin masumiyetine kısa da olsa temas etmeden geçemeyeceğiz. Hatta, o yüce ruh ve müstesna kametlerden, bilhassa, muharref kitaplar vasıtasıyla üzerlerine çamur atılmak istenenleri, bizzat inceleme mevzuumuza dahil edecek ve Kur'ân'ın aydınlık tayfları altında onlara atılan iftiraların iğrençliğini gözler önüne sermeye çalışacağız. Ancak yukarıda da temas ettiğimiz gibi bizim esas konumuz, Allah Resûlü'dür ve O'nun masumluğu da bu faslın ana mihveridir.
Evet, her peygamber masumdur. Hz. Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem) ise, Masumlar Masumu'dur. Zira O'nun mahiyeti bütünüyle ilâhî tecellîlerle yoğrulmuş ve O'nun gönül aynasında daima Allah (celle celâluhu) mütecellî olmuştur. Böyle bir mahiyet ve böyle bir gönüle sahip olan o yüce Ruh, elbette Masumlar Masumu olacaktır...
Allah (celle celâluhu), hususî ve çok büyük bir dava için, o davayı anlatmak üzere hususî ve ısmarlama insanlar seçmiştir ki, işte bunlar peygamberlerdir. O, bu peygamberleri, hususî durumları itibarıyla, hususî olarak hep korumuştur. Bu da, onları ismet sıfatıyla donatması ve musumiyet ufkunda tutması demektir. Çünkü onlar, her zaman, o muallâ ve müberra mevkilerini korumalıdırlar ki, bütün insanlığa rehber ve imam olabilsinler. Onların cübbe ve sarıkları her türlü çamur ve pislikten korunmuş olmalı ki, imamına bakıp ona göre vaziyet alma durumunda olanların gözleri, başka yerlerle meşgul olmasın. Onlar, insanlığı Allah'a ve Allah'ın rızasına götürmek için yol rehberi ve seyahat garantörleridir. Hâlbuki hiçbir günahta hatta en ufağında dahi, Allah'ın rızası ve hoşnutluğu yoktur. Kendisi Allah'ın rızasından mahrum bir kimse, nasıl başkalarını O'nun rızasına kavuşturacak ki? Bu kat'iyen mümkün değildir. Öyleyse peygamberlerin günah işlemeleri de mümkün değildir.
[1] Bediüzzaman, Sözler, Lemeât.
[2] Buhârî, tefsir (17) 5; Müslim, iman 326.
[3] Buhârî, enbiyâ 48, Müslim, fedâil 144.
- tarihinde hazırlandı.