Türkiye'nin Kimlik Arayışı
Bu bölümde, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Hüseyin Gülerce'nin "Türkiye'nin Kimlik Arayışı" isimli kitabına yazdığı takdim yazısını bulacaksınız.
Oldukça dar bir çerçevede sıkıştırılmış, çok yönlü ve geniş muhtevâlı bu kitabın sayfa, paragraf ve cümleleri arasında seyahat zahmetine katlananlar, her an değişik buut ve değişik hüviyetle, şuurlu muhlis bir müminin imânı, azmi, ümidi ve cesâretiyle yüz yüze gelir ve damlada deryâyı, zerrede güneşi göstermeye muvaffak olmuş müellif-i muhteremi hayret ve hayranlıkla kucaklar.
Değişik muhtevalı ama, aynı eksen etrafında birbirinden farklı makalelerden örülmüş bu kitaptaki mevzûların bir kısmı, insanlığın, nesiller boyu birbirinden tevarüs ede geldiği ezelî meselelerdendir ki, bunlardan hangisinin rûhunu sıksanız, samîmî bir düşünürdeki engin sezişlerin, kararlı ifadelerin, cesurca çıkışların süzülüp aktığını.. akıp gözlerimize gönüllerimize ziyâ çaldığını.. ve ayrıca her bir makalenin topluma ait yıllanmış problemlerden birkaçına çare niteliğinde olduğunu; sözün özü, pek çoğu itibariyle ancak bir kitapla çözümlenebilecek nice önemli meselelerin böyle bir makaleler çerçevesinde, hem de maharetle ifade edilebildiğini görecek ve müellifi takdirle alkışlayacaksınız. Kitaptaki bölümlerin diğer bir kısmı ise, milletçe özümüzde uzaklaşmamız, bir türlü üzerimizden atamadığımız Batı şoku; bu şaşkınlıkla tarihimizi ve tarihî değerlerimizi inkâr edişimiz; değişik fasit daireler içinde kemikleşmiş bunca dertlere karşı yegâne çârenin de, yine kendi özümüze ve tarihî dinamiklerimize sığınmaktan geçtiği hususu; bu yöndeki her gayretin de muâsırlarımızda ciddi tedirginlikler meydana getirdiği ve Batı'nın hiç bir zaman değişmeyen sömürgecilik huyu gibi meselelerden ibâret...
Evet, muhterem müellifin de belirttiği gibi, bir iki asır var ki biz, milletçe, bir bunalımlar fasit dairesi içinde çark edip duruyoruz. Yıllar ve yıllar, hep böyle gürül gürül iddia ve şamata ile geçip gitti, ama biz ne bir yudum dinlenebildik ne de duygu, düşünce ve insanlık adına iki adım ileri gidebildik. Bunca zamandır, mesafeler amansız, biz şaşkın, değişik şeritlerde koşuyor gibi göründük, fakat hâlâ ilk turun başlangıcında emekleyip duruyoruz. Zira âlemin uçarak katlettiği mesafeleri biz hâlâ sağa-sola tutuna tutuna aşmaya çalışıyoruz. Evet, bir talihsiz dönemde "Batılılaşacağız!" diye bütün güç kaynaklarımızı, tarihî dinamiklerimizi kaldırıp bir kenara attık. O gün bugün de bir daha iflâh olmadık...
Evet biz, üç asır süren bir çözülme ve dağılma döneminde kimliğimizi kaybetmiş ve bile bile gidip bir kayıplar fasit dairesi içine girmiştik. Artık kendimiz gibi düşünemiyoruz, kendimiz gibi anlayamıyor, kendimiz gibi değerlendiremiyorduk. Kur'an dinlerken cin çarpmış gibi dinliyor, varlık ve eşyaya bakarken miyop miyop bakıyor, İslâm'ı ya hiç kabul etmiyor veya hep yanlış yorumluyor, şanlı tarihimizi bir suçluluk vesikasıymış gibi anlatıyor; hâsılı bizim olan ne varsa hepsini yedi kapı kovuyor ve âdetâ topluma bunalım pompalıyorduk.
Bugüne kadar ıslâh adına her muâlece toplumumuzu temelinden sarsacak komplikasyonlara sebebiyet verdi, her yeni tekevvün bizi bir miktar daha özümüzden uzaklaştırdı ve her yenilenme hamlesi de değerler dünyamızda bir zelzele, bir yangın, bir sel tesiri bırakıp öyle geçti. Kendimizden kaçmaya başladığımız günden beri bu hep böyle oldu; "Tanzimat, Islâhat, Meşrûtiyet ve Cumhuriyet aydınları fikir ve kurtarıcılık plânında, Batı kültürünün ve Batı hayat tarzının içimizdeki savaşçılarıydı. Onların araladığı kapıdan misyonerler, yabancı okullar, mason locaları, kökü dışarıda beynelmilel kulüpler, bankalar, beynelmilel yahudi maliyesi, Batı zevkleri, fuhuş ve ahlâksızlık.. adım adım ülkemizi istilâ etti." Ara-sıra toparlanıp kendimize gelir gibi oldu isek de, ona karşı da hemen gece baskınları tertip edilmeye başlandı. Hasımlarımız kendi düşünce zeminlerinde, bin bir güçlükle elde edilen şeyleri bile katiyen hazmedemiyor, hatta onları daha döl yatağında iken boğmak istiyorlardı. İmam-Hatipler, Kur'an kursları ve İslâmî düşünceye açık daha başka zeminler elli defa ölüm çukurlarına düşmekten kıl payı kurtuldular.
Demek ki, demokrasi ve insan haklarını dillerine pelesenk edenler, îcâbında demokrasiden de, insan haklarından da vazgeçebiliyorlardı ve defaatle vazgeçtiler de... Evet, bunlar hem demokrasi diyor, hem de ittihatçı geleneğini sürdürüyorlardı.. Şu bu değil, bunların bir tek hedefi vardı; o da Türkiye'ye Batının arzuladığı tarzda yeni bir kimlik biçmek.. Batılılaştırmak ve sözüm ona medeniyetin nimetlerinden istifade ettirmek. Bunu yapmak için her şey ellerindeydi ve değişik usullerle de yapmayı pek çok defa denediler. Bunca zaman ve bunca gayretle şimdiye kadar bir yerlere varmaları gerekmez miydi?.. Heyhat, bir çuvaldız boyu bile mesafe alındığı söylenemez.
Binâenaleyh, "Biz milletçe kurtuluşumuzu yabancı düşüncelerde, yâd ellerde değil, kendi öz değerlerimize, inançlarımıza, tarihimize ve insanımıza sahip çıkmakta görüyoruz."
"Biz, Çin'den-Maçin'den ithal edilecek içtimâî, iktisadî, siyâsî sistemlere, ahlâka, anlayışa, felsefeye, düşünceye değil, toplum olarak bizi cahillikten, tembellikten kurtaracak ve yeniden ayağa kaldıracak bir ilim, kültür seferberliğine ve insanımızı insanlığa yükseltme hamlesine muhtacız. Bu ihtiyacımızı da İslam'ın cihanşümûl mesajlarının karşılayacağına inanıyor ve takılıp yollarda kalmışlara dinin vesâyetinde yaşamayı teklif ediyoruz."
Hz. Muhammed (s.a.) Dünya Gündeminde:
İnsanoğlu yaratılış itibariyle mükerremdir. Varlık kitabında ondan daha eltaf, daha eşref ve daha ekrem ikinci bir mevcut yoktur. Her halde bu kadar mükemmel yaratılıp yeryüzünde halîfelik pâyesiyle şereflendirilen insanoğlu kendi değerlerine, kendi kıymetine karşı uzun zaman kapalı kalması düşünülemez.. Kapalı kalması şöyle dursun o, yaratıldığı günden itibaren hep kendini ve kendi değerlerini arayış içinde olmuştur. Ne var ki, bazen doğruyu aradığı vadilerde eğriye ve batıla takılmıştır. O, dün batılın ağına düştü ise doğruyu arayış yolunda düştü. Bugün de onun, aynı iştiyak, aynı hasret ve aynı duyarlılıkla hakkı aradığı söylenebilir.. hem de şimdiye kadar olduğundan çok daha şuurlu, daha basiretli, daha bilgili olarak...
Topyekün insanlığın dine olan bu ihtiyaç, bu iştiyak ve bu hasretindendir ki, günümüzde din yeniden bir kere daha, bütün sönmemiş vicdanlarda ve selim düşünceleri büyüleyen ağırlığıyla kendini hissettirmeye başlamıştır. Bugün bilhassa İslâm ve onun Eşsiz Temsilcisi dünya gündeminin birinci maddesi haline gelmiştir. Artık her yerde O düşünülüyor, O düşleniyor, O konuşuluyor ve herkes O'nun ışıktan dünyasından bir şeyler bekliyor.
Evet, bir taraftan "Toplumlar üzerinde yapılan büyük tahripler sonucu, Allah'ı unutan insanlık kendi elleriyle diktiği putları yine kendi elleriyle yıkarken" diğer yandan da "gerçek kurtuluşa giden yolun önemli bir kavşağında o yolu aydınlatan büyük bir ışık kaynağının" karanlıkları delik-deşik ettiği, zulmet ordularını bozguna uğrattığı ayan-beyan görülüyor ve hissediliyor... Evet son bir kere daha hepimiz, her şeyin ışığa doğru kaydığını, gözlerimizin nurla açılıp-kapandığını görüyor, hissediyor ve her yerde onu arıyoruz.
"Evet O'nu bulmadan, O'nu sevmeden, o sevgiyle Allah sevgisine ulaşmadan bütün sevgiler yalan ve boş, gidilen bütün yollar da birer çıkmaz ve aldanıştır. Bugün, sahte kurtarıcıların devri artık sona ermiş ve hayâllerle süslenen ideolojiler çağı da kapanmıştır."
Bu asrın başında çağın büyük şâhidi, beşerî olan her şeyin ömr-ü tabiîsini tamamlayıp gittiğini, gidip yoklara karıştığını, mevcut olanların da şu anda iflâsın eşiğinde bulunduğunu... Kur'ân, ölümsüzlüğü, tazeliği, hayatın, hayatı ve ruhu, topyekün varlık ve insan vicdanının sesi-soluğu olduğunu haykırıyor ve şöyle diyordu: "Sus, kâinat mescid-i kebîrinde Kur'ân kâinatı okuyor! O'nu dinleyelim... O'nun ile nurlanalım.. O'nun hidâyeti ile amel edelim ve O nuru vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup, Hak’tan gelen, hak diyen, hakikati gösteren ve nûrânî hikmeti neşreden yalnız O'dur."
Milletçe, sinelerimize ilk kıvılcımların saçıldığı, ruhlarımıza ilk heyecan tohumlarının atıldığı o ateşten çığlıklar üzerinden yaklaşık bir asır gibi uzun bir süre geçti. Bu müddet zarfında çok şey değişti, çok şey başkalaştı... ve günümüzün nesilleri iyi-kötü çok şeye şahit oldu. Elli defa lütuf ve ihsan gördü bir o kadar da, günahlarla çarpıldı. Yanlışlarının, kusurlarının kurbanı oldu ve kahırlarla hırpalandı.
Şimdi O, daha temkinli, yüce yaratıcısıyla daha bir irtibatlı ve -inşallah-i istek ve dileklerinin şuûrunda olarak, sadece onun isteklerini istiyor, onun emirlerine serfurû ediyor ve gözlerini açıp-kapayıp her yerde O'nun rızâsını kolluyor, O'nun murâdını arıyor.
Evet, millet olarak bize: "O'nun yolunda yeni bir heyecan lâzım, yeni bir soluk lâzım... Kendi kültürümüzle beslenen, kendi değerlerimizden hız alan yepyeni bir diriliş lâzım ve her şeyden evvel de bu dirilişe has ruh, zihniyet ve anlayış lâzım... Otururken-kalkarken, yerken-içerken, okurken-araştırırken hep diriliş düşleyen, hülyâ ve rüyâlarını dirilişle süsleyen bir ruh, bir zihniyet ve bir anlayış. Onun içindir ki, her şeyden evvel "insan" demeliyiz, zira gönlü ve dimağı aydınlık bir nesil yetiştirilmeden hiçbir ciddi hamlenin yapılamayacağı kanaatindeyiz. Rakamlar, istatistikler, dövizler, ihracatlar, kurlar, daha bilmem neler neler.. bunların hepsi birer oyalamadan ibâret."
Evet, titizlikle üzerinde durulması gerekli olan bir şey varsa o da insanımızın duyguda, düşüncede, imanda, azimde ve içinde bulunduğu çağı idrakta yeniden bir "ba's-ü ba'de-mevt"e ulaştırılması ve çağıyla hesaplaşacak hale getirilmesidir. Aksine; "Türkiye'yi omuzlayacak, bilginin en üst basamağında, kulluk şuûruyla dipdiri, insan sevgisiyle dopdolu, saygı, şefkat ve merhametle bezenmiş bir kadroyu yetiştirmede yarınlar adına ümitlenmemiz sadece bir hayâl olur."
Şimdi ben gözlerimi yummuş geleceği süzüyor.. Hüseyin Gülerce Bey gibi altın neslin öncülerine ruhumun iniltilerini mırıldanıyor.. ve bu neslin tulû edeceği ufukları kolluyorum:
Tıpkı rüyalarda olduğu gibi diril gel
Beyaz atının üzerinde bir sabah erken.
Gözlerim kapalı ruhumda seni süzerken,
Tıpkı rüyalarda olduğu gibi diril gel..!
- tarihinde hazırlandı.