Fethullah Gülen Hocaefendi’nin avukatlarından Tahşiye iddianamesiyle ilgili açıklama
İddianame, Sayın Fetullah Gülen’in ve diğer zanlıların suçlu ön kabulüyle hazırlanmış ve 17 -25 Aralık sonrası oluşan siyasi atmosferde iktidar mensupları tarafından dile getirilen mesnetsiz suçlamalara dayanak yapılmaya çalışılmıştır.
Dünya hukuk tarihinde emsali görülmeyecek şekilde, yargılamaları devam eden Tahşiye grubu mensubu oldukları ifade edilen kişiler iddianame ile aklanmış, yaptıkları eylemler ve ele geçirildiği belirtilen silah ve mühimmat suç unsuru olarak değerlendirilmemiş, haklarında soruşturma olmayan müvekkilim ve diğer zanlılar neredeyse mahkum edilmek istenmiştir.
İddianamenin tamamında yer alan, ‘değerlendirilmektedir’, ‘inanılmaktadır’, ‘düşünülmektedir’, ‘anlaşılmaktadır’, ‘şüphesini uyandırmaktadır’, ‘tespit edilememiştir’, ‘değerlendirilmiştir’, ‘desteklediği’ ve benzeri tarzda cümle ve ifadeler; bir iddianame içeriğinde bulunması olağan sayılamayacak nitelikte olup, bu durum suçlamanın somut delile göre yapılmadığını göstermektedir.
İddianamede düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında ki ifadeler, yazılar, tv dizisi ve sanatsal faaliyetler var olduğu iddia edilen terör örgütünün delili olarak kabul edildiği görülmektedir.
Silahlı bir terör örgütü suçlamasına delil olarak gösterilen 15 ayrı delilden 4 tanesi İki ayrı gazetede yer alan köşe yazısı, 2 tanesi bir dizide yer alan konuşmalar, 1 tanesi internette yer alan sohbet konuşması, geri kalanı ise emniyet tarafından yapılan yasal işlemlerden ibarettir.
İddianamede müvekkilim tarafından cebir ve şiddet kullanıldığına ya da kullanılması istenildiğine dair somut bir tespit sunulmadığı gibi, tam aksine cebir ve şiddet kullanılmadığı belirtilmiştir. Yani cebir ve şiddet kullanmayan bir terör örgütü suçlaması ile karşı karşıya kalınmıştır.
İddianamede, Balyoz davası olarak bilinen yargılama ile ilgili Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından verilen karar delil gösterilmek suretiyle ‘Hizmet hareketi adı verilen oluşumun manevi cebir ve şiddet unsurlarına sahip olması nedeni ile aynı zamanda silahlı terör örgütü olarak vasıflandırılması gerektiğinin değerlendirildiği’ belirtilerek cebir ve şiddet unsurunun gerçekleştiği iddia edilmiştir. Ancak, Yargıtay kararı doğru anlaşılmadığı gibi manevi cebir ve şiddet unsurlarının nasıl gerçekleştiği de izah edilmemiştir.
Balyoz davası ile ilgili Yargıtay kararında, ‘Sanıkların Türk Silahlı Kuvvetlerinde mevcut olan ve başka bir birimde bulunmayan zorlayıcı, korkutucu, cebri gücü başta plan kapsamındaki istihbarat çalışmaları olmak üzere diğer çalışmalar sırasında da kullandıkları görülmektedir.
Esasen yurt savunması ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle uluslararası alanda bile caydırıcı bir gücü bulunan, Devlet düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldırılara karşı iç güvenlik kapsamında emniyet ve asayişi teminle de görevlendirilen Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır.’ denilerek, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarıyla ilgili özel bir değerlendirme yapıldığı açık olarak anlaşılmaktadır. Bu kararın müvekkilim hakkında terör örgütü suçlamasına delil gösterilmesi kararın okunmadığını ya da anlaşılmadığını göstermektedir.
Ayrıca, yasada açık olarak “cebir” unsurunun yanında “şiddet” unsurunun da getirildiği ve cebir ile şiddetin birlikte bulunması gerektiği hususu da değerlendirilmemiştir.
İddianamede, tahşiye grubu olarak nitelenen kişilerden elde edilen silahlar bile onlar açısından silahlı bir örgüt kapsamında değerlendirilmemesine rağmen, hayatının hiçbir döneminde tek bir silahla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan müvekkilime silahlı örgüt kurucusu demek hukuksuzluk bir tarafa insafsızlıktır.
Tahşiye grubu olarak ifade edilen grupla ilgili yapılan değerlendirmelerin tam aksi müvekkilim ve diğer zanlılar için yapılarak, çok ibretlik bir iddianame ile karşılaşılmıştır.
Konu aynı değerlendirmeler zıt
1-Tahşiyecilerin faaliyetleri, mevcut anayasal düzene sert eleştiri ve devlet yöneticilerinin gerekli vasıfları taşımadıklarına ilişkin görüş ve değerlendirme olarak kabul edilirken, Sayın Gülen’in sohbet ve kitapları silahlı terör örgütü faaliyeti olarak kabul edilmekte,
2- Tahşiyecilerle ilgili olarak tahşiye yahut başka bir adla örgüt üyeliğine dair önceden bir soruşturma yokken soruşturmaya başlanması suçlamanın kanıtı olarak sunulmuş. Sayın Gülen ya da emniyet mensupları ile ilgili bundan önce bir soruşturma mı vardı ki o insanlar masum Sayın Gülen suçlu kabul edilmekte,
3- Daha önceden adları, eylemleri ve görüşleri ile terör örgütü olarak kabul edilmeyen ve bu yönde bir tespit bulunmayan tahşiyeciler hakkında, sohbetten sonra soruşturma başlatılmış olması dikkat çeken bir husus olarak nitelendirilirken, İsimleri, eylemleri ve görüşleri ile daha önceden terör örgütü olarak kabul edilmeyen Sayın Gülen ve emniyet mensuplarının Cumhurbaşkanı tarafından meydanlarda örgüt olarak ilan edildikten sonra haklarında soruşturma başlatılması dikkat çekici bir husus olarak değerlendirilmemektedir. Oysa, ikisi arasında mantık itibariyle bir fark bulunmamaktadır.
4- Yine, tahşiye grubuna yönelik soruşturma kapsamında ele geçirilen malzemelerle ilgili olarak, birbiriyle uyumsuz tabanca ele geçmesi, 387 adet mermiye rağmen silahların ele geçmemesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu kabul edilirken, Sayın Gülen ya da diğer şüphelilerde herhangi bir silah, mermi ya da başkaca bir suç unsuru elde edilmemesine rağmen bu insanların silahlı bir örgüt kurmuş olmaları hayatın olağan akışına uygun kabul edilebilmektedir.
5- Yine, başka somut işlem ve eylemleri olmamasına rağmen Tahşiye şüphelisi Turgut Yıldırım’a ait evde ele geçirilen mühimmat ve ele geçen silahlar nedeni ile silahlı terör örgütü kurucusu yöneticisi ve üyesi olduklarının belirtilmesinin doğru olmadığı ve suç olduğu belirtilmesine rağmen, Sayın Gülen ya da diğer zanlılarda ele geçen tek bir silah ya da mühimmat olmamasına rağmen silahlı bir örgüt suçlamasında bulunulabilmesi doğru kabul edilebilmektedir.
6- Yine, tahşiye grubuna ait olan ve toplatma ya da yasaklama kararı olmayan eser ve dokümanların suç unsuru olarak kabul edilmesi suç olarak kabul edilirken, aleyhlerine yasaklama, toplatma kararı olmayan gazete yazıları, dizi film ve internette yayınlanan sohbet, suç delili olarak kabul edilebilmiştir.
7- Yine, maddi gerçeğe aykırı yorumlar yapılarak ve sahte oluşturulduğu değerlendirilen delillerle tahşiye grubu mensuplarının suçlandığı kabul edilmesine rağmen, Sayın Gülen’le ilgili maddi gerçeğe aykırı yapılan değerlendirmeler, dizi senaryoları, köşe yazıları ve sahte oluşturulan telefon konuşmaları gerekçe yapılarak suçlama yapılması doğru kabul edilmiştir.
Yapılan bu birbirine zıt değerlendirmeler dikkate alındığında aynı mantıkla, şüphelilerin mağdur iktidarda bulunan ve soruşturmada görev alan kişilerin ise şüpheli kabul edilmesi mümkündür.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ismi, resmî nüfus kaydında “Fetullah” olarak geçmektedir.
- tarihinde hazırlandı.