İslam Âleminin Ana Meselelerine Bediüzzaman'dan Çözümler

Takriz

Büyüklük temelde bir ilâhî mevhibe ve bir cebr-i lütfidir; netice itibariyle, bu mevhibeye mazhar yüksek irade ve seviyeli ruhlara düşen vazife ise, büyüklük adına istidat ve kabiliyetlerine aralanan kapıları, Hakk tevfikinin vesayetinde ve iradelerine denk bir azimle ardına kadar açabilmektir. Daha ilk yaratılırken kulağına büyüklük üflenmiş ve ruhi istidatları itibariyle 'üstün insan' olmaya göre programlanmamış kimselerin, sonradan büyüklük elde etmeleri zorlardan zor; bu ilk mevhibe ve cebri varidatı değerlendiremeyen veyahut değerlendirme fırsatını bulmayan azim ve iradezedelerin de kayda değer bir seviyeye ulaşmaları imkansızdır. Geçeceği yollara kaderin su serptiği nice çalımlı ruhlar vardır ki, iç dinamizmleri ve kabiliyetleriyle onları kucaklayan en az bereketli bir ortam ve kuvve-i inbatiyesi en zayıf bir toprak parçası bile, bunların, çınarlar gibi boy atıp gelişmelerine yeter ve artar.

Hakk katında değerli ve nazlı, halk nezdinde de gaye-i hayal olma ölçüsünde büyüklük, arzu edilen, istenilen, fakat ulaşılması oldukça zor bir ufuk olduğu gibi, böyle büyükleri anlatmak da oldukça zordur... Ve hele bu büyüklük, maddeden manaya, cesetten ruha, fizikten metafizike dünyadan ukbâya çok geniş bir alana dağılmış pek çok meseleyi kucaklayan, yorumlayan, çözümleyen ve ele aldığı her hususu 'şeriat-ı fıtriye' kaneviçesine ve 'şeriat-ı garra' düsturlarına göre nakşeden, izleyen bir büyüklük ise... böyle düşünmekle büyüklerin hiçbir zaman anlatılamayacağını söylemek istemiyoruz', istemeyiz de; zira, her biri başlı başına devasa birer kamet olan enbiya-ı izam, asfiya-i fiham bile anlatılmıştır. Demek istiyoruz ki, böylesine çok buutlu büyükleri anlatmak için de, yine hakiki büyük olmak, laakal büyüklüğe açık bulunmak şarttır. Yoksa, küçük duygu, küçük düşünce ve sönük idraklerin elinde büyükler küçüklerden daha küçük hale getirilmiş olur.

Fikir hayatı, açtığı çığır ve ortaya koyduğu eserleriyle kitaba mevzu teşkil eden zat, düşünce ve sıradan idrakleri aşan bir Zat'tır. Zira o, bu ülkede her şeyin künde künde üstüne devrildiği, insanımızın dinden-diyanetten edilip nesillerin nesepsizliğe itildiği, dünü bugüne bağlayan yolların yıkılıp köprülerin harap edildiği; buna karşılık kimilerin küfürden, ilhaddan ve bunları temsil edenlerden korkup sindiği, kimilerin de münasebetsiz ve olumsuz mualecelerle altından kalkılmaz komplikasyonlara sebebiyet verdiği kaoslu bir dönemde, şayan-ı hayret bir cesaret-i medeniye ile, birkaç asırlık yaralarımıza neşter vuran; dini hayatımızı, düşünce sistemimizi, yaşama felsefemizi ihya etme yollarını gösteren; daralan fikirlerimize genişlik, çelimsizleşen ruhlarımıza iktidar, ye'se boğulan gönüllerimize ümit ve felç olmuş iradelerimize hayat üfleyen bir insandır ve işte bu misyonuyla da anlaşılıp anlatılması bir hayli zor bir insandır.

Evet, o Zat, bir avuç kadirşinas vefalı Kur'an hadimiyle beraber ortaya çıktığı zaman, bize ait kıymetler çoktan sarılıp-sarmalanıp bir kenara atılmış, din-diyanet tarumar olmuş, vatan evladı birbirine düşürülmüş, milletimiz kamplara bölünerek herkes birbirinin kurt'u haline getirilmiş ülke bir baştan bir başa taarruzların, tesakutların öldürücü ağına itilmiş ve topyekün İslam dünyasında kalplerin balansı bozulmuş, nabızlar teklemeye başlamış, daha doğrusu bu koskoca alemde dimağlar bütün bütün durmuş, kollar yorulmuş, nizam alt-üst olmuş, sistem bir daha belini doğrultamayacak şekilde upuzun kapaklanmış ve tarihi dinamikler musallada adeta birer na'ş gibi yatıyor. Asırlar ve asırlar boyu devam edegelen Asya medeniyeti artık geriye gelmemek üzere sona ermiş gibiydi. Herkesi dehşete ve ürpertiye salan bu korkunç enkaza hayat üfleyecek-günümüzde bu kabil iddialarda bulunan bir hayli insan var- müstesna soluklardan da henüz hiçbir haber yoktu.

İşte, toplumun böyle yok olma arenalarında ızdırapla kıvrandığı ve İslam dünyasında da iç içe kaosların yaşandığı bir dönemde İstanbul'dan yükselip İslam aleminin dört bir yanında bir ses yankılandı. Olabildiğince samimi, kuş yuvalarındaki cıvıltılardan daha sıcak, anaların iniltileri kadar içten, oturup kalktığı her yerde dertlerimizi söyleyen. Kur'an'la sımsıkı irtibatlı ve ukba buutlu bu ses, genç Bediüzzaman'ın sesiydi.

Dilinde, 'Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi ittiba-ı Kur'an'dır. Azametli bahtsız bir kıt'anın, şanlı talihsiz bir devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi ittihad-ı İslamdır' sözleri, içinde bulunduğumuz içtimai bunalımlardan çıkış yollarını gösteriyor. 'Milletimin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım; çünkü vücudun yanarken, gönlüm gül gülistan olur' iniltileri, bize, samimiyet, vefa ve şefkatten bir şiir söylüyor. 'Zulüm başına, adalet külahını geçirmiş; hıyanet hamiyet libasını giymiş cihada bağy ismi takılmış esarete hürriyet namı verilmiş' sitemleriyle idareyi ırgalıyor.

'Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira, beşer, esir olmak istemediği gibi ecir olmak da istemez' düsturu, gelecekte dünyayı herc ü merc edecek bir büyük çalkantıya karşı insanlığın dikkatini çekiyor. 'İnsanları canlandıran emeldir; öldüren ye'sdir.. Ye's mâni-i her-kemâldir' tembihleri, ne olursa olsun milletimizin geleceği adına ümitvar olmayı yeğliyor. 'Nur-u fikir, ziya-i kalb ile ışıklanıp mezc olmazsa zulmettir, zulüm fışkırır. Fikret-i beyzada süveyda-i kalb bulunmazsa basiretsizdir' hakimâne üslubu, kalb ve kafa bütünlüğünü hatırlatıyor. Ve onlara yeniden zaman üstü olma yollarını gösteriyor.

Elbette ki böyle çok derinlikleri olan inkılap çapındaki bir hareket ve onun çok yönlü temsilcisini anlatmak kolay olmayacaktır. Kur'an-ı Kerimin, selef-i sâlihinin usullerine uygunluk içinde ve çağın idrakine göre yeniden yorumlanmasından imanî meselelerin günümüzün üslubuyla ele alınmasına; ibadet ü taatteki ledünnî derinliklerden muamelâta ait hikmet ve maslahatların sırlı dünyasına; irşad ve nasihattaki yepyeni ve canlı edâdan tebliğdeki mütelevvin sisteme; zâhir-i şeriatın şerhinden hakikat-ı Ahmediye Aleyhisselâtü Vesselam'ın derinliklerine; hizmetle münasebeti ölçüsünde siyasi umurla alakadan idarecilere rehberliğe kadar çok geniş alanda düşünmüş, yazmış, mücadele vermiş ve hayatin bütün üniteleriyle meşgul olmuş, toplumun bütün fakültelerinde umûmî bir dirilisi planlamış böylesine devasa bir kâmeti onun iman ve aksiyonunu anlatmak nasıl kolay olacak ki?

Ama, sevgili dostumuz Prof. Dr. İbrahim Canan Bey'in kalem-i feyyazlarının semeresi bu mübarek eser biraz fazlaca didaktik ve sistematik olsa da, Hz. Bediüzzaman'ın içtimaî meselelere yaklaşımını, onlara çözüm teklifini; içinde yaşadığı çağın idrakinde oluşunu ve çağı aydınlatacak ışıktan mesajlarını, hem özlü, hem de derli-toplu anlatma bakımından okuyucuya yeni ufuklar kazandıracak mahiyette ve çağa imzasını atmış bir dimağı, aydınlar arasında bir kere daha gündeme getirecek ve seviyede olduğunu hemen belirtmek isterim.

İbrahim Bey, şimdiye kadar telif ettiği her eserinde, Müslümanlığın ve Müslümanların can alıcı hasımlarından tedirginlik, inanmış sinelerde de inşiraha vesile olmuştur. Onun bu son eserinin de aynı ölçüde ses getireceğine inanıyorum.

Müellif-i muhteremin, Üstad Bediüzzaman'la alakalı bütün buluşma noktalarının veya bu kitaba esas teşkil eden her hususun birer birer üzerinde durmak, vaktimin müsaadesizliğinin de ötesinde, beni çok aşan bir mevzu.. Keşke düşünce ufkum ve ifade gücüm bunu müsait olsaydı. Ama yine de hepsini olmasa da, hiç olmazsa bir kısmına ve kuş bakışı ölçüsünde bir göz atmaya yarar görüyorum:

1) Bediüzzaman'ın Düşünce Ufku

Bediüzzaman, bütün hayatı boyunca fikrî bütünlüğünü korumuş dünyadaki az bahtiyarlardan biridir. Yaşadığı zaman itibari ile, İslam dünyası üst üste istihalelere maruzdur. Düşünceden sisteme, anlayıştan idareye, yeni yeni cereyanların ortaya çıktığı, aydınların durmadan mihraptan mihraba koştuğu, değerlerin ve telakkilerin değiştiği, toplumun hemen bütün kesimlerinde bir başkaldırmanın yaşandığı çok sarsıntılı, çok çalkantılı ve çok sisli bir dönemde o, fikrî bütünlüğünü korumuş, ilk söylediği ile son söylediğini aynı çizgide söylemiş ve kendisine dinleyen, okuyan, kabullenen, bel bağlayan yığınları hiç bir zaman teşettüt-ü âraya sevk etmemiş ve inkisâra uğratmamıştır.

Evet, tâ gençlik yıllarında âlem-i İslâmın kurtuluşu ve yükselişi adına sunduğu reçete ne ise, altmış küsur sene sonra, Halilurrahman ikliminde ve Rahmet-i Rahmanla buluşmadan birkaç saat öncesine kadar hep aynı şeyleri tavsiye etmiştir.

Müellif-i muhteremin tespitlerine göre bunlar:

1) İslam dünyasında terakki meylinin uyarılması.
2) Maarif ordusu arasındaki ihtilafın giderilmesi.
3) İlim hürriyetinin tesisi.
4) Medreselerde ihtisaslaşmaya gidilmesi ve ihtisas şubelerinin açılması.
5) Vâiz ve nâsihlerin çağın gereklerine göre yetiştirilmesi.
6) Osmanlılarda terakki temayülünün harekete geçirilmesi. (Bu tavsiyelerin asrın başında yapıldığı hatırlansın.)
7) Yıldız Sarayı'nın bir üniversite haline getirilmesi.
8) Toplumun Muhammedî ruh etrafında bütünleşmesi.
9) Ekrâdın kuvve-i cesimesinden yararlanılması.. vesaire...

İşte onun tâ Abdülhamit cennetmekân döneminde Cumhuriyete uzanan çizgide, başa geçen her iktidara toplumumuzun dertleri adına sunduğu reçetenin hülâsâsı...

Şimdi rica ederim, aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, İslam dünyasında, beklenildiği ölçüde ilim aşkı ve terakkî meyli uyarılabilmiş midir? Maarif ordusu, kendi içindeki ihtilafları gidererek, duyguda, düşüncede, anlayışta, eğitim felsefesinde vahdete ulaşabilmiş midir? Topyekün İslam dünyası ve Türkiye, asrın başından bu yana bunca cehd, bunca gayret gösterildiği halde, kendi özünü hırpalamadan, kendi tarihi değerlerini koruyarak sağlam bir eğitim ve öğretim hürriyeti tesis edebilmiş midir? Vâiz ve nâsihlerin çağın gereklerine göre yetiştirildiklerini hiç hatırlamıyorum. Milletimizin terakkî temayüllerini uyarmak üzere, bugüne kadar Batı taklitçiliğinden başka birşey anlatıldığını duymadım. Yıldız Sarayı'nı, büyük tavsiye üzerinde yetmiş sene geçtikten sonra üniversite haline getirenlerin, o gün tavsiyede hedeflenen noktaya ulaşıp-ulaşmadıklarının her zaman münakaşası yapılabilir. Toplumun kendi mânâ kökleri etrafında kenetlenip Muhammedî minbere yönelmesi, ancak şimdilerde hecelenebiliyor. Ekrâdın kuvve-i cesimesinin ve onun değerlendirilmesinin ne demek olduğunu bugün dahi anlayan çok azdır zannediyorum...

İşte Bediüzzaman'ın çağı aşan ve zamanı delen düşünce ufku ve işte onun hayat çizgisi. Evet, o santim sapmadan, sadece ilk dönemlerde, biraz da medresenin hayalı, utangaç ve ağdalı üslubuyla anlattığı şeyleri daha sonra nur mekteb-i irfanının, toplumun bütün katmanlarına açık ve irşadın gerektirdiği bir eda ile takdimi söz konusu edilmeyecekse, hep aynı yolda yürümüştür.

2) Bediüzzaman'ın İlim Ufku

Bir solukta sıralanan bu hususların arkasından Canan Hocamız, Bediüzzaman'a ait, aynı kaderi paylaşan Müslümanların müstakbel necatlarının, Türklerden başlayacağını ve birgün nurların küfr-ü mutlakı kırıp dağıtacağı, bozguna uğratacağı tespitini ortaya koyduktan sonra şu hususları ilave ediyor: 'Bizim düşmanlarımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır. Avrupa bundan istifade ile bizi istibdâd-ı manevîsi altına aldı.' Ve tabiî bunlara karşı 'San'at, marifet ve ittifakla' mücadele edilmesi de vurgulanıyor.

Bediüzzaman'a göre bütün kötülüklerin anası cehalettir: Şeriata muhalif hareketlerimizden zaruretler içinde kıvranmamıza, muasırlarımızın çok gerisinde kalmamızdan ihtilaflar içinde paramparça olmamıza kadar her şeyin arkasında 'cehalet ağa, onun oğlu zaruret efendi ve torunu husumet bey' vardır. Ona göre ilim, var olmanın önemli bir unsuru, hayatın da en esaslı bir buududur: 'Netice itibariyle herşey ilme bağlıdır. Ahir zamanda beşer ulûm ve fünûna dökülecek.. İlim yaşlandıkça artar, kuvvet ihtiyarladıkça geriler... istibdat cehlin esiridir... şark maarif, san'at ve fen noktasında uyarılmalıdır' sözleri onun ilim mevzuunda ifade ettiği şeylerden sadece bir kaçı. Ayrıca taksim-i âmal kaidesine uyulması, fertlerin istidatlı oldukları sahalarda çalıştırılması ve ilim despotizmasının önlenmesi de yine onun teklif ettiği orijinal esaslardan.

Bediüzzaman'a göre ideal talebe, kalp ve kafa bütünlüğüyle karikatürize edilen 'Vicdanın ziyası ulûm-u diniyedir. Aklın nuru fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. Ve o iki cenahla talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit birincisinden taassup, ikincisinden de hîle, şüphe tevellüt eder.' Bu ideal talebenin yetişeceği mektep ise onun aşağıdaki düşünceleriyle idealize edilen 'Medresetü'z-zehra'dır. 'Camiü'l ezher' e eş olma tasavvuruyla teklif edilen bu medresede yani ilimlerle medrese ilimleri iç içedir. Bu mekteple, yöre halkının genel durumuna göre Arapça, Türkçe ve Kürtçe en uygun konumdadır. Tahsisatı, bu mekteple hedeflenen tasavvurları gerçekleştirmenin çok önündedir. Zekât, sadaka, nezir ve teberruların yanında, hususi vakıflar, onu besleyecek kanalların sadece bazılarıdır. Bu kompleksin büyük bir bölümü mektep, bir kısmı medrese, bir köşesi de zaviye şeklinde dizayn edilecektir.

Medresetü'z Zehra gibi, onun nazarında, yaygın eğitim, irşad ve nasihat, kitlelerin gayeli varlıklar haline getirilmeleri ve onlara birer ufuk kazandırılması da oldukça önemlidir: 'Mürşid-i umûmî olan vaizler, âlim-i muhakkik, hakim-i müdekkik ve beliğ olmalıdırlar.' Ömrünü taklidin safsatalarıyla geçirenler, varlığın perde arkası sırlarına kapalı yaşayanlar, düşünceleri-muhatapları ve anlatmak istedikleri şeyler açısından organize olamayanlar, yararlı olamadan da öte yığınlara gaflet pompalamış olurlar.

3) Bediüzzaman, Gerilememizin Sebepleri Olarak Şunları Sıralar

Şeriata muhalefet, münevverlerin yetersizliği, yeis, doğruluğun terke uğraması, istibdât, menfaat-i şahsiyenin öne çıkması, Avrupa'nın fena yanlarının idhâl ve taklidi, dini ruh ve özüne uygun anlaşılmayışı, zühd ve tevekkülün yanlış yorumlanması, dolayısıyla da dünyanın bütün bütün zemmedilmesi ve bu arada mektep, medrese ve tekke mensuplarının gerektiği ölçüde ittifakı koruyamamaları; hatta birbirlerine düşmeleri ve binbir türlü harici desîseler... Bugüne kadar dünyamızın inhitatı adına bir hayli şey yazıldı-çizildi, ama, bu seviyede bir yaklaşıma rastladığımı hatırlamıyorum. Çok su götürür bu hususu Münazaraat'tan alacağım küçük bir parça ile noktalamak istiyorum.

'Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir (bineğidir). İşte himmetiniz, şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedîd olan yeis (ümitsizlik) rast gelir, kuvve-i manevîyesini kırar. Siz o düşmana karşı 'lâtaknetû' (ümidinizi kesmeyiniz) kılıcını istimal ediniz. Sonra müzahemetsiz olan Hakkın hizmetinin yerini meylü'l-tefevvuk 'üstün olma meyli' istibdâdı hücuma başlar, himmetin başına vurur, attan düşürür. Siz 'künû lillah' (Allah için işleyiniz, Allah'ın rızası dairesinde olunuz) hakikatini o düşmana gönderiniz. Sonra ilel-i müteselsiledeki tertibi (sebepler zincirindeki sıra) atlamakla müşevveş eden acûliyet (acelecilik) çıkar, himmetin ayağını kaydırır. Siz 'vasbirû vesabirû, verâbitû (sabredin, sabır yarışında bulunun ve cihad içinde aramaya mükellef olan insanın âmâlini dağıtan fikr-i infirâdi (bencillik) ve tasavvur-u şahsî karşı çıkar. Siz de 'hayrunnâsi enfeuhum linnasi (insanların en hayırlısı onlara en yararlı olanıdır) olan mücahid-i âl-i himmeti onun mübarezesine çıkarınız. Sonra başkasının tekâsülünden görenek fırsat bulup hücum edip belini kırar. Siz de 'Alallâhi lâ ğayrihi felyetevekkeli'l-mütevekkilun' (tevekkülde bulunanlar başkasına değil, sadece Allah'a tevekkül de bulunmalıdırlar) olan hısn-ı hasîni (en sağlam kale) himmete melce' (sığınak) ediniz. Sonra da acz ve nefse itimatsızlıktan neş'et eden ve işi birbirine bırakmak olan düşman-ı gaddar gelir. Himmetin elini tutup oturtur: siz de 'lâ yedurrukum men dalle izehtedeytun (siz doğru gittikten sonra yolunu şaşıranlar size zarar veremezler) olan hakikat-ı şâhikası üzerine çıkarınız; tâ o düşmanın eli himmetin dâmenine yetişmesin. Sonra Allah'ın vazifesine müdahale eden dinsiz düşman gelir, himmetin yüzünü tokatlar ve gözünü kör eder. Siz de 'festakim kemâ ümirte' (emrolunduğun gibi doğru ol) ve la teteemmer alâ seyyidik (efendine karşı emirlik taslamaya kalkışma)' olan kârâşina, vazifeşinas hakikatini gönderiniz, tâ ona haddini bildirsin. Sonra da umum meşakkatin anası ve umum rezaletin yuvası olan meylü'rrahat (rahat etme arzusu)' gelir. Himmeti kaybeder (bağlar) ve zindan-ı sefalete atar. Siz de 'leyse lilinsânî illâ mâ seâ (İnsan için çalıştığından başkası yoktur) olan mücahid-i âlicenabı o cellâd-ı sehhâra gönderiniz. Evet, size meşakkatte büyük rahat vardır. Zira fıtratı müteheyyiç olan insanın rahatı sa'y ve cidâldedir.'

Herhalde değerli okuyucu her biri başlı başına bir mevzuun ip uçları sayılan ve adeta bilmece gibi bu girift ve yoğunlaştırılmış konunun tahlîlini benden istememelidir; zira bizim yaptığımız derme çatma bir takdim... Gerçek tahlîli Canan Hoca'nın kitabında takip edeceğiz.

Elinizdeki kitap bu hususların tahlilinde önemli bir rehberlik vazifesi gördüğü gibi, geri kalmışlıktan kurtulmamızla alakalı, Bediüzzaman kaynaklı şu hususları da birer birer ele alır ve inceler:

Dinî şuur ve din yoluyla fikirlerin aydınlatılması; doğruluk, ihlâs, sadâkat, sebât, insanımızda ahlâkî esasların geliştirilmesi; şer'i hürriyet, şurâ düşüncesini herkese benimsetilmesi; ilmin teşvik edilip toplumun her kesimine götürülmesi; Kur'an'ın yeniden ele alınıp selef-i salihîn'in çizgisinde tefsir edilmesi; adetlerin canlandırılıp korunması; çalışmanın sevdirilip sistemleştirilmesi; herkesin istidâdına göre belli işlerde istihdâm edilmesi; mesainin tanzimi; a'mâlin taksimi, toplumun fertleri arasında yardımlaşma duygusunun canlandırılması ve yabancı ürünlere boykot edilerek, yerli mallara karşı alâka ve rağbet uyarılması gibi her biri başlı başına araştırılması gereken daha sürü mevzu.

İlim ve irfan hayatımıza mücmel, fakat muhtevâlı, derin, fakat anlaşılır yeni bir eser kazandıran Muhterem Müellif'i bu vesile ve okuyucuya yeni bir ufuk kazandıracağı ümidiyle genç okuyuculara: 'Her ümit-i necât ve terakki sizdedir!' diyor, değerli dostumuz Prof. Dr. İbrahim Canan Bey'i gönülden tebrik ve tebcil ediyoruz.

Fethullah Gülen, İslam Aleminin Ana Meselelerine Bediüzzamandan Çözümler, Ocak 1994

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.