Siz İnsandan Umut Kesmeyen, Onun Bir Fazilet Savaşçısı Olduğuna İnanan Birisiniz. Oysa Televizyonlar, Savaşlar Bizi Umutsuz Kılıyor, Kızdırıyor... Kendimize Bile Dönüp; 'Bu Millet Adam Olmaz' Diyoruz

Evet, insan, yüksek duygularla mücehhez, fazilete istidatlı, ebediyete tutkun bir varlıktır. En sefil görünen bir insan ruhunda dahi ebediyet düşüncesi, güzellik aşkı ve fazilet hissinden meydana gelen gökkuşağı gibi bir iklim mevcuttur ki, onun yükselip ölümsüzlüğe ermesi de işte mahiyetindeki bu istidatların geliştirilip ortaya çıkarılmasına bağlıdır/bağlanmıştır.

Onda, geleceğin büyük bir şahsiyeti olma nüvelerinden ibaret olan bu istidatlar, ancak talim ve terbiye ile inkişaf ettirilebilir. İç müşahede ve murakabe ile buudlaştırılır. Aksine, onu insiyaklarına terk etmek ise, en mükemmel şey olmaya açık bu nüveyi veya nüveler topluluğunu, en pespâye, en sefil ve en acınacak halde bırakmak demektir. Aslan, kendisi için çok gerekli olan pençesiyle, sığır boynuzuyla, köpek de dişiyle dünyaya geldikleri halde, insan, bütün müdafaa ve taarruz vasıtalarını kendi hazırlama durumunda buraya gönderilir. Hayatı için gerekli olan her şeyi celb etmede, zararlı her şeyi de defetmede, basiret ve zekâsıyla, irade ve aklıyla hazırladığı ve icat ettiği şeyleri kullanacak, bunlarla ferdî ve insanî dünyasını; huzur dolu insanî dünyasını kuracaktır. Sonra da ortaya koyduğu eserleri, gönül ve fikir dünyasında kurduğu, yaşattığı değerleri gelecek nesillerin istifadesine sunmayı planlayacaktır. Böyle yapacaktır; zira o, yine hayvanların tersine, sadece içinde bulunduğu ânı yaşamamaktadır. Geçmiş ve gelecek zamanlar, onun nazarında diri ve mevcudiyetinden birer parçadırlar.

Bilinmelidir ki, insan, ruhunun enginliği, kalbinin derinliği ve vicdanının duruluğu ile insandır. Onu sadece aklıyla, şuuruyla, şuuraltıyla, hayvanî ihsaslarıyla veya içtimaî temayülleriyle ele alanlar, onun özüyle alâkalı hiçbir şey söyleyememiş ve onun hakkında ciddi hiçbir şey ortaya koyamamışlardır. Bir şey söyleyip, bir şey ortaya koymak şöyle dursun, onu iyice müphemleştirmiş, muğlaklaştırmış ve âdeta bir ucûbe haline getirmişlerdir. Oysa ki insanın mahiyetinde, onun aklını, şuurunu, şuuraltını, içtimâî temayüllerini de aşan ve bütün bunları yönlendirecek biz öz vardır ki, eğer kendisi ister, kader de yoluna su serperse, bununla o, hem kendini, hem de bütün cihanları aşabilecek bir iç dinamizme ve sırlı bir güce ulaşır. Şayet o, özünde bulunan bu sırlı, sihirli güç ve imkânları, bütün o güçlerin, o kuvvetlerin, o imkânların gerçek kaynağına yönlendirebilirse, işte o zaman kendini de aşar, fâniliği de aşar ve varlığın kokan, çürüyen, dağılan bütün değersiz parçalarına, değerler üstü manâ ve mahiyet kazandırarak, onları ebediyete namzet hale getirebilir.

Eğitim... Eğitim... Eğitim...

Bu itibarla, insana verilmesi gereken eğitim veya terbiye, onun, hayvanî temayüllerinin tesiri altında kalıp gayesinden, insanlığından ayrılmasını önlemeye ma'tuf bir eğitim olmalıdır. Bu eğitim, onun hareket ve faaliyetlerinin hududunu tayin ederek, başıboş bırakılmamasını ve yozlaşmamasını sağlayacaktır ve yine bu eğitim, insanın beraber dünyaya getirdiği kabiliyetleri de inkişaf ettirip insan ruhunda meknî ve saklı potansiyelin ortaya çıkmasına yardım edecektir. Aslında, insanda hep iyinin ve güzelin nüveleri vardır. Şehvet, öfke ve intikam gibi şeyler bile bir bakıma, dolaylı güzellikler için onun mâhiyetine yerleştirilmiş fidanlıklar mahiyetindedir.. Şurası da unutulmamalıdır ki, müsbet-menfî her şeyde görülen güzellik, bir terbiye mahsûlü olduğu gibi, bizzat insanın insan olması da yine eğitime dayanmaktadır; akıl, irade ve iç müşahedeye bütün fonksiyonlarını eda ettirecek bir eğitime.

Âdi sebepler planında varlığın tâbi olduğu cebrî kanunlarla, insanın iradî genel davranışları arasındaki uyumu, ancak ve ancak kâinatları bir meşher, bir kitap gibi hazırlayıp insanoğlunun istifadesine sunan Zat bilir. Böyle bir bilgi kaynağından gelen mesajlar çerçevesinde dinî emirlere uyum, tekvinî (ilmî) esasların esrarına vâkıf olmanın ve onlarla hem-âhenk bulunmanın da biricik yoludur. Evet insan, ancak bu sayede, bütün varlığın bağlı bulunduğu kanunlarla çatışmadan ve boşluklar yaşamadan kurtulur ve kendi evinde, kendi sarayında bulunmanın huzurunu duyar. Aksine, bir insanın Yaratıcısından kopması ve O'ndan uzaklaşması, onu üst üste kopma-uzaklaşma, varlık ve hadiselerle çatışma fâsit dairesi (kısır döngü) içine çekecektir ki, neticede böyle birinin iflâh olması mümkün değildir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.