Çağdaş Türkiye'de Devlet, Hukuk, Sivil Toplum ve İslam Yaklaşımları
Sivil İslam: Gülen ve Teşvik Ettiği Hareket
Fethullah Gülen İslami konularda fikirler ortaya koyan, yazılar ve şiirler yazan bir düşünce ve ilim adamıdır. O Türkiye'deki pek çok insana, modern bilimlerle, ahlaki ve metafizik düşüncenin uzlaştırılarak birlikte ele alındığı eğitim müesseseleri kurma konusunda ilham kaynağı olmuştur. Onun gayretleri Gülen Hareketi diye isimlendirilen salt inanç yörüngeli, sınırları son derece açık ve belirlenmesi zor bir kolektif gönüllü oluşumu netice vermiştir. Gülen'in, sayıları milyonları aşan takipçi ve sevenlerinin hacim ve boyutunu tam olarak kestirmek güçtür. Fakat ülkedeki en geniş katılımlı sivil hareket olduğu hemen herkesçe kabul edilmektedir. Ve Gülen şimdilerde Türkiye'deki kanaat önderlerinden biri olarak tanımlanmaktadır.[1]
Gülen'in söylemlerinin şu ana kadar Türkiye'nin ve içinde bulunduğu bölgenin geleceğinin şekillenmesinde ciddi etkilerinin olduğu ve gelecekte de olmaya devam edeceği ortadadır. Onun söylemlerinin dönüştürücü etkisi öncelikle ve esas olarak onun adıyla anılan hareketin içinde gözlenebilir. İkinci bir esas olarak, bu dönüşüm daha geniş sosyal çevrelerde etkisini daha uzun bir süreçte (la longe duree) gösterecektir. Türk toplumunda belli konularda bir değişim görülmektedir ve bu değişim Gülen'in son 30 yılda savunduğu söylemler doğrultusunda gerçekleşmektedir.
Gülen, farklılığı ve çoğulculuğu eşyanın tabiatının bir yönü olarak görmektedir. O bu farklılıkların kabul edilmesini ve açıkça üzerinde durulmasını salık vermektedir. Onun inandığı yaklaşıma göre, inancı medeni dünyada yayabilmenin yegane yolu ikna metodundan geçmektedir. Hoşgörü ise bu bakış açısındaki sihirli kelime ve uygulama olarak kendisini göstermektedir.[2]
Gülen'in katiyetle inanıp ifade ettiğine göre Türk Milleti İslamı kendine has bir üslupla yorumlayıp hayata geçirmiştir ve bu üsluba da Türk İslamı adı verilebilir.[3] Gülen bu konudaki görüşlerini aşağıda açıkça ifade etmektedir:
Hanefi anlayışı ve İslam'ın Türk usulü yorumu İslam coğrafyasının dörtte üçünde hüküm fermadır. Bu anlayış bana çok sevimli ve sıcak gelmektedir. Siz isterseniz buna Türk İslamı diyebilirsiniz. Ben bunda dinin esasları yönüyle ciddi bir sakınca görmediğimden, bunun herhangi bir kimseyi kıracağını da sanmıyorum.[4]
Türk Milleti, yoruma açık olan kısımlarda İslam'ı yoruma tabi tutmuştur... ve İslam geniş bir alanda hüsn-ü kabul görmüş ve büyük devletlerin dini olmuştur. Bu sebeple, Türkiye Müslümanlığı ifadesi uygundur. Meselenin bir başka yönü de, Kur'an ve Sünnet'e ciddi adanmışlığın yanında, Türk insanı her zaman İslam'ın ruhi yönü olan tasavvufa açık yaşamıştır.[5] Türk İslamı, Kur'ân ve Sünnet'te tarifi yapılan değişmez temel prensiplerden oluşurken, bir yandan da Türk Tarihi boyunca tasavvufla birlikte İslam'ın yoruma açık yönlerinin ele alınması ile oluşan form ve şekillerini içine alır... Bu nedenledir ki Türk İslamı hemen her zaman daha geniş, daha derin, daha hoşgörülü ve kuşatıcı olarak sevgi üzerine bina edilmiştir.[6]
Gülen, Selçuklu ve Osmanlı Devletleri'ne göndermede bulunarak, onlarda bulunan dini çoğulculuk pratiğine dikkatleri çekmektedir:
İslam Alemi, Yahudilerle ilişkilerinde iyi bir örnek sergilemiştir, hemen hemen hiçbir ayrımcılığa rastlanmamıştır ve soykırımlar da olmamıştır. Bununla birlikte, İspanya'dan sürüldüklerinde Osmanlı Devleti'nin onları kucaklaması misalinde görüldüğü gibi, Yahudilere başları sıkıştığında her zaman dost ve yardım eli uzatılmıştır.[7]
Bu zamanlarda yasal manada çoğulcu bir sistem var olmuştur. Gülen, ülke içindeki Müslümanlar söz konusu olduğunda da kanundan ve kültürel çoğulculuktan yana tavır koymuştur. Bu bağlamda, mesela Gülen, 'Aleviler kesinlikle Türk kültürünü zenginleştirmektedirler.' diyerek Alevileri kendi kimliklerini muhafaza edebilmeleri için sözlü kültürden yazılı kültüre geçmeleri konusunda teşvik etmiştir.[8] Aynı tonda Gülen şöyle demektedir:
Alevilerin toplantı ve ibadet yerleri desteklenmeli ve korunmalıdır. Bizim tarihimizde, pek çok yerde, bir sinagog, bir kilise ve bir cami yan yana durmuşlardır.[9]
Gülen'e göre, demokrasi birtakım eksikliklerine rağmen günümüz şartlarında yürütülebilecek yegane politik sistemdir ve insanlar demokratik kurumların modernize edilerek geliştirilmesi gayretine giderek, bireysel hak ve özgürlüklerin saygı duyularak korunduğu, ve fırsat eşitliğinin herkes için aynı olduğu bir toplumun inşasının yalnızca bir rüya olmadığını ortaya koymalıdırlar. Zira, insanoğlu henüz demokrasiden daha iyi bir idari sistem oluşturamamıştır.[10]
Keza, Gülen demokrasinin günümüzde politik ve idari bir sistem olarak dünyaya bırakılan tek alternatif olduğunu ileri sürmektedir. Onun anlayışında demokrasi güncel haliyle ulaşılmış ideal son nokta değil, fakat 'sürekli geliştirilen ve yeniden gözden geçirilen bir mahiyet arz etmektedir'.[11]
İfadelerine göre 'demokrasi geri dönüşü olmayan geliştirilip olgunlaştırılması şart olan bir süreçtir... Bir gün demokrasi çok yüksek bir seviyeye ulaşacaktır. Fakat bizler zamanın yorumunu beklemek durumundayız'.[12]
Benzer bir üslupla devam ederek:
Demokrasi zamanımızı geliştirdi. Aynen pek çok farklı aşamalar geçirdiği gibi, kendini ispat etmek için gelecekte de başka aşamalardan geçecektir. Süreç boyunca, o doğruluk ve gerçeğe dayanarak daha insanî ve adil bir sisteme dönüşecektir. Eğer insanoğlu varlığının ve ruhi ihtiyaçlarının manevi boyutları ihmal edilmeden ve insan hayatının sadece bu ölümlü hayatla sınırlı olmadığı, bütün insanların ebediyete ciddi iştiyak duydukları unutulmadan bir bütün olarak ele alınacak olursa, demokrasi mükemmellik zirvesine ulaşabilir ve insanlığa daha çok mutluluk getirebilir. İslam'ın eşitlik, hoşgörü ve adalet prensipleri demokrasinin bu zirveye ulaşmasında ona yardımcı olabilir.[13]
Gülen bu perspektifler doğrultusunda İslami bir yönetim ve demokrasi arasında bir zıtlık görmemektedir:
İslam fertleri ve toplumları kendi kaderlerinden sorumlu tuttuğundan dolayı, insanlar kendi idarelerinden sorumlu olmak zorundadırlar. Kur'an topluluklara 'Ey insanlar!' ve 'Ey iman edenler!' şeklinde hitap etmektedir. Modern demokratik sistemlere bırakılan vazifeler İslam'ın topluma yüklediği ve önem derecelerine göre 'mutlak ihtiyaç, izafi olarak ihtiyaç ve yürütülmesi tavsiye edilebilir' diye tasnif ettiği şeylerdir. İnsanlar bu vazifeleri eda etmek maksadıyla lüzumlu müesseseleri kurmada birbirleriyle işbirliğine giderler. Hükümetse bu müesseselerden müteşekkildir. Yani, İslam içtimai sözleşme üzerine müesses bir hükümet tavsiye eder. İnsanlar yöneticileri seçerler ve meseleleri müzakere etmek için kurullar oluştururlar. Ve aynı zamanda, toplumun tamamı bir bütün olarak, idareyi denetleme işine iştirak ederler.[14]
İslam Gülen için uygulamaya geçirilecek politik bir proje değildir. Aksine o, adil ve ahlakî bir toplumun ortaya konabilmesi için elzem bir söylemler ve uygulamalar hazinesidir. Bu doğrultuda Gülen şöyle demektedir:
İslam değişmez belli bir yönetim şekli veya onu şekillendirme adına belli usuller vaz etmez. Bunun yerine, İslam yönetimin tip ve şeklini zamana ve şartlara göre belirlemeyi insanlara bırakarak, bir yönetimin genel karakterini belirleyen temel prensipleri ortaya kor.[15]
Kendisi dinin politikaya alet edilmesi konusunda eleştirel bir tutum sergilediğinden, Türkiye'deki politik İslam yaklaşımlarını, politikalarını, uygulamalarını, retorik ve söylemlerini ciddi biçimde tenkit etmektedir. Yani Gülen herkesi seçimlere katılarak oy kullanmaya teşvik ederken, hiçbir zaman bir parti veya adayın adını telaffuz etmemektedir.Dürüstlük, gerçek demokrat olma, işe ehil olma, sosyo-politik şartlar gibi diğer temel dinamikleri ortaya koymakla yetinmektedir. Bir insan herhangi bir partide bu türden adaylar bulabilir. Günün sonunda, her seçmen bu şekilde davransa, seçilen bütün adaylar parti farkı gözetilmeksizin Gülen'in ideallerine uygun kimseler olacaktır. Dahası, onun partiler üstü söylemi toplumu oluşturan her kesim tarafından kabul görmektedir.
Yukarıda ifade edildiği gibi, Gülen Anadolu İslamı veya Anadolu Tasavvufu diye isimlendirilebilecek hoşgörüye ve Türk modernliğine özel bir vurgu yapan bir yaklaşımı savunmaktadır. İslam'ın modern dünyayla bir karşıtlık içinde olmadığını da vurgulayan bu söylem, İslam'ın Suud ve İran tarafından ele alınan şekillerine veya imajlarına bir alternatiftir.
Onun söylemi, her ne kadar kendisi İslam'ın zaten ılımlı olduğunu ifade ederek bu tanımlamayı şiddetle reddetse de, bir tür 'ılımlı İslamı' temsil etmektedir.
New York Times gazetesinin sorularına yazılı olarak verdiği cevaplarda 'bir İslami rejim kurma gayretinde olmadığını, fakat idarenin etnik ve ideolojik farklılıklara ayrımcılık için bir sebep olarak değil de, bir kültürel mozaik olarak yaklaşması için harcanan çabaları desteklediğini' ifade etmiştir.[16]
Demokratik Sol Parti'nin lideri olarak başbakan olduğu dönemde Bülent Ecevit, Gülen'i ve faaliyetlerini desteklemiştir. Pek çok ortamda bu faaliyetleri açıkça övmüş ve yüceltmiştir. 2000 yılında Davos'ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'na katıldığında, konuşmasında dünyanın değişik yerlerinde eğitim veren Gülen okullarının önemine vurgu yapmış ve bu okulların Türk kültürüne nasıl destek olduklarının altını çizmiştir.[17] Ofisinde Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın temsilcilerini kabul ettiğinde, kendisinin bu okulların Türk kültürünü 600 yılda Osmanlı Devleti tarafından ulaşılamayan sınırlara kadar ulaştırdığına inandığı için bu okulları desteklediğini yeniden ifade etmiştir.[18]
Pek çok ilim adamı 'Gülen'in insanların manevi ihtiyaçlarına hitap etmeyi, kitleleri terbiye etmeyi ve karışıklık zamanlarında istikrara katkıda bulunmayı amaçlayan kadim tasavvuf geleneğinin devamı niteliğinde olduğu' konusunda hem fikirdirler. Gelmiş geçmiş tasavvuf ehlinin çoğu gibi (13. yy.'ın zirve ismi Mevlana da dâhil), Gülen'in de politik bir güç elde etme peşinde olduğu şüphesine düşülmüştür. Halbuki bu apolitik duruşta meydana gelebilecek en ufak bir değişiklik evvela Gülen'in adıyla anılan harekete zarar verecektir.'[19] Her ne kadar Gülen hemen her fırsatta politik hedefleri olmadığını, dinin politikaya alet edilmesine şiddetle karşı olduğunu, onun yaklaşımında temel vurgunun bireye olduğunu ikrar etse de; Gülen'i ve hareketini devlete karşı potansiyel bir tehdit olarak göstermek isteyen çevreler halen bulunmaktadır.
Yukarıda da işaret edildiği gibi, Gülen farklılığı ve çoğulculuğu tabii bir hal olarak görmektedir; ve bu farklılıkların kabul edilip açıkça üzerinde durulmasını istemektedir. Bu bağlamda kendisi dinler arası diyalog çalışmalarının da kararlı bir destekçisidir. Kur'an'da bazı Yahudi ve Hıristiyanların 'hakikat'e karşı düşmanlıklarını ve inatçılıklarını ifade etme adına istimal edilen üslubun bütün dönemlerdeki her bir Yahudi ve Hıristiyan için kullanılması gerektiğini gösteren bir kural olmadığını söylemektedir;
Geçmiş dönemlerde, belli Hristiyan ve Yahudilerin apaçık gerçek karşısında gösterdikleri inat, ayak direme ve düşmanlığı ifade için Kur'an'ın kullandığı aynı üslup, bugünün Yahudi ve Hristiyanları için de kullanılacak diye bir şart, bir mecburiyet olamaz. Bu tür ayetlerde sübût-u kat'iye arandığı gibi, delâlet-i kat'iye de aranmalıdır. Yani, bu ayetlerin Kur'an ayeti olduğu kesindir. Fakat o ayetlerin ilk günden bu yana her Yahudi ve Hristiyanı içine aldığı kesin değildir.[20]
Onun görüşüne göre, bir mümin her türlü düşünce ve sistemle muhavere içinde olmak zorundadır; Mevlânâ'nın pergel metaforunda ifade ettiği gibi 'bir ayağı inancın merkezinde sabit kademken, diğer ayağıyla diğer milletlere mensup insanlara ulaşmalıdır.'[21] Bu maksatla Gülen 1994 yılında toplumun bütün kesimleri arasında diyalog ve hoşgörüyü teşvik eden Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın kurulmasına öncülük etmiştir.
Gülen, küreselleşmenin doğurduğu tehdit ve fırsatlara karşı politikalar üretme konusunda da hayli pratik ve atik bir tutum sergilediğinden, onun başlattığı diyalog çabalarının bu yönden de ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Kendisi Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğine de sıcak bakmaktadır.[22] İfadelerine bakıldığında 'Avrupa ve Türkiye karşılıklı bir mutabakata ulaşırlarsa, gelecek daha ümit verici olacaktır. Bu ise ancak bir gözü kendi dünyalarında diğer gözü ise tüm genişliğiyle dünyanın geri kalan kısmında olan zeki insanlarla olabilecek bir şeydir';[23] demektedir.
Gülen Türk insanlarını Türkiye'nin şerefli temsilcileri ve büyükelçileri olma adına yabancı ülkelere göç etmeye teşvik etmektedir. Gülen'in söyleminde gerçekçiliğin payı büyüktür. O sık sık uluslar arası arenada Amerika Birleşik Devletleri'nin halihazırdaki lider konumuna işaret etmekte ve bu ülkenin diğer anti-demokratik büyük ülkelere kıyasla daha iyi bir alternatif olduğunu ifade etmektedir.[24]
Gülen'in söylemi sadece retorik düzeyde kalmayıp, pratikte, bütün sevenlerini de çerçevesini çizdiği idealleri gerçekleştirmeye teşvik etmektedir. Gülen'i entelektüel bir lider olarak benimsedikten sonra, sevenleri kendilerini Onun söylemine adapte ederek, onun görüşlerini takip etmektedirler.
Gülen'in takipçileri pek çok vakıf müesseseleri kurmuşlardır; hatta bazı sempatizanların eğitim hizmeti veren şirketleri vardır.[25] Özellikle Türkiye'nin dışında Gülen'in mesajlarını takip eden iş adamları eğitim alanında çok aktiftirler. Bu iş adamları '50'den fazla ülkede sayıları 300'ü aşan okul açarak geniş bir eğitim sistemi'[26] inşa etmişlerdir.
Gülen hareketi genel olarak ılımlı olarak nitelenmektedir, ve aynı zamanda 'politik olarak katılımcı ve kolektif kimliğini oluştururken şahsi hedeflerini gerçekleştirebilme adına da kendi kendine hareket edebilen ferdin etrafında merkezileşmiş bir dünya görüşünü benimsediği için modern olarak da kabul edilebilmektedir. Bu bağlamda hareket yerel ağları ve müesseseleri, demokrasinin, insan haklarının ve pazar ekonomisinin küresel söylemleri ile ilişkilendirerek şekillendirmenin yollarını araştırmaktadır'.[27] İslam ile akıl, bilim ve modernite arasındaki bağlara işaret ederek ve Doğu ile Batı arasında öteden beri var olduğu iddia edilen çatışmayı reddederek, Gülen hareketi her seviyede eğitimi teşvik etmekte ve her geçen gün artan sayıda Türk insanına bu anlayışı benimsetmektedir.[28]
Hareket, etnik, ideolojik, dini ve kültürel geçmişleri ne olursa olsun, bütün bilim adamlarını ve entelektüelleri bir araya getirmeye çalışmaktadır. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı aynı zamanda belli konularda bir think-tank kuruluşu gibi çalışmaktadır. Abant Platformu Türkiye'nin problemlerine her kesimden bilim adamlarını ve düşünürleri bir araya getirerek çözüm bulma teşebbüsünün bir sonucudur. Bu platform yakın Türkiye tarihinde bu türden yegâne oluşumdur ve platformda düşünürler laiklik, sekülerizm, din ve akıl ilişkileri gibi hayli netameli konularda fikir birliğine varabilmekte ya da varamayabilmektedirler. Vakıf Abant kongrelerini yıllık olarak organize etmektedir ve her kongre bir deklarasyonla sonuçlanmaktadır. 1998'te konu 'İslam ve laiklik' iken, 1999'da 'din ve devlet ilişkileri', ve 2000 yılında 'hukuki yönetim çerçevesinde demokratik ülke' olmuştur.
1998 Abant Deklarasyonu laikliğin anlamını Anglo-Sakson kültürlerde uygulandığı şekliyle yeniden tanımlama gayretine girmiştir. Dahası, deklarasyon, İslami teolojiyi modern problemlere mukabele etme konusunda yeniden yorumlamaya tâbi tutmuştur. Deklarasyonda vahiy ve aklın çelişmediği; fertlerin kendi sosyal hayatlarını düzenlemek için akıllarını kullanmaları gerektiği, devletin toplumda kabul gören inanç ve itikatlara karşı tarafsız olması lüzumu, devletin hükümet etme usulünün herhangi bir dini geleneğin baskın görüşüne dayandırılamayacağı; laikliğin ferdi hürriyet ve hakları genişleterek hiçbir ferdi kamusal alandan dışlamaması gerektiği konularına yer verilmiştir.
Gülen'in söylem ve faaliyetleri tanınmış pek çok düşünce adamı ve gazeteciden destek görmüş ve görmektedir. Bunlar arasında Mehmet Altan, Ali Bayramoğlu, Mehmet Barlas, Etyen Mahcupyan, Mehmet Ali Birand, Gülay Göktürk, Taha Akyol, Cüneyt Ülsever ve Cengiz Çandar sayılabilir. Bu zevatın ortak özelliği Türkiye'nin problemlerine ancak bir konsensusa ulaşılabildiği takdirde çözüm bulunabileceği görüşünü paylaşmalarıdır. Bundan da öte, öteden beri 'radikal İslamcı' olarak damgalanan bir kısım bilim adamları şimdilerde tam manasıyla Gülen'in düşünce ve aksiyonunu desteklemektedirler.
Hareketin okulları pek çok ülkede yegâne Türk varlığı olma özelliğine sahiptir ve bu durum Türk entelijensiyası tarafından da bilinmektedir. Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı'nın yöneticisi ve Londra eski büyükelçisi Özdem Sanberk okullara liberal demokrat Türk entelektüel yaklaşımını özetlemektedir: 'Stratejik manada konuşacak olursak, okullar devlet tarafından desteklenmesi gereken bir gelişmedir, çünkü siz ancak bu sayede bu ülkelerde bir Türk varlığından söz edebilirsiniz.'[29] Dikkat edilmesi gereken şey şudur ki, hareket bu okulları açıncaya dek ne devlet, ne think tank kuruluşları, ne araştırma merkezleri, ne de akademisyenler bu türden bir uluslararası projeden teorik olarak bile söz edememişlerdi.
İhsan Yılmaz, Hukuk ve Sosyal Bilimler Fakültesi, SOAS, Londra Üniversitesi
[2] Ünal, Ali ve Alphonse Williams, Advocate of Dialogue: Fethullah Gülen, ('Diyalog Müdavimi: Fethullah Gülen'). Fairfax, VA: The Fountain, 2000, s. 254-268
[3] A.g.e., s. 54-58
[4] A.g.e., s. 52
[5] A.g.e., s. 56
[6] A.g.e., s. 43
[7] A.g.e., s. 243
[8] A.g.e., s. 67-70
[9] A.g.e., s. 67-70
[10] Yılmaz, İhsan, Muslim laws, politics and society in modern nation-states ('Modern Ulus Devletlerinde İslam toplumu, kanun ve nizam'). Aldershot: Ashgate, 2005, 8. Bölüm
[11] Gülen, Fethullah, 'A Comparative Approach to Islam and Democracy' ('İslam ve Demokrasiye Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım'), SAIS Review, Cilt XXI, No. 2 Yaz-Güz 2001, s. 133-138, 134
[12] Bkz. Ünal ve Williams, a.g.e., s.150
[13] A.g.e., s.137
[14] Bkz. Gülen, Fethullah, 'A Comparative Approach to Islam and Democracy' ('İslam ve Demokrasiye Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım'), a.g.e., s. 135-136
[15] A.g.e., s. 134
[16] Douglas Frantz, New York Times, 25 Ağustos 2000
[17] Zaman, 23 Şubat 2000
[18] A.g.e
[19] Altınoğlu, a.g.e., s. 102
[20] Ünal ve Williams, a.g.e., s. 260
[21] A.g.e., s. 206
[22] A.g.e., s. 189
[23] A.g.e., s. 58
[24] A.g.e., s. 192
[25] 'Europe: Islamic evangelists' ('Avrupa: İslami evanjelistler'), The Economist, 8 Temmuz 2000
[26] Pope, Nicole, 'An Ottoman empire of the mind' ('Fikirde Osmanlı İmparatorluğu'), 1998
[27] Yavuz, Hakan, 'The assassination of collective memory: The case of Turkey' (Toplumsal hafızanın katli: Türkiye çalışması'), The Muslim World, 89:3-4, 1999, s. 195
[28] Eickelman, Dale F., 'Inside the Islamic Reformation' ('İslami Reform Hareketinin İç Yüzü'), Wilson Quarterly 22, No. 1, 1998 Kış sayısı, s. 82
[29] Douglas Frantz, New York Times, 25 Ağustos 2000.
İhsan Yılmaz, The Muslim World, Temmuz 2005 Özel Sayısı
- tarihinde hazırlandı.