Hocaefendi ile Cem Karaca Nasıl tanıştı? - Kutup Yıldızları (3)

1994 Yılında İstanbul’da Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı kuruldu.

Aynı yılın haziran ayında İstanbul Dedeman Otel’de gerçekleştirilen Vakfın kuruluş toplantısı bir hayli ses getirmiş ve hizmet hareketinin “Kozadan Kelebeğe” geçişi olarak değerlendirilmişti.

O gün bizde Alâeddin Kaya ve birkaç arkadaşımızla Ankara’dan katılmıştık açılış toplantısına.

Hocaefendi’nin de katılacağı söylenmişti ama salonda yoktu.

Alâeddin Bey, gelmeyeceğini öğrenince Hocaefendi’yi telefonla aradı.

“Efendim bize, sizin de katılacağınız ifade edilince Kasım Gülek Bey’le ta Ankara’dan geldik” dedi.

Hocaefendi katılmayı düşünmediğini söyleyince; “O zaman biz gelip sizi ziyaret edelim” dedi.

Çok zeki bir insandı.

Kasım Gülek Bey’le Hocaefendi’nin bulunduğu mekâna gittiler. Yanılmıyorsam bu Hocaefendi’nin Kasım Gülek’le ilk karşılaşmasıydı.

Kasım Bey; “Efendim ben sizi almaya geldim. Oradaki bütün misafirler tıpkı benim gibi sizin için geldiler, müsaadenizle birlikte gidelim” demiş.

Birlikte Dedeman’a geldiler.

Oldukça mütevazı olan bu toplantı, aslında vakfın gelecekte nasıl önemli bir misyon üstleneceğine dair ciddi ip uçları veriyordu.

O güne kadar bir arada görmeye hiç alışık olmadığımız Cem Karaca, Kasım Gülek, Nazlı Ilıcak, Işılay Saygın gibi farklı simalar toplantının en dikkat çeken yanıydı.

Toplantının Sonunda Kürsüye Hocaefendi Davet Edildi.

Sunucunun ısrarı, yanındakilerin de arzulu bakışları karşısında son derece isteksiz bir şekilde yerinden kalktı ve kürsüye doğru yürüdü. Yer yer kalabalık kitlelere konferanslar vermiş olsa da; daha çok cami kürsülerine ve cami cemaatine alışkın olan Hocaefendi, oldukça farklı simalar ve kalabalık bir basın ordusu karşısında, derin bir mahviyet içeresinde başladı konuşmasına:

“Nesiller, insani melekelerini tam geliştiremediğinden dolayı mustarip, İlahi nimetleri insanca paylaşamadığından dolayı rahatsız, sevgi fakiri olduğundan dolayı da endişeli ve tedirgindir.

Toplum Kamplara Bölünmekte

Yalnızca ekonomik değil, laik-antilaik, demokrat-antidemokrat şeklinde toplumu felakete götürebilecek, iç içe geçmiş krizler yaşanmakta ve toplum kamplara bölünmektedir.

Mutedilinsanlardan Kurulu Vakfın Havayı Yumaşatacağına

Böyle bir dönemde mutedil insanlardan kurulu bu vakfın havayı yumuşatacağına, toplumdaki tansiyonu aşağıya çekeceğine inanıyorum.

Demokrasinin Onda Biri

Türkiye’de bazı kesimler demokrasinin onda bir kısmından faydalanmaktadır. Bu kesimler bu onda birle bugünlere gelebilmeyi başarmışlardır. Bundan sonra Türkiye’de ve dünyanın başka yerlerinde demokrasiden geriye dönmek mümkün olmayacaktır.

Yenidünyanın Harcı Sevgi

Eğer günümüzün düşünce mimarları yeni bir dünya kurmayı planlıyorsa, bu dünyanın harcı mutlaka sevgi olmalıdır. Evet, bu yenidünyanın insanları, canlı-cansız tüm varlığa sevgi ile yönelmeli, herkesi ve her şeyi sevgi ile kucaklamalı, gözlerini açıp kapayıp sevgi mırıldanmalıdır. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın engin medya yelpazesi içinde bu yüksek gayenin gerçekleştirilebilmesi en büyük arzumuzdur...”

Hocaefendi, Kendinden Emin Bir Ses Tonuyla Konuşuyordu;

 Konuştukça dinleyenlerin gözleri büyüyordu, dinleyenlerin gözünde Hocaefendi büyüyordu.

Sözleri tıpkı Yunus’un sözleri gibi o kadar gönüldendi ki sanki toprakların, kayaların, yosunların arasından arı-duru bir su fışkırıyor, yürekler ümit ve inşirahla doluyordu.

Bin yıllık Anadolu’nun çağdaş bir bilgesi olduğunu “kozadan kelebeğe” kanatlandığı daha bu ilk toplantıda ele vermişti.

Doğu Anadolu’nun koyun kuzu meleyişleri, böcek-kuş çığlıkları ile dolu bir köyünde doğmuş, hayâ ve ilim sahibi bu büyük âlim, son derece sade, samimi ama ciddi konuşuyordu.

Tarihimizin ve Coğrafyamızın Yoğurduğu Bir Gandi,

 Gözyaşları ile toplumun günahlarını yıkamak isteyen bir Yunus vardı karşımızda. Bu ilk karşılaşmada insanlar yeni bir ufuk ve fikirle karşı karşıya olduklarını fark ettiler.

O ufuk, dinleyenlere bambaşka bir şeyi söylüyordu, hem de güçlü bir mantık ve güçlü bir ses ve solukla söylüyordu.

Bu tarihi konuşma salondakiler tarafından dakikalarca alkışlandı. Cem Karaca, Hocaefendi’nin yanına gelerek saygılarını iletti.

Cem Karaca için son derece ilginç olan bu karşılaşmayı kendisinden dinleyelim:

“Bazıları elimin içine elini biftek gibi bırakıveriyor. Nefret ediyorum. Lakin O, elimi sımsıkı tuttu. Gözümün içine baktı. Ben de onun gözünün içine baktım. Gözünü benden kaçırmadı. O an şunu hissettim: “Bu adamın geçmişinde saklamak istediği hiçbir şey olamaz.”

Merhum Cem Karaca'nın, Hocaefendi ile ilk karşılaşmasındaki ilk intibalarıdır bunlar.

Hakan Şükür'ün Düğünü

Cem Karaca, Hocaefendi ile bir yıl sonra bir yaz akşamında Polat Rönesans Otel’in havuzlu bahçesinde Hakan Şükür ve Esra Elbirlik'in nikâh merasiminde yine karışılaşacaktı.

Yine kendi ifadeleriyle seyredelim bu muhteşem ânı:

“Biraz erken gelmiştim, bahçenin bir köşesinde metruk bir halde bekliyordum.

Etrafta tanıdık birkaç sima vardı ama pek samimiyetim yoktu onlarla. Galatasaraylı Emre vardı az ileride. Sonra Bülent’i görebiliyordum. Ama dedim ya konuşabilecek samimiyetim yoktu onlarla.

Birden içeriye Hocaefendi girdi. Seri adımlarla protokol masasındaki yerine doğru yöneldi. Hemen arkasında, tıpkı yaban kazlarının liderlerini takip etmesi gibi “V” pozisyonunda sevenleri yürüyordu.

Etraftaki bakışlara aldırmadan ilerlerken, bir ara göz göze geldik. Aramızda oldukça mesafe vardı. O, olduğu yerde birdenbire duruverdi.

Arkasındakiler bunu tahmin edememişti. Şaşkınlıkla patır patır ona çarptılar.

Kendisi için belirlenen yere doğru ilerlerken ani bir refleksle yönünü bana doğru çeviren bu adam, kalbimin atış seyrini değiştirmişti.

Dostum Nasılsın

Elimdekini koyacak yer bulamadım. Yere bırakıp ben de ona doğru ilerlemeye başladım. Ortada buluştuk. Bana sarılıp “Dostum, nasılsın?” dedi. Bir yıl kadar önce sadece birkaç dakika görüştüğüm bu zât, şimdi benim elimi tuttu ve protokolde yanı başına oturttu. O an, az önceki metruk hâlim sona erdi. Sahiplenilmenin hazzını yaşadım.”

Yüz yüze yapılan son görüşmedir bu. Birbirini seven bu iki insan bir daha yüz yüze görüşemediler.

Yolumuz Gurbete Düştü

Cem Karaca, sağlık sebepleriyle yurt dışına çıkmak zorunda kalan Hocaefendi’yle defalarca telefon görüşmesi yaptı. Sözün yerini bazen kâğıda yazılan birkaç samimi cümle aldı.

Bir gün Cem Karaca'nın kalp spazmı geçirdiği haberi gazete ve televizyonlarda yayınlandı. Aslında gerçeklik payı olmayan bu haberler gurbetteki Hocaefendi’ye kadar ulaşmıştı.

Hocaefendi telefonla geçmiş olsun dileklerinde bulundu.

Cem Karaca duygularını kâğıda döktü:

Esasen bir rivayetten ibaret olan “güya rahatsızlığıma ilgi ve alakanız ve de hayatım boyunca unutamayacağım hassasiyetiniz, beni baht-ı yâr etti.

Aslolan zât-ı âlinizin sağlığı iken beni düşünmeniz ancak sizden sâdır olabilecek bir nezaket, hassasiyet ve nezaket örneği olsa gerektir.

İçimizin gizlisinde mekânı daim olan Allaha duamız, tez elden rûberû olabilmektir.

Hürmet ve Muhabbetle…

Ben ve Refikam”

Hocaefendi’nin Cevabı Hazindi:

“Yolumuz gurbete düştü

Hazin hazin ağlar gönül,

Araya hasretlik girdi,

Dertli dertli ağlar gönül.

BEŞ TANE Cem Karaca olsaydı ben burada olmazdım.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.