110 Soruda Yaratılış ve Evrim Tartışması

Öteden beri varlık, hayat ve ruh nazariyeleri, hemen her düşünürü meşgul etmiş önemli meselelerdendir. Maddeci düşünce ile ruhçu görüşün farklı bakış açılarından ötürü, bu meselelerin hallinde nesiller boyu devam edecek olan bir münakâşaya zemin hazırlanmıştır. Maddeci düşüncenin, gözle görülüp tecrübe sahasına girmeyen her şeyi inkâr etmesine karşılık; mânâ ve ruha inananlar, o sahaya ait tecrübe ve usûllerle, görünenleri görünmeyenler üzerinde tenteneli bir perde kabul etmiş, gayb âlemini şehâdet âleminin bir buudu saymışlardır. Ne var ki her şeyi zâhirî ve maddî yönüyle ele alıp değerlendiren maddeciler, varlık, hayat ve ruh hakkındaki faraziyelerini fevkalâde mâhirâne ve alabildiğine tantanalı bir surette anlatabildiklerinden, halk yığınlarıyla beraber bir kısım sathî ilim adamlarını da aldatarak ruhçu düşüncenin yaygınlaşıp halka mâl olmasına bugüne kadar engel olmuşlardır. Mesleklerinin temelinde gürültü ve diyalektik, sistemlerin esasında Allah'ı inkâr davası mühim bir yer işgâl eden materyalist düşünce temsilcileri, maddenin dışında hiçbir şeye hayat hakkı tanımama peşin hükümlülüğü içinde ve tamamen dogmatisttirler. Yüce Yaratıcı'nın varlığını "ceffelkalem" inkâr edip geçtiklerinden, bir baştan bir başa bütün kâinattaki âhenk ve nizâmı, iç içe tabiat tablolarındaki güzellik ve ihtişâmı, ruh ve hayat gibi oldukça karmaşık ve mutlaka izah bekleyen meseleleri alabildiğine mübhem, silik, kaypak ve karanlık mânâlar ifade eden "kuvvet-madde" "madde-kuvvet" sözleriyle izah etmeye çalışmış; kuvvet ve maddenin tecellisindeki hikmet ve maslahatları hep görmezlikten gelmişlerdir. Bu itibarla da her biri başlı başına bir harika olan bütün yeryüzü sergilerindeki sanat eserlerini, bütün semâlardaki nizâm ve güzellikleri, yaptığı şeylerin hepsini birden gören, bilen ve ona göre idare eden bir Zât'a vereceklerine, cansız, şuursuz maddeye atfetmek suretiyle, meslekleri aleyhine gariplerden garip en akılsızca hurâfeleri irtikâb etmişlerdir.

Bugüne kadar pek çok kimseyi aldatıp yanıltan materyalistlerin varlık ve hayat nazariyeleri, bir hayli düşünür tarafından tekrar tekrar didiklenmiş, değişik yol ve usûllerle kritiğe tâbi tutulmuş; neticede, ne el çabukluğuyla pozitif ilimlere karıştırıp ilim dünyasına takdim ettikleri iddialarının, ne de bin gürültü ile popülarize ederek ileri sürdükleri hayat nazariyelerinin hiç de sanıldığı gibi sağlam olmadığı anlaşılmıştır. Günümüzde artık, bütün bir varlık âleminin, alabildiğine yüksek ve her şeyin üstünde sonsuz bir kuvvetin eseri olan bir kısım kanunlara bağlı bulunduğu; hayat ve hayata ait bütün fonksiyonların maddenin hususiyetlerinden başka bir şey olduğu apaçık ortaya çıkmıştır. Çok iyi bildiğimiz bir hususla misâllendirecek olursak; her şeyin esası gibi gösterilen madde, sürekli olarak insan bedeninde değişip durduğu hâlde, hayat ve benliğimizin hiçbir değişikliğe uğramadan kendi orijiniyle devam etmesi, maddenin canlı mahiyetlerde ne derece ağırlığı olduğunu göstermesi bakımından sadece bir tek vak'adır.

Aslında bugün, fennin keşfedip ortaya koyduğu bütün yeni buluş ve tespitler, materyalistlerin iddia ettiği şekilde, her yerde hâzır ve nâzır bir maddenin olmadığını; her şeyin, madde-enerji, enerjimadde periyotlarından ibaret bulunmadığını, varlığın yaratılış ve devamının, hiçbir zaman tesadüflerle izah edilemeyecek kadar komplike olduğunu göstermiş ve bugüne kadar itiraz kabul etmez bir hârika sayılan materyalist görüşün temelindeki çürüklüğü son bir kere daha ispatlamış bulunmaktadır.

Şöyle ki küremizde olduğu gibi onun dışında da hemen her yerde, madde, doğrudan doğruya kendini idare ve kendi kendine hareket edemeyen âciz, kör, şuursuz, âtıl ve ölü bir şeydir. Onu meydana getiren parça ve parçacıkların da kendi kendilerine bu hârika işleri yapmalarına imkân yoktur. Varlığa ermenin karanlık yollarında, hayata mazhariyetin daracık kanallarında ve kanın incecik damarlarında atomları toplayan ve zerreleri hareket ettiren kuvvettir ki ilminin engin programına göre ve sonsuz kudret ve iradesiyle her şeyi var etmekte, sonra da teker teker hepsini varoluş gâyelerine ulaştırmaktadır.

Buna binaen, kâinattaki en küçük parça ve parçacıklardan en büyük sistemlere kadar her şeyin alabildiğine bir âhenk içinde ve birbiriyle münasebettar bulunmasını maddenin temel hususiyetleri gibi görüp göstermeyi aldanmışlık sayıyor; eşya ve hâdiseleri izâh için daha sağlam esaslara, daha ciddî nazariyelere ihtiyaç olduğuna inanıyoruz.

Evet, bir tarafta hârikalardan hârika ilk yaradılış, diğer tarafta sistemlerin o günden bugüne tâbi oldukları nizâm ve bu muhteşem nizâmın mahfuziyetiyle beraber mekânın genişlemesi, genişlerken de parçalara ayrılmaya meyilli bulunan kâinâtın "galaktik" kütleler hâlinde toplanması; evet bütün bu birbirinden farklı ve birbirine zıt şeyleri izâh etmemiz mümkün müdür? Vâkıa, parçalar arasında bir çekim gücü "Kuvve-i Câzibe" mevcuttur; ama genişleme hızının baş döndürücülüğü karşısında bu ne kıymet ifâde edecektir ki? Tıpkı bir beyin gibi, birbirinden farklı, birbirine zıt pek çok fonksiyonun âniden edâ edildiği, pek çok hâl ve vaziyetin âniden ortaya çıktığı; farklılıkların âdeta bütünlük rükünleri, zıtlıkların birlik unsuru hâline geldiği kâinat kitabını Hakiki Sahibi'ne vermedikten sonra nasıl izâh edebiliriz?

İlk yaradılışa bütün bütün gözlerimizi kapayarak, canlıların ortaya çıktığı andan itibaren, her şeyi, açık, belli ve izah edilmiş gibi ele almak, ilim haysiyetine ve ilmîliğe indirilmiş bir darbe değil midir?

Öteden beri her şeyi oldu bittiye getirip mugalatalarla yığınları aldatmaya alışmış maddeciler (eski-yeni), evrim nazariyeleriyle işi daha da ileri götürerek, materyalist düşüncenin dışında her şeyi gayri ilmî ve çağdışı ilân edip ilimlerin tertip, tasnif ve tensîkine dahi bu arsız nazariyeyi bulaştırmış ve nesilleri bütün bütün şaşkına çevirmişlerdir. Bilhassa biyoloji, kimya, jeoloji ve paleontoloji ilimlerini istismara müsâit görerek, yaşlı faraziyeyi bunların omuzlarına yükleyip geleceğin aydınlık dünyalarına paketlemeyi de ihmâl etmemişlerdir.

Oysaki, ne biyoloji ne kimya ne jeoloji ne de paleontoloji ibreleri, bugüne kadar bir kerecik olsun bu görüş istikametinde titrememiştir ve titreyeceğe de benzememektedir. Hele son senelerde fevkalâde gelişme kaydeden moleküler biyoloji ve genetik ilmi, artık bugün evrime katiyyen "hayır!" demekte; biyokimya ve organik kimyâ ona yol vermemekte; fosiller paleontolojinin kulağına başka şeyler fısıldamakta; modern biyoloji bütün canlıların lisaniyle, şimdiye kadar bilinenlerden farklı şeyler anlatmaktadır ki bu da, ilimlerin yeni baştan ele alınıp boşluklarının doldurulması, tekrar tasnif ve tertip edilmesi lâzım geldiği mânâsını taşımaktadır ve bu yapılmalıdır da yoksa ne kâinatın gerçek çehresini görebilecek ne de arkasındaki mânâyı anlayabileceğiz. Aynı zamanda böyle bir anlayış içinde ilim adamını şaşkınlıktan, ilimleri de tıkanıklıktan kurtarmak mümkün olmayacaktır.

Kâinatı meydana getiren en büyük sistemlerden en küçük parçacıklara kadar her şeyin mükemmel bir programla var edildiği ve bir programa göre hareket ettiği görülüp sezilirken, varlığa tesadüfler kuşağında izahlar arama ilim adına tıkanıklık, ilim adamı adına da şaşkınlık değil de ya nedir?

Evet en küçük bir canlının hayat programı çok küçük bir noktada dercedildiği gibi, kâinat da "Büyük Patlama" safhasından bugüne kadar ve bundan sonra, ortaya çıkacak bütün yeni hâl ve şekilleriyle o ilk noktada programlanmış bulunuyordu. Bugün görüp sezebildiğimiz şeylerle, henüz gerçek çehreleriyle tam aydınlanamamış olanlara bakıyor, mukayeselerde bulunuyor ve varlığın bir kalb gibi âhenkli, bir beyin gibi de birbirinden çok farklı, birbirine çok zıt pek çok hâl ve vaziyetleri bağrında geliştirdiğini görüyor; zıtlıkların ve farklılıkların bütünleştirici unsurlar olduklarını seziyor, nizâmsızlığı gerektiren bunca şeye rağmen, herhangi bir aralık ve boşluğa şahit olamıyoruz. Zâhiren bir kısım aralıklar göze çarpsa bile, tahmînî yükleme ve yerleştirmelerle onların da doldurulabileceğine hükmediyoruz. Nasıl ki bir zamanlar, Mendeleyev'in nizâmilikten hareketle, elementlerin periyodik cetvelinde hissettiği boşluklar, daha sonraları, tam tahminlere uygun olarak dolduruldu ve en küçük madde parçaları arasında dahi, akıllara durgunluk verecek şekilde bir programlanmanın bulunduğu ispatlanmış oldu. Öyle de makro-âlemde, fevkalâde karışıklığa müsait olan çokluk, hareket ve varlık farklılığı, gibi unsurların mevcudiyetine rağmen, tıpkı farklı ses, farklı harf ve farklı kelimelerden muntazam bir şiirin meydana getirilmesi gibi, kâinattaki bu iç içe farklılık unsurlarına da nizâm ve âhenge hizmet ettirilmesi, her şeyin arkasındaki plân ve programı destekleyen ilim ve irâdeyi göstermektedir.

Zaten, ay, güneş, yıldız ve sistemlerdeki bu baş döndürücü nizâm olmasaydı, ne gece-gündüz ne yaz-kış ne de hiçbir ilim gün yüzüne çıkamayacaktı. Zira, günler, haftalar, aylar ve mevsimler ancak varlığın riyâzî çehresinde birer çizgi; ilimler, bu ölçü ve tenasübler şifresini çözen birer anahtar; bizler de ilimlerle bu sistemi deşifre edip mevcut programı ortaya çıkarmaya çalışan amatör araştırmacılarız. Vazifemiz budur; bunu mükemmel şekilde yapabildiğimiz ölçüde ilmî araştırmalara işlerlik kazandıracak, teknik ve teknolojik tıkanıklıkları da rahatlıkla aşmaya muvaffak olacağız.

Bütün bunlardan sonra, materyalizme kanarak ilhad ve inkâra sürüklenen bir kısım biçarelerin, ilim ve fen ile ne derece münasebetlerinin bulunduğunu okuyucuların takdirlerine havale edip bahsimizin "maddeciliğin kritiği" olmadığını hatırlatarak sadede dönmek istiyoruz.

Her şeyin ifade ettiği bunca mânâ ve kâinat meşherindeki umumi manzaraya rağmen, varsın ilhad ve inkâr düşüncesi hayal kovalayıp dursun; en son buluş ve tespitler bizi, maddeden onu harekete geçiren kudrete, varlığın sinesindeki bu güç ve kuvvetlerden, bütün kâinatta cereyan eden kanunlara, bu kanunlardan da onları koyan ve idare eden Zât'a alıp yükseltmektedir.

Bir kere kâinatı temâşâ edelim: Göreceğimiz nizâm ve âhenk ve her şeyin dakik bir saat gibi işleyişi O'nun varlığının delilleri değil midir? Tabiatı dinleyelim; âlemleri dolduran değişik ses ve nağmeler, O'nu anlatan senfoniden birer parça değil de ya nedir? Çocuksu bakışlar, varlığın çehresindeki yazıları görmüyorlarsa bu, hem o yazıların hem de delâlet ettikleri şeyin mevcut olmamasını mı gerektirir? Bir kısım arızalı kulaklar, gönülleri coşturan bu güzellerden güzel nağmeleri duymuyorlarsa onları inkâr mı edeceğiz?..

Gel gör ki günümüzün insanı, gökleri ve yerleri dolduran bunca aydınlatıcı ve uyarıcı esaslara rağmen, karanlıkta kalıp titremeyi, hezeyan içinde bocalayıp durmayı, umumi âhenk ve nizâmı itiraf etmeye ve gidip Nizâm Sahibi'ne teslim olup emniyet ve huzura ermeye tercih etmiştir. Öyle anlaşılıyor ki çevresini sarıp vicdanını baskı altında tutan putların tesirinden kurtulacağı güne kadar da onun yürekler acısı bu hâli devam edecektir.

Materyalizmin bağrında gelişen her türlü saptırıcı sistem tarih boyunca onu yoldan çıkaran putlar oldular. Şüphesiz bunların en amansız ve en arsızlarından birisi de evrim putuydu.

Evrim, bir tarafta materyalizmin bağrında çimlenip gelişirken, diğer yandan da ona dâyelik yapıp onu destekliyordu. Perspektifinde her şeye müdahale etme, her şeyi değiştirme iddialarıyla ortaya çıkan bu sistem, Aristo'nun fare hikâyesinden, Lamarck'ın transformizmine kadar bütün duyup bildiklerini, ulûhiyeti inkâr platformunda değerlendirmek istedi: tekrar kâinatların kendi kendine meydana gelmesi; tekrar esbab dalgaları, tesadüf fırtınaları; tekrar canlının kendi kendine teşekkülü ve insanın evrim ağacının en son meyvesi olması..! Hınçlı esirmişlik içinde ve bütün inanç sistemlerine karşı fevkalâde müsâmahasızdı. Durmadan inkâr ediyor, tecavüzde bulunuyor, yıkıyor ve yeni şeyler inşâ edeceğini söylüyordu. Ne gariptir ki bütün bu yüklemeli iddialara karşılık bir kısım spekülasyonlardan başka bir şey duyulmuyordu. Aslında eskiler gibi onun da gözünden kaçan şeyler vardı. O da değil kâinatlar ve insan yapısı gibi komplike mâhiyetler, en küçük mikroorganizmanın dahi tesadüf fırtınaları içinde meydana geleceğine ihtimâl vermenin ilmî gerçeklere ve aklın bedihîyâtına zıt olmasıydı.

Rica ederim, bir kere düşünün! On elemanlı bir sayı sisteminin, sıra ve tertibe göre alınması veya yerine konmasında dahi o sıra ve tertip korunamazken, bir aminoasit dizisi, bir protein, bir organel, bir hücre, bir sistem ve iç içe organizmalar gergefinde çok komplike olan sıra ve tertiplerin korunmasına ihtimal verilebilir mi? Ve hele, bu içiçe geçen olmazlar halkasında hayâlen oluşturduğumuz bir aminoasit dizisini veya minik bir canlı organizmayı evrim potasında kaynata kaynata mükemmel organizmalar elde etme iddiası..! Bu mevzuda en iyimser kimseler dahi sırf zaman bakımından, bir aminoasit dizisinin meydana gelebilmesi için dünya'nın ömrünün yetmeyeceği kanâatinde olduklarını düşününce, insanın sorası geliyor: Acaba evrim, öbür âlemde başlayıp olgunlaştıktan sonra, burada mı gelip meyvesini verdi!? Değilse başka hangi yollarla şu muhteşem varlık, arkada kaoslar bırakarak hâlihazırdaki göz kamaştırıcı güzellik ve ihtişâmı kazandı? Hayat, nasıl kendiliğinden entopiye karşı koyarak varlığa erme başarısını elde etti? Şu anda mevcut olan milyonlarca canlı kendi kendine nasıl meydana çıktı? Termodinamiğin ikinci kanununa rağmen, her şey yok olma tümseklerini aşarak nasıl basitten mürekkep ve mükemmele, sanatsızlıktan sanat hârikası olmaya ulaştı?

Bütün bunlara, ilimlerin ruhuna uygun cevap verebilecek miyiz? Yoksa, bir kısım kimseler gibi ilmî gerçeklerden kaçarak "evrim bir kere nasıl olmuşsa olmuş; artık onu ispat etmeye gerek yok" mu diyeceğiz? Sorarım size; o zaman her biri başlı başına birer sanat hârikası olan bütün canlıların, o aşılmaz şâhikalarını tesadüf balonlarıyla mı aşacağız?! Neyin, nasıl olacağının, en büyük canlıdan en küçük canlıya kadar, daha baştan şifrelenmiş bulunmasını; bir baş döndürücü program içinde DNA ve RNA nükleik asitlerine en akıl almaz vazifelerin gördürülmesini; en küçük ve basit üniteden en komplikesine kadar her canlı bünyede fevkalâde mükemmel işleyen bir hiyerarşiyle her şeye en düzenli şekilde hizmet ettirilmesini rastlantılarla mı izah edeceğiz? Yoksa olup biten bunca işi, kafa kafaya vererek anlaşmış atom parça ve parçacıklarına mı vereceğiz? Bir bilgisayar dahi, önceden kendisine şifre edilen bir programla çalışırken bu minik parçacıkların bu kadar hârika işleri kendilerinin idare ettiklerine imkân ve ihtimâl verilebilir mi? Böyle bir ihtimâli mevcut ilimlerle telifimiz nasıl mümkün olacaktır? Muhâlfarz, madde plâtformunda böyle bir şeye evet dense bile, çok komplike olan canlıların yapısındaki aşılmazlar nasıl aşılacaktır? Mutasyonlar desek; genetik, kollarını açıp karşımıza çıkmayacak mıdır?

Evet, evrimci görüşün sık sık başvurup sığınmak istediği mutasyonlar mevzuu da moleküler biyoloji ve genetik ilminin fevkalâde gelişmesiyle günümüzde bütün bütün sarsılmış ve itibârını yitirmiştir.

Her canlı nev'inin o nev'e ait hususiyetleri, kromozomlarındaki DNA'da kaydedilmiştir. Tamamen bir emir ve kumanda mekanizması olan DNA, âdeta genetik bir bilgi deposu ve kendi kendini dahi kopya edebilecek mükemmel bir irâde aynasıdır. Bir bilgisayar, düğmesine basılınca daha önce programlanıp hâfızasına yerleştirilen şeyleri getirip önümüze sergilediği gibi, bu mekanizma da mâhiyetine dercedilen programı durmadan şifreler ve emir verme kuşağında o nev'in bekçiliğini yapar. Bu itibarla da her nev'in çevresini saran bu sur ve çeperleri aşarak ne mutasyonlarla ne de başka şeylerle o nev'e çizgi değiştirtmek mümkün değildir. Vâkıa, mutasyonlarla DNA'da bazı farklılaşmaların olduğu müşâhede edilmiştir; ancak, bu değişikliklerin hemen hepsi de yine o nev'in sınırları içinde cereyan etmiştir. Hattâ dış müdâhalelerle kromozom sayısı, nev'in kromozom sayı çeperini biraz aşınca, Drosophila ve emsâli canlılarda kısırlaşmaya sebebiyet verdiği müşâhede edilmiştir. Bu arada bir kısım canlılarda bacak kısalığı, renk değişikliği görülmüş ise de her nev' yine kendi olarak kalmış ve orijinini korumuştur. Kurt, kurt olarak kalmış, koyun da koyun olarak... Müdâhaleler ne kurdu koyun, ne de koyunu kurt yapabilmiştir. Değil bu karmaşık yapılarda, en küçük canlı olan bakterilerde dahi kayda değer herhangi bir değişiklik müşâhede edilmemiştir. Bakteriler 60.000 nesil sonra mutasyon geçiriyor olmalarına rağmen 500 milyon sene evvelkilerle bugünküler arasında; kezâ bir milyar sene evvel yaşamış olduğu tespit edilen ve %60-70'i günümüze kadar gelip ulaşan milyarlık o eski fosillerle, bugün hâlâ mevcudiyetini devam ettiren aynı canlılar arasında da bir fark görülmemiştir.

Bu da, evrimcilerin iddia ettikleri gibi, hilkât ağacının kökü başka, gövdesi başka, dal ve meyvelerinin de başka olmadığını; bilâkis, kök sanılan şeylerin gövde ile, gövdenin de dal ve yapraklarla bir arada yaşadığını göstermektedir.

Kambriyen devrine ait ve evrimcilerin birini diğerine ata saydıkları birçok canlı birden ortaya çıkmış ve bir arada yaşamışlardır. Kezâ, bir kısım basit yapılı canlılarla çok kompleks olanların aynı devirde iç içe yaşadıkları görülmüştür ki bu da yüz bin nesil sonraki torunun yüz bin nesil evvelki dede ile beraber yaşaması; milyarlarca sene evvel yaşadığı iddia edilen basit yapılı canlılarla, milyarlarca sene sonra yaşadığı tahmin edilen kompleks canlıların aynı anda bulunabileceğini kabul etmek demektir. Bundan başka, Devoniyen devrinin Coelacanthlarından köpekbalıklarına kadar günümüzde yaşayan bir sürü canlı bu devrede birden ortaya çıkmış ve çağların şâhikalarını aşarak gelip günümüze ulaşmışlardır ki evrimci tespitlerle bunlardan hiçbirinin durumunu izah etmeye imkân yoktur. Meselâ: Bu devrin canlılarından olan, evrimci düşünceye göre kara omurgalılarının atası sayılan ve "70 milyon sene evvel nesilleri tükenmiştir" dedikleri Crossopterygiilerin, Güney Afrika açıklarında yaşadıklarının tespit edilmesi; karbonifer devrinde kurbağalarla sürüngenlerin bir arada yaşamış olduklarının ortaya çıkarılması, doğrusu anlaşılır gibi değildir ve sürüngenlerin kurbağalardan meydana geldiğini iddia eden düşünceye her birisi öldürücü birer darbe mahiyetindedir.

Her şeye rağmen evrim kabul edilse bile, bir nev'i diğer nev'iden ayıran yüzlerce hususiyetten bir tekinin değişmesi için binlerce seneye ihtiyâç vardır. Bundan başka, değişmesi düşünülen bu hususiyetlerden her birinin, canlının tekâmülünü hedef alır şekilde, belli bir sıra ve tertibe göre cereyan etmesi de şarttır. Yâni, evvelâ hangi parça ve parçacık, daha sonra hangisi... değiştiğinde hedefe varılacaksa, bütün hususiyetlerin o tertibe göre değişmesi lâzımdır ki canlı tekâmül edebilsin. Bu ise on elemanlı sayı sisteminde de görüldüğü gibi, sıra ve tertip ihtimâli sıfır denecek kadar azdır. Hele bir de elemanlar sayısı yüzbinlere ulaşırsa..! Bunun mânâsı ise, canlı hayatında yeni bir nev'i ortaya çıkarabilecek değişmelerin en küçüğüne dahi dünya'nın ömrünün yetmeyeceği demektir.

Bugün birkaç mutasyonun (makromutasyon) birden olabileceğine ihtimâl verilerek, evrime yeni bir mesnet bulunmuş gibi gösterilse bile, bu görüş de ilim adamlarınca ilmî bulunmamış ve kabul görmemiştir. Zira her mutasyonun canlı üzerinde belli bir tesiri vardır. Birkaçının birden meydana gelmesi ise canlıyı şoke edecek ve bütün bütün devre dışı bırakacaktır ki bunda da evrimin işine yarayacak herhangi bir kombinezon katiyyen bahis mevzuu olmayacaktır.

Evrimde sık sık başvurulan adaptasyon, naturel seleksiyon (istifa-i tabii) da diğer sığınak ve barınaklar gibi zayıf, tutarsız, karanlık bir kısım faraziyelerden başka bir şey değildir.

Evet, evrimci düşüncenin zannettiği gibi ne muhit ve iklimin, nev'ileri zorlayıp nev'in sınırları dışına atması, ne de kuvvetlinin bütün bütün hayat hakkını ele geçirip zayıfları iflah etmemesi, dolayısıyla da varlığın sînesinde sadece güçlünün hay-huyu ve iktidarsızların ölüm iniltilerinin duyulması, ilmî müşahedelerce hiçbir zaman doğrulanmamıştır.

Bir kere mikroorganizmalardan karınca ve arılara, onlardan da sahraların âhûları, deryâların zayıf mâhîlerine kadar bütün iktidarsızların, çok kuvvetlilerden kat kat fazla bulunmaları, beşerî ve hayvanî, çeşitli vahşet ve canavarlıkların öldürücü girdaplarında dahi hayatın sürekli fışkırıp durması, bunca handikaplara rağmen, bu zayıflardan zayıf, narîn yaratıkların kendilerine has zırh ve tabiyelerle korunmaları, bunun neticesi olarak da dünden bugüne ekolojik dengenin muhafaza edilegelmesi gibi hususların hemen hepsi, ilmin tespit ettiği meselelerdir ve naturel seleksiyonun tepesine indirilmiş birer balyoz mâhiyetindedirler.

Kaldı ki bugün paleontoloji, evrimci düşüncenin iptidaî yaratıklar saydığı omurgasızlarla, kurbağalar, sürüngenler, kuşlar ve memeliler gibi oldukça kompleks varlıkların geçmişte de bir arada yaşadığını söylemektedir.

Meselâ: İstifa-i tabiîyle bundan 300-400 milyon yıl önce silinip gittiği iddia edilen Neoplina, 70 milyon yıl önce nesli tükendi denilen Coelacanth, 565 milyon yıl önce yaşamış olduğu söylenen Crinoid, 225 milyon yıl önce yaşadığına hükmedilen Limulus, iki milyar yaşındaki bitki fosilleri ve daha yüzlercesinin... günümüzdekilerle tıpatıp aynı olması, evrimin yerde ve gökte yerinin olmadığını ilân eden şâhitlerdir. Bunu bir kısım mutedil evrimciler de itirâf ederek; balıklar, sürüngenler ve memeliler gibi büyük hayvan gruplarının dünya yüzünde asıl şekil ve hüviyetleriyle birden beliriverdiklerini söylemekten çekinmezler.

Son paleontolojik araştırma ve tespitler, bu sahanın dahi, yıllar yılı nasıl bir istismâr harmanı hâline getirildiğini gözlerimizin önüne sermekte ve bir-iki asırdan beri ilmin haysiyetinin nasıl rencide edildiğini göstermektedir. Bu istismarladır ki yakın bir geçmişte elde edilen bütün fosiller hep evrimi destekleyen malzeme gibi gösterildi ve insanın menşeî bulandırıldıkça bulandırıldı. Hattâ her biri tipik birer maymun olan Australopithecus ve Homo habilis gibi, kitlelerin aldatılmasında kullanılan hayvanlar, evrimcilerce bulunmuş birer hazine gibi değerlendirilmek istendi. Oysaki, ne bunlar ne de evrimcilerin büyük skandalı sayılan Piltdown adamı, hiçbiri, müspet ilimlere ve araştırıcı ilim adamlarına kendilerini vize ettirecek mahiyette değillerdir. Kimisinde ölçülerde göz bağcılık, kimisinde rütuş ve boyama, Nebraska Adamı'nda olduğu gibi, bazılarında da sadece bir dişle bütün ilim dünyası aldatılmak istendi. Dünya'nın ve canlıların yaşı mevzuunda farklı metotlar arasında evrim senaryolarına uygun netice elde edilebilecek yaş tayinleri tercih edilerek ilmî hakikate ideoloji bulaştırıldı.

Ne var ki artık bundan sonra aynı yollarla bütün ilim dünyasının aldatılması imkânsız gibi görünmektedir. Zira, gelişen yeni metot ve usûllerle fosil materyalleri, yaşları ve keyfîyetleriyle daha sıhhatli ölçülmekte ve daha sağlam neticelere varılmakta, hiç olmazsa hataları gösterilmektedir. Tabii bu sayede de müzelerde bulunan fosillerin yaşları daha doğru olarak belirlenecek, bundan sonra elden geldiğince ilmin istismar edilmesine meydan verilmeyecektir. Bilhassa rekonstrüksiyon metodunun antropolojiye kazandırdığı çok önemli hususlar sayesinde, insanın yaratılışıyla alâkalı önemli hususları tespit imkânı doğmuş ve evrimle insana vurulan onur kırıcı darbeler yerlerini, insanın yeryüzünde halife olması hakikâtına bırakmaya başlamışlardır. Bir Batılının dediği gibi: "İnsanoğlu anatomik yapısı itibariyle yaratıldığı günden bu yana hiç mi hiç değişmedi." Değişmedi, çünkü o daha yaratılırken Zât-ı Ulûhiyet'i aksettiren bir ayna olarak yaratıldı.

Zaten son zamanlarda, değişik yerlerde bulunan insan iskeletleri de hep insanın müstesna olarak yaratılmış olduğunu göstermektedir. Bunlardan 1470 insanının keşfi; Rudolf bölgesinde, birbirini takip eden günlerde 2,8 milyon yaşında insan iskeletlerinin bulunması; Etiyopya'da 3,5 milyon yıl önce yaşamış ve bugünkü insanlardan en ufak bir farkı olmayan bir kadın iskeletinin ortaya çıkarılması; Kuzey Tanzanya'da 3,8 milyon yıl öncelerine ait insan ayak izi fosillerinin ve insan iskeletlerinin keşfi; nihayet Victoria Gölü'ndeki Ruzinga Adası'nda 18 milyon sene evvel yaşamış ve aynen günümüzün insanın ölçülerinde taşlaşmış insan kalıntılarının tespit edilip ortaya konulması herkesle beraber evrimcileri de o kadar şaşırttı ki maymunu bırakıp ayı, kurt türküleri söylemeye başladılar..!

Bütün bunların ifade ettiği bir mânâ vardı; o da yeryüzünün müstesna canlısı insanoğlunun orada halifeliği ve hâkimiyeti..! Elinizdeki kitap, bu s erencâme ve bu mevzudaki kavganın en son destanıdır. Erbab bir kalemin elinde, ilmî tecrübelerden beslene beslene bu kitapta yerini alan her düşünce ve her mesele, İbrahîm Hakkı'dan Hüseyin Cisrî'ye, ondan da günümüzün altın kalemlerine kadar bir aydınlık kadronun, yıllar yılı devam edegelen tarihî bir yanlışlık ve aldanmaya "Yeter!" demesinin ma'kesidir.

"110 Soruda Yaratılış ve Evrim Tartışması" veya "Bitmeyen bir ideolojik kavganın hikâyesi" en taze düşüncelerin, en yeni ilmî tespitlerin; en güçlü delillerle en sağlam vesîkaların yan yana gelip bütünleştiği bir gökkuşağıdır. Kıymetli müellif, bugüne kadar, ele aldığı mevzuda ortaya atılan düşüncelerin, yazılan kitapların bağrında gelişip varlığa erdiğini itirâf ederek, bir kadirşinaslık ile bütün me'hazlerini derin bir minnet ve şükranla yâd etmek istemektedir.

Benim kitap üzerindeki mütâlâam, süratli bir kuşbakışına dayanmakta ve mahrûtîdir. Bu itibarla da kitabın yüksek kıymetini ifâdeden âciz bulunmaktadır. Kim bilir, belki de bu değerli, ilmî tetkikler mecmuasına gölge düşürmüşümdür. Bu böyle kabul edilmeli ve arz ettiğim şeylerdeki boşluklar ve açıklıklar benim havsalamın darlığında, karîhamın zaafında aranmalıdır. Zannediyorum, kitabı tecrîd düşüncesi içerisinde mütâlâa edenler de bana hak vereceklerdir.

Bu kitap da mevzuunda ilk kitap olmadığı gibi son da olmayacaktır. Bence, en önemli olanı da budur: Yeni buluş ve tespitlerle, evrim tekrar hortlatılmak istenecek; yeni tahlîl, yeni araştırmalar yapılacak; kritikler kritikleri takip edecek ve bu kavga kıyamete kadar sürüp gidecektir.

Bence önemli olan diğer bir husus da şimdiye kadar olanın hilâfına, evrim çıkmazının millî eğitimce tenkid ve münâkaşa platformunda ele alınmasıdır. Öyle zannediyorum ki bugüne kadar olduğundan çok daha fazla bu konunun üzerinde durulacak ve mevzu tekrar tekrar tetkîke tâbi tutulacaktır. Tarihî Maddeciliğin temeline de ilişecek böyle bir tetkîk, bir kısım ruhlarda homurdanma, bir kısım kimselerde de hırçınlık meydana getirebilir. Ancak, böyle bir mücadelenin, yüreklerine su serpeceği ve yıllardan beri böyle bir hamleyi bekleyen bir kısım temiz gönüllerin bulunabileceği de hatırdan çıkarılmamalıdır.

Bizler, hepimiz yılların mazlûmu, mağdûru, mahzûnu temiz gönüllere su serpmek için, selâhiyetli bir ağızdan "Evrim felsefesinin dışında da bir kısım alternatiflerin bulunabileceği" sözünü kendimize hem bir teşvîk hem de destek sayarak yola çıkmış bulunuyoruz. Bütün dileğimiz bu mevzudaki gayretlerin devam ve temâdîsidir.

M. Fethullah GÜLEN

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.