Kırklareli Günleri: Ekrem Tan Anlatıyor
- Ekrem Tan kimdir? Kısaca kendiniz hakkında bilgi verir misiniz?
Babamın adı Hasan, ailece Selanik'ten muhacir olarak Kırklareli'ne gelmişler. Ben 1931 yılında Uzunköprü'de doğmuşum. Üç erkek bir kız olmak üzere dört kardeşiz. Babam kahvecilik yapardı. İlkokulu üçüncü sınıfa kadar okudum. O zaman imkan olmadı, sonra imtihana girip beşinci sınıf diplomamı aldım. İlkokuldan sonra bakkal kalfası olarak tezgahtarlık yapmaya başladım.
1951 senesinde askere gittim. İki sene sonra geldikten sonra kendim bir bakkal açtım. Sonra perakende ve toptan olmak üzere gıda işiyle uğraşmaya başladık. Uzun yıllardan beri aynı dükkanda toptan gıda işletmeciliği yapıyoruz. 1958 yılında eşim Aynur hanımla evlendim, iki oğlum bir de kızım var.
Dinle ilgili vecibelerimizi ninemden yani babamın annesinden öğrendik. Evliya gibi bir kadındı, Allah rahmet eylesin. Kur'an'ı öğrenmiş ve hatmetmiştim. Namaz da kılıyordum fakat zamanla aksatmaya başladık. Bazen kılıyor, bazen kılmıyorduk. Ne zaman Fethullah Hoca Kırklareli'ne geldi o zaman kuvvetlendirdik ibadetlerimizi.
- Fethullah Hocaefendi'den önce Risale-i Nurlarla ilgili kimleri tanıyordunuz?
Biz Hocaefendi'den önce Abdülhamit Oruç hocayı tanıdık. Kısaca "Hamit Hoca" deriz kendisine. Ondan önce de Pınarhisar Çimento Fabrikası'nda çalışan Ramazan Usanmaz adında bir arkadaş vardı. O bizi Risalelerle tanıştırdı. Çeşitli davaları vardı, Bekir Berk gelirdi davalara. Birgün Ramazan Bey'in dükkanında sohbet yapılıyordu. Almış eline Birinci Sözü okuyordu. Okudukça ben epey etkilendim. Sonraki günlerde yine sohbetlere devam ettik. Hamit Hoca Kırklareli'ne geldikten sonra o da gelmeye başladı oraya. Hamit Hocanın derslerini kaçırmadık. Daha sonra Fethullah Gülen Hocaefendi gelince işin esasını ondan öğrendik. Risale-i Nurdan Altıncı Söz ve Otuzuncu Söz çok dikkatimizi çekmiştir. Biz, en çok sözlerden etkilendik. Risale-i Nurla ilgili yerde bir kağıt parçası dahi bulsam alır okurum. Daha sonraları Üstadın talebelerinden Muzaffer Arslan geldi Kırklareli'ne. Hocaefendi'yi çok severdi. Onunla da görüşmelerimiz oldu.
- Hocaefendi Kırklareli'ne gelince nasıl bir değişiklik oldu hayatınızda?
Hocaefendi 1965 yılı yaz aylarında Kırklareli'ne geldiğinde bizim dini yaşantımız yoktu. Dini hayatımızı yaşamaktan çekiniyorduk. Hocaefendi gelince ona çok karşı çıkanlar ve baskı yapanlar oldu. Ama Hocaefendi onlarla hiç münakaşa ve kavga etmedi. Camiye gelen insanlara güzelce işin özünü ve meselenin doğrusunu anlatıp namaza devam etmelerini söylerdi. İlk günlerde namazları aksatıyordum. Abdülhamit Hoca ile beraber dükkanlarımıza gelirlerdi. "Ne oldu Ekrem abi bugün göremedik seni camide" derdi. Çok samimi ve ihlaslı idi. Namaza çok ehemmiyet verirdi, bir sabah namazı dahil göreve gelmediği gün yoktur. Mesela bir yere yolculuk yapacaksa namaz vakitlerini ona göre ayarlardı. İstanbul'a gidecekse önce biletini Çorlu'ya kadar alırdı. Orada namazını kılar ve tekrar başka bir otobüsle İstanbul'a giderdi.
Sarhoş bir adam bile olsa onunla ilgilenmekten geri durmazdı. Ona anlata anlata sonunda içkiyi bıraktırır ve namaza başlatırdı. İnsana baktığı zaman derinden ve dikkatli bakardı. Tepeden tırnağa kadar adamı süzerdi adeta. Sık sık "Ala küllihal öleceksin" derdi.
- Hocaefendi'nin Kırklareli'ndeki faaliyetlerinden bahseder misiniz?
İnsanların üstüne gitmedi, yaralarımızı adeta merhem sürer gibi tedavi etmeye çalıştı.
Hocaefendi'nin bu üslubunu anlayanlar ondan sonra devamlı sohbet ve vaazlarına gitmiştir. Evinde de sohbetler eder, esnafları dolaşırdı.
O sıralarda Edirne'de mahkemeleri devam ediyordu. Bizi bir defasında oraya götürdü. Hamit Hoca da gelmişti. Kırklareli Yeni Mahalle'den bir avukat vardı Abdülhalim adında. Beni Edirne adliyesinde görünce şaşırdı. "Ne işin var senin buralarda, bunlar tehlikeli insanlar" dedi bana. Tabii böyle dedikten sonra bu avukat Fethullah Hoca'yı görünce korktu ve sustu. Dünyalık insandı.
Duruşmada aleyhte şahitlik yapan bir genç vardı. Hocaefendi hakkında bir sürü sayıp döktü. Fethullah Hocadan ayrı olarak camide görevli olan Ekrem Aktaş Hoca da vardı duruşmada.
Ağır Ceza Hakimi Orhan Bey, o şahide: "Tamam şimdi sen otur, ben şimdi hakkında konuştuğun hocayı sana göstersem tanır mısın, bu söylediklerini yüzüne söyler misin?" dedi.
Şahit: "Belki tanırım" dedi.
Hakim, Fethullah Hocaefendi'ye "kalk" dedi. Hocaefendi kalktı ayağa boylu poslu. O aleyhte şahitlik yapan genç oturduğu yerden şöyle bir baktı Hocaefendi'ye...
Şahit birden telaşlandı ve kekeleyerek "Eeeeeeefendim vaaz sırasında ben arkalarda oturuyordum" dedi.
Fethullah Hocaefendi, hakimden izin alarak şahide "bir soru sorabilir miyim?" dedi.
Hakim: "sor" dedi.
Fethullah Hocaefendi: "O gün Bayram namazı kılınıyordu. Caminin imamı Ekrem Hoca hutbe verdi, ben vaaz verdim. Birimiz vaaz verdi, birimiz hutbe okudu, söyle bakalım o cümleyi ben mi söyledim" diye gence soru yöneltti.
Bu soru üzerine genç "ben arkalardaydım, görmedim" deyiverdi. Aslında böyle bir cümleyi Hocaefendi'nin söylemediği ortaya çıktı. Böylece bir mahkemeyi görmüş olduk. Kırklareli'ne dönüşte Kırkpınar meydanındaki çayırda Hocaefendi bize ziyafet vermişti.
- Hocaefendi'nin Kırklareli'nde görebildiğiniz kadarıyla nasıl bir hali vardı, davranış ve kişiliği hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Hocaefendi'yi bazen mevlitlere çağırırlardı. O da icabet edip gider, Kur'an okur sohbet ederdi. Mevlidin sonunda hediyelik gömlek, havlu veya para gibi şeyler verirlerdi. Hocaefendi hediye verenleri kırmadan alır, hemen orada gördüğü fakir birilerine verirdi. Hiç alıp da götürdüğünü görmedik.
Esnafı gezmeyi ihmal etmezdi, mutlaka her gün birer ikişer esnaf arkadaşın dükkanına uğrar sohbet ederdi. Evine giderdik sohbet dinlemeye. Evindeki sohbetler daha farklı olurdu. Evindeki sohbette bir gün 30-40 kişi kadar insan toplanmıştı. Derslere çok değişik insanlar onu dinlemeye gelirdi ve de çok soru sorarlardı. Cahili, okumuşu, esnafı hep beraber olurdu. Hocaefendi değişik insanlarla geçinmesini bilen bir insandı. Onları dışlamazdı. Hatta bir gün 30-40 kişilik bir ev sohbeti esnasında gelenlere şöyle bir baktı ve Deli Mehmet diye bir arkadaşı gördü. Hiç bir şey söylemeden başını önüne eğdi ve öylece düşünür vaziyette bir müddet bekledi. Hocaefendi hemen onu fark etti. İyi niyetli bir arkadaştı ama biraz ortalığı karıştırmak istiyordu. Fethullah Hocaefendi, Abdülhamit hocaya "Onyedinci Sözü oku" dedi. O adama cevap olabilecek konuyu hemen anladı. Zaten gelen insanlara ne anlatılması gerektiğini çok iyi biliyordu. Çok yapıcı bir yanı vardı. Kırmadan dökmeden işi yoluna koymayı bilirdi. Bir problem varsa kesip atmadan o yarayı adeta merhemle tedavi ederdi.
Bizim burada bir mahkememiz oldu. Komünizmle Mücadele Derneği'nin faaliyetleri kapsamında "Türkiye Neden Geri Kalmıştır?" başlıklı bir konferans tertip etmiştik. Hocaefendi o zaman gelmemişti daha. Oraya İstanbul'dan konuşmacılar çağırdık. Cihad Tenekelerinin sahibi Halil Küçük vardı. O konferans esnasında solcular müdahale ettiğinden orada olaylar çıktı ve iş mahkemeye intikal etti. İşte o mahkemeye, Hocaefendi manevi bir destek olmak amacıyla dinleyici olarak geldi.
Bir defasında İstanbul'da bir siyasi liderin mitingine gitmiştim. Biraz siyasete ilgim vardı. O mitingten döndükten sonra orada duyduklarımı ve o siyasi liderin dediklerini Hocaefendi'ye anlatıyorum. O beni sabırla dinliyor. Evet, evet diyerek başını sallaya sallaya beni dinliyordu. Ben devamlı anlatıyorum. Sonra başını çevirdi, "dediklerini tekrarlar mısın? ben biraz dalar gibi olmuşum" dedi. Bizi yoklar, böyle hoşuna gitmediği şeylerde bile insanı dinlerdi fakat bizim o konuda samimi olup olmadığımızı bir daha dinlemek isterdi.
Hele birisi hakkında yapılan dedikoduya hiç kulak vermezdi. Mesela ben şimdi onun yanına gitsem, "hocam filanca adam şöyle namussuz, böyle adi" desem hiç cevap vermeden dinler, sonra alçak sesle kulağıma eğilir "tanıyor musun, bu hakkında laf ettiğin adam kimdir?" derdi. Ben diyorum ki filanca arkadaş. Hiç bir şey söylemiyordu. Yani bizim hakkında laf ettiğimiz adamı tanıyıp tanımadan ileri geri konuşmamızı ve gıybet etmemizi istemiyordu. Şikayeti dinleyip de "doğru söyledin, iyi etmişsin" dediğini ben duymadım.
Hocaefendi sohbet ve vaazlarında özellikle sahabeden örnekler verir ve İslam'ın yayılmasında önde gelen önemli şahsiyetler özerinde dururdu. Biz de kendi aramızda bir araya geldiğimizde bazı arkadaşlar "yahu bu hoca niye Arap paşalarından örnekler veriyor, bizim paşalarımız yok mu?" derlerdi. Tabii ilk defa duyanlar anlayamıyorlardı Hocaefendi'yi. Zamanla onlar da aramızda olmuşlardır. Benim evimde çok sohbetler etmişizdir.
Bir diğer hususiyeti Hocaefendi titiz ve temizliğe çok dikkat ederdi. Bazen yemek için lokantaya beraber gittiğimiz olurdu. Öyle her şeyden yiyeyim diye bir huyu yoktu. Et konusunda dikkatli idi. Çorba, sebze ve yoğurt gibi şeyleri tercih ederdi.
Herhangi bir vefat olduğunda cenaze yıkanırken orada bulunur ve büyük bir tefekküre dalardı. İnsanı baştan aşağı süzer ve hiçbir şey konuşmazdı. O gibi durumlarda adeta hal diliyle konuşurdu.
Cevşen-i Kebir duasını sürekli okurdu. İhlas Risalesini ekseriyetle derslerde okur ve anlatırdı. İhlas biliyorsunuz bu hizmetin ana kemiği. Biz tesbihatı, Cevşeni, ihlası ve Risaleleri Hocaefendi'den öğrendik. Bütün işi namazda toplar, namaza çok ehemmiyet verirdi.
Ders esnasında, sohbette veya vaazda anlattığı konuya yoğunlaşmamızı isterdi. Çünkü bunları anlarsanız dışarıda sıkıntı çekmezsiniz, orada mürşit varmış, burada şeyh varmış deyip arkasından gidip yol aramazsınız derdi. Bunları anlarsanız rahat edersiniz derdi. Hakikaten de Risale-i Nurları anlayan bir adam başka şeye gerek duymaz.
- Son olarak Hocaefendi'ye ne söylemek istersiniz?
Fethullah Hocam, Allah ona şifalar versin, çok sevdiğimiz bir insan. 40 yıl oldu Kırklareli'nden gideli hâlâ etkisinden kurtulamıyoruz.
Bununla ilgili bir şey anlatayım. Birgün İstanbul Eminönü'nde idim. O gün sabah namazına kalkamamıştım. Otobüs yazıhanesine gidecektim, taksiden indim. Kafamda nefsi ve kötü bir istek var. Ne yapmayı düşünüyordum bilemiyorum şimdi. O anda yanımda biri peyda oldu. Aynı kılığı kıyafeti ile Fethullah Hocaya benziyordu. Ben nereye o da oraya, ben nereye o da oraya, hep böyle nereye gittiysem gölge şeklinde peşimden geldi. Ben kalabalıkta insanları çarparım diye sağa sola hareket ederken o hiç çarpmadan devam ediyordu peşimde. Bende aldı bir korku ve titreme. Sonra bir sokaktan bir yere daldı o gölge. Ben de orada ter içinde komaya girip yere yığıldım. O anda öyle bir durum yaşadım ve gitmek istediğim yere gitmekten vazgeçtim. Hocaefendi'nin tesiri ve etkisi peşimizdeydi.
Kendisini çok seviyoruz, selamlarımızı gönderiyoruz. Ona dua ediyoruz, bizi de unutmasın...
- tarihinde hazırlandı.