Hz. Azrail (as)

İnsan, hayata attığı ilk adımını -ki orası ana rahmidir- bir melek eşliğinde attığı gibi, bu hayattan ayrılık adına, ahiret alemine doğru attığı ilk adımını da yine bir melek eşliğinde atar. İnsana bu son anında eşlik etme de melâikeye ait vazifelerden biridir. Bu vazifeyi de en zirve noktada Hz. Azrail (as) temsil etmektedir.

Bu sebepledir ki ona: 'melekü'l-mevt' ölüm meleği adı verilir. Burada çokça sorulan bir soruya cevap vermek gerekiyor. Soruda şöyle deniliyor:

Azrail (as) bir tane olduğu halde bir anda vefat eden bir sürü insanın ruhunu nasıl kabzediyor?

Önce bu soruda beşerî ölçü ve kıstasların bizleri yanılttığını görüyoruz. Meleğin insana benzetilmesi bir yanlışlık olduğu gibi, 'Nomen'i 'Fenomen'de görmek, ruhun fonksiyonunu cesedde aramak da birer yanlışlıktır. Buna binaen, sualin ortaya çıkmasına sebebiyet veren anlayış inhiraflarını ve terminolojik hataları izah etmeden soruyu cevaplandırmak, muvafık olmayacağından evvela inhiraf noktalarının aydınlatılmasına ihtiyaç var.

Melek, tabi bulunduğu alem itibariyle, hilkat ve mahiyeti, mükellefiyet ve vazifeleriyle tamamen farklı bir varlıktır. Onu, kendi alemine bakmadan, mahiyet ve vazifesini düşünmeden tahlil etmek, hakkında hükümler vermek, elbetteki hatalı olacaktır. Bu itibarla, evvela onun, bu yönleriyle tanınmasında zaruret var. Ayrıca soruya müstakil bir cevap teşkil etmesi açısından daha önce temas ettiğimiz bazı hususların tekrarı da gerekmektedir.

Melek, kuvvet demek olan 'Melk'den veya elçilik manasına gelen 'Mel'ek'den alınmıştır. Birincisi itibariyle çok kuvvetli, belki ayn-ı kuvvet manasına; ikincisi itibariyle de emr-i İlahinin âhize ve nâkilesi (alıcı-verici) olarak elçilik manâsına gelir.

Bu üstün vasıflar Cenâb-ı Hakk'ın yarattığı umum meleklerde bulunur. Bilhassa, vahyi getirmekle vazifelendirilenlerde bulunması zarurîdir. Bu üstün varlıklar, hayata-memata nezâret edenlerden alın da, arş-ı İlahi hamelesi ve Hakk divanının gözü hayret dolu vazifelilerine kadar geniş bir sahada, Allah'ın icraatına nezâret ve temaşa ile mükelleftirler.

Makro alemden mikro aleme kadar, bütün değişme ve tahavvüller, bütün terekküb (sentez) ve çözülmeler hep bu kuvvet ve elçilik temsilcisi meleklerin nezâretinde olduğu gibi, Allah'ın 'kelam' sıfatından, beşere gelen teşriî emirler de, yine bu emin ve güçlü varlıklar tarafından temsil edilmektedir. Âlemşümul (evrensel) câzibe ve dâfia (çekme ve itme) kanunlarından, elektronların çekirdek etrafındaki muntazam hareketlerine kadar, bu ağır ve ince işlere nezâret, ne müthiş bir kuvvet istemekte ve ne emin elçiliğe vâbestedir!..

Melekler, o kadar eşya ve hadiselerin içindedirler ki, onlarsız ne bir yağmur damlası, ne de bir gök gürültüsü düşünmek mümkün değildir. İşte şeriat-ı fıtriyede (kâinatta cereyan eden kanunlar) bu şuurlu kuvvetler herşeyi elinde tutan Hakk'ın sonsuz kuvvetinin -kabiliyet ve istidatlarına göre- onlardaki tecellisinden ibaret olduğu gibi, bu büyük ve muhteşem tecellinin nokta-i mihrakiyesi olan, en değerli varlık insanoğlunun, hareket ve davranışlarını düzenlemek üzere, İlahi alemden esip esip gelen vahiy ve ilham meltemleri de, yine vahiy ve ilham sahibinin onlardaki tecellisinden başka birşey değildir.

Bu itibarla, yaratanla yaratık arasında vasıta olan ve yaratıcının muhteşem kudretine dayanarak, atomlardan nebülozlara kadar geniş bir sahada, melekûtî güç ve kuvvetin nezâret ve tasarrufunun vazifelileri olan melekleri beşere benzetmek ve beşer için zaruri olan bir kısım kayıtları onlar için de varid görmek, bir düşünce inhirafı ve bir cehalet ifadesidir.

Evet, eğer melek de, insanlar gibi sırtında maddi bir cesed taşıyıp da çözülme ve dağılmaya maruz kalsa ve her canlı gibi zaman tarafından aşındırılsaydı, onun hakkında vereceğimiz hükümlerde, insanı, bir ölçü, bir mikyas kabul etmek mümkün olurdu. Halbuki, bütün bu farklılıklar var; hem de iki sınıfın birbirine kıyas edilmesini imkansız kılacak kadar var!..

Melekler, yaratılış itibariyle de insandan farklıdırlar. Bu farklılık, onların çok geniş bir sahadaki mükellefiyetleriyle alakalı bulunmaktadır. Yaradılışlarındaki bu duruluk ve nurluluk, onları daha nüfuzlu ve daha seyyal kılmaktadır. Bir anda pek çok ruha aksetme, pek çok göz tarafından görülme ve birken çokluk cilvesiyle tezahür etme gibi hususiyetlere malik bulunan melâike, Hz. Aişe'nin (ra) naklettiği bir hadise göre nurdan yaratılmışlardır. Bu itibarla da, nurun hususiyetlerine mazhardırlar.

Kaldı ki, mahiyetleri latif olan melekler, güneş gibi maddi ve kesif şeylerden de çok farklıdırlar. Onların, değişik şekil ve suret almaları kabil olduğu gibi, bir anda değişik şekillerde görülmeleri de kabildir. Öteden beri dindarlar arasında, şimdi ise yaygınlaşmış şekliyle sosyete mahfillerinde, bu temessül keyfiyeti, o kadar bilinen bir mevzu haline gelmiştir ki, erbabınca, tecrübeye dayalı neticeler kadar kat'idir. Her gün, gazete ve mecmua haberlerinde, herhangi bir insan dublesi ve bir perispirinin, cismin bulunduğu yerden çok uzaklarda bulunması ve bulunduğu yerlerde iktidar ve tasarruf izhar etmesinden bahsedilmektedir ki meselenin aslı ne olursa olsun, ruh gibi latif varlıkların cisme nispetle daha seyyal, daha aktif ve daha muktedir olduğunu göstermektedir.

Bu madde ötesi seyyaliyet ve cevvaliyet cismin rağmına ikinci varlığın daha aktif olduğunu gösterdiği gibi, ruha nispeten daha cevval olan melâikenin tabiat kanunlarının üstündeki fonksiyonuna da işaret etmektedir.

Melâike ve ruhların temessülleri, öteden beri bilinen şeylerdir. Başta Nebiler olarak pek çok gönül erbabı bu mevzudaki müşahedelerini anlatmış ve avamdan pekçok kimseyi de buna şahid göstermişlerdir.

Cebrail'in (as) değişik suretlerde görünmesi ve hangi hadise münasebetiyle gelmişse, o hadiseye göre şekil alması; mesela, vahiy esnasında elçilik vazifesine uygun bir şekilde (1); muharebe sırasında da bir muharib suretinde zuhur etmesi (2) gibi durumlar, hep temessüle misal olabilecek şeylerdir. Meleğin temessülü hem çok hem de umum melekler için vakidir. Cibril (as) Hazreti Dıhye (ra) suretinde göründüğü (3) gibi, ismini bilemediğimiz bir başka melek de 'Uhud' harbinin en hareketli anında Mus'ab b. Umeyr şekline girerek Rasulullah'ın (sav) önünde akşama kadar harbeder. (4) Keza, pek çok melekler, Zübeyr b. Avvam sûretinde, (5) Bedir harbine iştirak ederek mü'minlerin kuvve-i maneviyelerini takviyeye medar olurlar. Hakk dostlarının, buna benzer şekilde, gayb aleminin erleriyle temasları sayılamayacak kadar çoktur. Hele, rüyalar vasıtasıyla umum halka tezahürü, meselemize, inkara meydan bırakmayacak şekilde kuvvet kazandırmaktadır. Hemen hemen herkes bildiği ve tanıdığı ve kendisiyle yakından alakadar görünen bir ruhun, rüyalar vasıtasıyla kendisine yol gösterdiğine, ışık tuttuğuna şahid olmuştur. Ne var ki, bir kısım kimseler rüyaların ancak bir kısmı için bahis mevzuu olan 'şuuraltı' meselesini ta'mim ederek bu işin de anlaşılmaz hale getirilmesine çalışmaktadırlar, veyl olsun cehalete!

Bu meselenin tamamını, melâike, temessül ve ruhlarla alakalı hususların tafsilen anlatıldığı bölüm ve yerlere havale ederek, netice olarak diyebiliriz ki, her varlık aynalarda misaliyle göründüğü gibi, melek de kendisine ayna olabilecek her yerde görünebilir, hem de maddi ve kesif cisimler gibi, sadece şekil olarak değil, ayniyle ve bütün fonksiyonlarıyla görülebilir... 


[1] Buhari, Bedü'l-Halk 7; Müslim, İman 287
[2] Buhari, Cihad 18; Müslim, Cihad 66
[3] Buhari, İman 37, 34; Müslim, İman 5,7,8; Ebu Davud, Sünne 16
[4] İbni Sa'd, Tabakat 3/121
[5] Heysemi, Mecmau'z-Zevaid 6/83
Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.