Meleklere Mihmandar Olmak

Melek kendine ait misyonu edâ ederken, insan da melekleşme gayretine hız vermeli ki aralarında bir bütünleşme meydana gelsin. Evvela insan, meleğin inebileceği zemini hazırlamalı, sonra da o zemini koruyup muhafaza etmeli ki, melekût aleminden içinde bulunduğumuz aleme doğru bir kayma, bir meyil, bir arzu ve iştiyak hasıl olsun. Bu sebepledir ki, meleklere ait misyonun eda edilebilmesi, bir yönüyle insanın bizzat kendisiyle de alakalı bulunmaktadır. İnsan kendine düşeni yerine getirdiği sürece melek de kendisiyle alakalı vazifesini bihakkın eda edecektir. Ancak insan herhangi bir hata ile onların geleceği yolu tıkar, onların gireceği menfeze sed çekerse, geliş ve gidişleri belli daire ve prensiplere bağlı o melekût aleminin kutlu sakinleri, artık gelmez olur ve ayaklarını keserler. Neticenin böyle bir hüsranla noktalanmaması için, bulunduğumuz zaman ve zeminin yümün, bereket ve sağnak sağnak yağacak rahmetten mahrum kalmaması, beşerin kendine düşen vazifeyi yerine getirmesiyle çok ciddi şekilde ve yakından alakalıdır. Onun için biz de sözün burasında, yer yer onun vazifelerine dikkat çekerek mevzuyu hem meleklere hem de bize ait yönleriyle terkipleyip takdime çalışacağız.

İnsan şu meşhergâh-ı âlem ve en'am (varlığın sergilendiği âlem) de, Cenab-ı Hakk'ın sanatlarını müşahede ederken, kalb gözü açık olarak yaşamalı, bir arı gibi dolaşmalı, konduğu her çiçekten bir hüzme almalı ve onunla bir marifet peteği örmeye çalışmalıdır. O ancak böyle yaptığı takdirde ahiret saadetinin temelini daha dünyada iken atmış olacaktır. İşte bunun içindir ki Abdullah b. Revaha, yakın dostlarının elinden tutup: 'Gel biraz iman edelim' (Müsned, 3/265) diyordu. Sen de kalbin Allah'tan uzaklaştığı, kuruduğu ve yozlaştığı dakikaları hatırladıkça, kalbi hüşyar bir mü'minin elinden tut... 'Gel kardeşim, gel câmiye gidelim, de, biraz iman edelim! Yani, Rabbimizi hoşnud edelim. Mürde gönlümüze hayat üfleyelim. Sönmüş, pörsümüş hissiyatımızı, duygularımızı yeniden canlandıralım. Ta o, ilham-ı İlahi olarak gelen esintilere, marifet ve muhabbet-i İlahi deryasından gelen dalgalara ma'kes ve sahil olabilsin. Sen hazır olacaksın ki, gelen gelsin ve orada hüsn-ü kabul görsün. Senin daima, haktan gelen tecellileri misafir edecek, onlara mihmandâr olabilecek bir gönlün yoksa, gaflet anında ve kalbinin haktan uzak kaldığı hengamda, rahmet-i İlahi gelir de geriye döner. Sen Allah'a imanının tam olduğunu sanırsın ama, heyhât! Haybet ve hüsran içinde gönlün ölüdür de haberin yok. Evet, müteyakkız olacaksın. Hem de hududda nöbet bekleyen bir insan gibi, bir lahza gözünü kırpmadan hep zuhûr bekleyecek ve tecelli avlayacaksın..

Rasulü Ekrem (sav), müteyakkız gönüllerin, uyanık duyguların, duyan, bilen, hisseden, herşeyden mana çıkaran kafaların temsilcisi olarak hayatını uyanıklık içinde geçirmişti. Gündüzleri O, zaten hep hüşyardı. Gece basıp da 'Uykunuzu dinlenme yaptık' (Nebe 78/9) ayeti gereğince uyku onu sardıgı zaman, derin derin düşünmeyi temsilen elini başının altına koyar ve 'Rabbim; ötesini Sana havale ediyorum, şu kalbimin tek lahza Sen'den gafletine tahammülü yoktur ama, geldi bastırdı şu uyku!' düşünce ve mülahazasıyla, bilinen bazı duaları okur ve yatağına öyle girerdi. Sen de hayatını İki Cihan Serveri'nin hayat-ı seniyelerine göre tanzim ederek, her anında Cenab-ı Hakk'a teslim ile ömrünün dakikalarına yümün ve bereket akmasını temin edebilirsin. Onun için de bir lahza gözünü kapamamalısın ki, mele-i âlâdan gelenler uyanık ve kapısı açık bir mihmandâr bulabilsinler.

Dikkat et! Senin kalbine her an misafir olmaya gelen Allah'ın rahmeti, bu kalbin hazır olup olmadığına bakan da yine bizzat Cenab-ı Hakk'ın kendisidir. Gafil bir kalbe 0 misafir olmaz. Sen hüşyar olursan, mele-i âlâ senin gönlünün etrafını metaf yapar da Kabe'nin etrafında dönüyor gibi senin etrafında döner. Bu hakikata işaret eden bir hadis-i şerifte Allah Rasulü şöyle buyurur: 'Bir insan ıssız bir yerde, (su bulursa) abdest alıp, (bulamazsa) teyemmüm edip namaza durursa, onun namaz kıldığı meydanı dolduracak sayıda melek iner ve o insanın arkasında namaz kılar.'

Demek ki yerine göre sen, meleklerin önüne geçebiliyorsun; geçebiliyorsun da oralar senin arkanda namaz kılmayı şeref sayıyorlar. Acaba cismaniyet ve beşeriyete ait onca husûsiyeti sırtında taşıyan, yani şehvet, kin, nefret ve daha bir sürü şeytâna ait duygularla -tabiî belli hikmetler için- meşbu ve dopdolu bulunan beşer bütün bunları nasıl aşıyor, aşıyor da muallâ insanî mevkiye ve yüce bir ufka ulaşıyor? İşte melek buna hayret ediyor ve gelip namaz kılan insanın ardında el pençe divan durarak ve adetâ, 'Sen imamsın ben de cemaatım' diyor; bunu itirafı da kendisi için bir şeref biliyor. Nasıl bir sahrada namaz kılanın arkasında kalabalık bir melek topluluğu namaza duruyor ve onun namazında hazır bulunuyor; öyle de her ferd, nerede namaz kılarsa kılsın, namazında mutlaka melekler hazır bulunuyor ve onun bazı ifadelerine iştirak ediyorlar. Mesela, tahiyyatta 'Selam, bizim ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun' ifadesini, namaz kılanın sağına-soluna selam verirken, sağ ve soldaki mevcud melekleri niyet edebildiği takdirde onun selamını alarak, mukabelede bulunurlar. Ancak burada da görüldüğü gibi birinci vazife, yani melekleri o zemine çekme misyonu insana düşmektedir. Önce insan namaz kılacak, selamında melekleri niyet edecek ki, melekler onun yanında hazır bulunsun ve onun bazı ifadelerine iştirakla yapılan bu güzel işi alkışlasınlar...

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.