Cinsiyet Mevzuu
Terbiyede ehemmiyetle üzerinde durulması gerekli bir husus da, çocuğa kazandırılan şeylerin korunmasıdır. Yıllarca bin bir ihtimamla onun ruhuna mal edilen şeyler, hayatın her dönemecinde ve bilhassa cismaniyetini idrak ettiği dönemde titizlikle kontrol edilmezse hebâ olup gidebilir. Çocuğun mektep hayatı, sokakla ilk teması ve kendini ilk idrak ettiği devre, bu tehlikeli dönemeçlerin başında gelir. Onun sokakla ilk temasa geçtiği devreye, daha önceki bahislerde dikkati çekmiştik. Mektebe olan alâkasını, ilerde müstakil bir bahiste tahlil etmeyi düşünüyoruz. Burada onu sadece cismaniyeti noktasından ele almak istiyoruz.
Ergenlik (büluğ) Çağı
Doğrusu bu devre muallimler içinde, ana-baba içinde en problemli ve en endişe verici devredir. Bu dönemde çocuklar müspetle doyurulup meşru çizgide tatmin edilmezlerse, elden çıkmaları mukadder, yuvaya ve ölçülerimize yeniden dönmeleri de oldukça müşküldür.
Evet, o, benliğindeki cebrî yenilenmeye karşı kalbiyle ruhuyla ele alınıp, iç âlemi iyi şeylerle donatılmaz ve hayalini saran fücûr[1] fırtınalarına karşı çevresinde faziletten bir çeper yapılmazsa, gidip bir çamur içine ârâm olması[2] muhakkaktır.
Çocuğun bu devresini bilmeyen veli ve muallimler, her gün nefsin değişik bir emriyle karşılarına dikilen çocuklarını sadece şikayet ederler. 'Efendim, bunlar hırsızlık yapıyor, yalan söylüyor, kadınlara sarkıntılıkta bulunuyor, hatta ana-baba ve öğretmenlerine karşı geliyor...' Oysa ki yapılacak şey, onu meşru dairedeki zevk ve lezzetlerle tatmin edip, içinde bin elem ve ızdırabın bulunduğu gayrı meşru[3] dairedeki keyiflerle, kalbin kirlenmesine ve ruhun örselenmesine meydan vermemektir.
Oyun, eğlence ve sporla alâkalı bölümde, gençlerin vücutlarındaki enerji fazlalığını atarak boşalmalarının ehemmiyeti üzerinde durmuştuk ve etrafında bir hayli tahşidat yapmıştık. O önemli mevzuyu oraya havale ederek burada sadece serlevha yaptığımız cinsiyet üzerinde durmak istiyoruz. 'Cinsiyet noktası' derken daha ziyade, ferdin arzuları ve iştihalarıyla kendi kendini bulması ve bilhassa şehevî hislerinin baskısı altına girmiş olmasını kastediyoruz.
Bazı istisnai durumlar olsa bile, cinsî arzuların ağırlığı buluğ çağıyla başlar ve gün geçtikçe derinleşir, buutlaşır ve ferdin müstakim hareketlerinde titreşimler meydana getirir. Fevkalade fıtratlar dışında bu durum herkes için hemen hemen aynıdır.
Çocuk bu devrede, yüce ideallerle kanatlanmış, her gün değişik bir iklime ruhunun ilhamlarını götürüp resmetmekle meşgul değilse, kalbi tamamen öbür âlemlerle alâkalı ve ruhu semalar ötesi ses ve soluklarla rezonans olamamışsa; milletini kucaklayıp dünyada cennetlere, ahirette sonsuz nimetlere ulaştırma iştiyak ve neşvesiyle dolmamışsa kendi beşerî isteklerinin baskısı altına girmemiş olması düşünülemez. Bu itibarla, erkeğin erkekliğini, kadının kadınlığını hissettiği andan itibaren gençlerin evlendirilmeleri en tabii bir yol ve mecburî istikamettir. Elverir ki, taraflarda veya ikisinden birinde cinnet ve sâri illetler gibi evliliğe mâni bir ârıza bulunmasın.
Evlilik Meselesi
Evet, şartlarını haiz ve evlenmeye mani bir durumu olmayanlar için, gözü haramdan, kalbi yaralanmadan ve hayali fıska[4] girmeden korumanın en makul yolu izdivaçtır. İzdivaç, ana-babanın çocuğa karşı yapmakla mükellef oldukları bir vazife, çocuğun da kendini derleyip toparlayacağı ve o sayede bir kısım arzularını zabt u rabt altına alabileceği emniyetli bir yön değiştirmedir.
Ana-baba, mürşit ve terbiyecilerin, bu dönemde çocuk üzerindeki tecessüsleri çok mühimdir. Bir tomurcuk gibi yaprak yaprak çocuğun açılıp saçıldığı bu devrede onun durumunu iyi sezer, tespit eder ve vaktinde mualecede bulunursa, zuhuru muhakkak bir kısım marazî ruh haletlerini ve depresyonlarını önceden engellemiş olurlar. Aslında böyle bir sezme ve tespit yapılamamış ise, endişe verici bir kısım hususların meydana gelmesi kaçınılmaz olur. Kaldı ki zahidine[5] düşünceler içinde dahi olsa 'tebettül' yani izdivaç ve aile hayatından kasdi olarak uzaklaşma asla tecviz edilmemiştir. Evet, niyetler ulvî dahi olsa, gayri tabiî yollarla beşerî istekleri önlemeye çalışmak, fıtratla çatışma ve ilahî hikmete aykırıdır. Hele bu mücerret kalışın zayıf karakterlerdeki su-i istimallere sebebiyet vermesi, çok şeylere yol açması ve kısmî cinnetlere saik bulunması düşünülecek olursa, evlilik; yapıcı, kurtarıcı ve ferdin hayatını düzenleyici en birinci faktörlerden biri olarak karşımıza çıkar.
Ne var ki, bazen uygun olmayan bir evlilik de, en az bekârlık kadar zararlı olmaktadır. Bu cümleden olarak erkeğin; kadını, fıtratı dışındaki şeylere zorlaması; kadının da erkeği, hizmetten alıkoyması, çekip eve bağlaması, evle iş yeri arasında gelip giden bir makine haline getirmesi, ona bol bol fantazi, lüks ve israf tekliflerinde bulunması, hatta onu gecelerdeki kulluk neşve ve zevkinden mahrum bırakması... gibi hususları sıralayabiliriz. Ve bunlar, günümüzün evliliklerinde hiç de azımsanmayacak kadar mebzul[6] bulunmaktadır. Ancak, böyle bir aile dezarmonisini bütün bütün evlilikte aramak da katiyen doğru değildir. Belki böyle bir aile keşmekeşliğinin arkasında, evvela uygun olmayan evlilikler, sonra da erkeğin kadınlaşması ve kadının da erkekleşmesi gibi faktörlerde aramak daha uygun olacaktır. Asalet, soy, sop, düşünce istikameti ve akîde hesaba katılmadan yapılan nice evlilikler vardır ki, bir trajedi olarak sürer gider; çok defada acı bir dramla sona erer.
Erkeğin kadınlaşması, kadının erkekleşmesi ise, asrımızın illetlerinden öyle lânet bir hastalık halini aldı ki, gayri, kalp ve kafa izdivacına muvaffak olanlardan başkasının bu illetten kurtulması hemen hemen imkânsız gibidir. Yoksa, Yüce Yaratıcının koyduğu fıtrat kanunları bunu âmir ve nurlu beyanı da bunu aydınlatıcı olduktan sonra, artık değişik bir ifadede bulunmak ne kimsenin hakkı, ne de salahiyetidir.
Evet, gençler evlilik çağına geldiklerinde-bahsedilen ârızalarla malul değil iseler-behemehal evlendirilmeli ve böylece haramlardan, su-i istimallerden korunmalıdırlar. Buna iktidarı olmayanlar ise, hiç olmazsa belli bir süre için, yani evlilik imkânlarını elde edecekleri ana kadar, perhiz, gıda-rejimi ve oruç gibi ruhu yücelten ibadetlerle etraflarına birer çeper yaparak kendilerini muhafaza etmeye çalışmalıdırlar. Yoksa, istediği gibi yeme-içme ve gerektiğinden fazla istirahat etmenin yanında bir bekârın iffet ve ruh nezahetinden bahs açmak oldukça zordur. Hele, beşinci kol faaliyetlerinin bir baştan bir başa ülkemizi işgâl ettiği günümüzde...
[1] Fücûr: Günah. Hak yolundan çıkıp isyana düşmek.
[2] Ârâm olmak: Karar kılmak.
[3] Gayrı meşru: Kanunsuz iş.
[4] Fısk: Haddini tecavüz etmek. Allah'a isyan ederek doğru yoldan sapıp çıkmak.
[5] Zâhid: Dünya süs ve makamlarından feragat eden kimse. Muttakî. Zahidâne: Zâhide yakışır surette.
[6] Mebzûl: Bol. Ucuz.
- tarihinde hazırlandı.