Garibname Üzerine
Ebediyata, belki daha dar mânâda şiire, "Gariplerin gözyaşıdır" desek, belki yanlış bir tespitte bulunmuş olmayız. Bu "gurbet" diyarı dünyada, asıl vatanın hasreti içinde kıvranan insan ruhu, bir de karanlık üstüne karanlık gurbetlerle, kalabalıklar içinde yalnızlığın, vefasızlığın, cefasının, ayrıca "ben" merkezli bir dünyanın ördüğü gurbetlerle de çevrilmişse, artık onun çok zaman şiirden ve saf şiir demek olan gözyaşından başka bir tesellisi olmayacaktır.
Çağımızın, fert fert insanın başına doladığı gurbetlerle birlikte, şair-i şehirimizin ifadesiyle, "öz yurdunda garip" olmanın ne demek olduğunu idrakin yol açtığı gurbeti de kalbinin derinliklerinde duyan Mehmet Garib'in, yüreğinin tellerine dokunan mızrabının seslerinden müteşekkil Garibnamesi, her şeye rağmen bir bedbinlik manzumesi olmanın çok ötesinde, yer yer gurbet diyarından sılaya açılan yolculuğun, bu yolculukta gerekli azığın, yolun hedefinin ve gerçek kılavuzunun terennümleriyle dopdolu görünmektedir. Bir yanda, Allah Rasulü'nün (sav) "Bu dünya ile benim ne münasebetim olabilir? Ben, bu dünyada bir ağaç altında az dinlenmek için konaklamış ve kalkıp yoluna devam edecek bir yolcu gibiyim." tesbitleriyle ifade buyurdukları dünya hayatının, gurbet diyarında bir yolculuktan ibaret olduğunu kavramış olmak, diğer yanda, bu kısa ve fânî yolculuk gibi, bu geçici diyarın da ebede açılan bir kapı, ebedi hayat için gerekli zâd ve zahirenin ekilme sahası olduğunun idraki, Garibname'yi, yürekten taşan ve çok defa nesirle ifade edilemeyen duygu, düşünce ve fikirlerin bir harmanı kılmış.
Garibname, yolun ebedi ve gerçek kılavuzuna,
Açıp sineme bak, ateşi emelindendir,
Gözlerimden akan yaş, gönlümün rengindendir;
Derdim hadden efzûn olsa da, derman Sen'dendir;
Ne olur tut elimden, "bu da benden" diyerek!...
İniltilerine dem tutan iniltilerle ve O'nun varlığın sertâcı oluşunun terennümleriyle başlıyor ve yer yer aynı inilti ve terennümlerle devam ediyor:
Sen olmasan biz olmazdık ey Resul
Her varlığın mayasında sen varsın
Gönlümüze seni yazdık ey Resul
Ruhumuzun boyasında Sen varsın.
Yak kalbini ver sen O'na
Yolunca git var sen O'na
Tövbelerle yuna yuna
Sevdalıysan behey gönül
İki ayrı şiirden alınan bu iki kıta, hece sayısı ve kafiyesi farklı olmasa, tek bir şiire ait iki kıta olarak pekala görülebilir. Hissedişteki ve manadaki bütünlük, söyleyişteki bazen Abdürrahim Karakoçca, bazen Yunusça ifadelerle birlikte, Sezai Karakoçca bir söyleyişle de birleştiğinde yine değişmiyor ve hep aynı telin, aynı ney'in seslerini çıkarıyor:
Yüzün
Aydan, güneşten bir haber mi
Sabahları güneş
Sana görünmek için açar yüzünü
Seni sevmek okşamak için
Gün boyu sürer izini
Rüzgar gözlerindeki yaşa tutkun
Alır çıkarır göklere
Mayası olsun diye yağmurların
Sen göklerin tasası sevinci
Sen göklerin tasası sevinci
Sen ışıltısı gökteki nurların
Garibname, "Levlake" Sırrı'nın Sahibi'ne (sab) hasredilmiş terennümlerinden sonra yer yer gurbeti sılaya bağlayacak yolun hedefini, neticesini resmediyor; "Geliver Artık"da, bilhassa bu şiirin miracı, tacı ve ruhu olan
Her gece gönle miracın olsun
Hediyen bize ruh tacın olsun
Kalpler ebedi muhtacın olsun
Ruh bildik seni geliver artık.
mısralarında bu hedefe içten bir davet bulurken; "Feth-i Sani ya da Son Fetih" şiirinde, hedefin kendisi ve hedefe giden kıvrımlar işaretleniyor; hadiselerin ve gündüzlere karışan gecelerin zaman zaman ruhlarda meydana getirdiği burkuntular,
İman semasında aylar yarılır
Hayretler gider temkine varılır
Ruhta yaralar şefkatle sarılır
Nerde kaldı o gül yüzlü şafaklar
Mısralarının yer aldığı Nerede Kaldı O Gül Yüzlü Şafaklar şiirinde hem hicran dolu bir beklentiye, hem de hedefin fert ve toplum planındaki dantelasının ipekten ipliklerine karışıyor. "Çocuk" şiirinde ise, bu hedefin, gaye-i hayalin, gelecek nesillerde de devam etmesi ümidi ve gelecek nesillerden beklentiler dile getiriliyor:
Şu yurdun, baharı çiçeği sensin
Şehit ol cennetin meyvesi densin
O gülistan ruhun ateşi yensin
Gençliğim ol sen rüyada kal çocuk.
Garibname'nin sıla hedefli murassa dantelasında, yolun yolcularına "Işık Atlıları" ve
Dilden hiç komazlar Hakk'ın adını
Duymuşlar ilâhî aşkın tadını
Yedekten tutarlar ölüm atını
Yürürler cihada gülen garipler.
Mısralarının yer aldığı "Garibler" şiirinde "garibler" adı verilirken, yolun azığı da "sohbet, namaz, muhasebe, murakabe ve mürekkebî sevgi, inanç, şehit kanı ve nur olup, sabır, güven ve ümit dağıtan kalem" olarak tarif ve tasvir edilmektedir.
Dost kervanı göçüp gitti
Sermayesin biçip gitti
Herkes seni geçip gitti
Dersen işin zor ha gönül
Kıtasının yer aldığı "Dur Ha Gönül" şiirinde derin bir muhasebe ve murakabenin izleri görülürken,
Ruha akıp giden sözün sevdası sohbet
Hak katına uçan ruhun sadası sohbet.
Beytiyle biten "Sohbet" şiirinde ise, dervişçe bir gönülün "Sohbet"ten aldığı iksirin rengi, tadı ve kokusu sezilmektedir. "Varlığın Göz Nuru" şiiri, her kelimesiyle, Allah Rasulü'nün (sav) "Gözümün nuru" diye tavsif buyurdukları namazın manasına ve ruhuna nüfuz gayretini seslendirmektedir.
Sanat, gizli hazineleri keşfedip açan sihirli bir anahtar gibidir. Onunla açılan kapıların arkasında fikir suret urbası giyer, hayaller de adeta cisimleşir. Milletlerin hayatında çok önemli bir yeri olan sanat ve güzel sanatların en mühim bir dalı olan edebiyat sahasında kalıcı olabilmek ve faydalı eserler verebilmek için, o eseri meydana getiren cüz'i fertlerin mükemmel olması esastır. Özün sağlam olmadığı bir yerde temiz bir duygu, temiz bir duygunun bulunmadığı yerde ise, hep canlı kalabilecek "kor" gibi eserlerin ve alevden ifadelerin meydana getirilmesi imkansızdır. Ayrıca, maksatları ifadede kullanılacak manzum ve mensur her söz, düşünce pırlantasına mahfaza olmalı, onun yerine geçmemeli ve ona gölge etmemelidir. Bu mahfaza zebercedden de olsa, muhteva, maksad ve hedefi gölgelediği ölçüde söz, tesir ve ihsas gücünü kaybeder ve böyle bir sözün uzun ömürlü olmasına da imkan yoktur.
Garibname; maksadı, hedefi ve bu maksadın, hedefin özü olan manayı esas tutan, bu mana incisinin sadefi ifadeye gereken ehemmiyeti vermekle birlikte, inciyi sadefe feda etmeyen şekliyle, kalıcı ve uzun ömürlü olma istidadında bir eser olarak görünmektedir. Söyleyişte, çok tabii olarak bazen bir Necip Fazıl, bazen Sezai Karakoç, bazen Yunus emre, hatta bazen Tuna Destanı'yla Fuad Köprülü ve daha başkaları silûet halinde görünseler de, bu, şiir veya şiir kitabı için bir eksiklik veya taklitçilik değil, bilakis, pek çok üslup ve söyleyiş tarzını massetmenin neticesinde ortaya çıkan kendine has zengin bir güzellik ve orijinalitenin tadı, rengi, kokusu ve manzarasıdır. Bir yürek hoplaması, bir ruh heyecanı ve bir gözyaşı demek olan şiir, Garibname'de Mehmet Garib'e has solmayan çiçekler ve bu çiçeklerin çevreye saldığı kokular olarak arz-ı endam etmektedir. Toprağı temiz, suyu duru, tohumu da belli ve saf olan çiçeklerin renk ve kokusuna asla doyum olmaz.
- tarihinde hazırlandı.