Ümit ve İnancın Ötesinde Ülkemizde ve Dünyada Köklü Sorunların Çözümü İçin Yeterli Birikim ve Donanım Var mı?

Günümüzde belki çokları, ferdî ve bütün yönleriyle içtimaî problemlerin temelinde kanunların yetersizliğini, kaynakların kıtlığını, personel azlığını, ilmî ve teknik kifayetsizliği.. gibi faktörleri sebep olarak ileri sürebilirler. Şüphesiz, bütün bunların söz konusu problemlerde ve onların çözüme kavuşturulamamasında kendilerine ait birer yeri vardır. Ancak şurası da bir gerçektir ki, ferd insandan ibaret olduğu gibi, cemiyet de insanlardan teşekkül etmektedir; dolayısıyla da denebilir ki, bütün problemler insanda başlayıp, insanda bitmektedir. Problemleri çıkaran nasıl bizzat insanın kendisi ise, onları giderebilecek olan da yine odur. Unutmamak lâzımdır ki, kanunları yapan da uygulayan da; kaynakları üreten de, kullanan da, personelin kendisi de, ilmi yapan, herşeyi teknolojiye bağlayan ve bunları herhangi bir şekilde, yanlış veya doğru, yeterli veya yetersiz kullanan da yine insandır. Bu itibarla da, bütün meselelerin başında insanı tanımak ve onun eğitimi gelmektedir desek mübalağa etmiş sayılmayız.

Mehmet Âkif, insan için:

'Senin mâhiyetin hattâ meleklerden de ulvîdir;
Avâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir.'

der. Evet o, görünüşte ve fiziğiyle küçük bir 'cirim' ise de, mahiyeti meleklerden daha yücedir. Çünkü onda, Allah'ın kâinata varlık veren bütün isimleri tecelli etmektedir; bundan dolayı onda bütün âlemler, yaratılmış bütün varlık bir öz halinde mevcuttur denebilir. Nasıl meyve, ağacın hayatını, bütün unsurlarını kendinde bir şekilde barındıran özü, hülâsası ve neticesidir; aynı şekilde insan da, yaratılış ağacının meyvesi olarak, yaratılışın gayesidir, neticesidir ve varlığın bütün şubelerini kendinde barındıran bir hülâsadır. Zaten her felsefî ve ilmî görüşün temel mevzuu ve kalkış noktası da öncelikle insan olmuştur. Bu kâinatta, fiziğiyle, metafiziğiyle hemen bütün ilimler insan temeli üzerine oturur ve insanın dışındaki her şeyin, onunla münasebeti nisbetinde bir ağırlığı ve kıymeti vardır.

Bütün Meselelerin Kaynağı ve Çözüm Sahası İnsandır

İnsan, her şeyi ile anlaşılması güç bir varlıktır. Çünkü onda bütün âlemler, başta bütün yaratılmış varlıklar özleriyle ve bir manada mahiyetleriyle mevcut bulunduğu için, bir zâviyeden varlığı anlamak insanı tanımaktan; diğer bir açıdan da, insanı tanımak varlığı anlamaktan geçer. Aslında insanı anlamak, bizzat insanın birinci vazifesidir; çünkü insan, aynı zamanda Yaratıcı'yı tanımaya açılan penceredir. Bu sebeple, her insanın ilk ve en birinci vazifesi, kendini keşfedip tanıması, sonra da aydınlanan mahiyet adesesiyle dönüp Rabb'ine yönelmesidir. Ne acıdır ki, çoğumuz itibariyle, en fazla ihmal ettiğimiz husus da budur. Evet, sık sık kendini kritiğe tabi tutan kaç insan gösterilebilir? Kaç insan gösterilebilir ki, zaafları-kabiliyetleri, boşlukları-güç kaynakları, kaybettikleri ve kazandıklarıyla her gün bir kaç kez yeniden kendini keşfediyor ve kendi derinliklerinde dolaşıyor? Geçici bir hayret, geçici bir tecessüsle değil, hattâ fenalıklarını deşeleyip kendini aşağılamak suretiyle de değil; belki, benliğini araştırma ve tanıma ihtiyacıyla, nefsini karşısındaki bir kanepeye oturtup, sonra da insaflı, hâzık ve rasyonel bir hekimin hastasını muayene etmesi gibi, onu gerçekçi bir anlayışla ele alıp teşhise çalışan kaç insan gösterilebilir? Aslında işte bu yapılamadığı içindir ki, beşer, şu 'yitirilmiş cennet'te aradığı saadeti, daha doğrusu, yitirilmiş cennetini bir türlü bulamamaktadır.

Kendini Keşfedemeyen İnsan Tutarsızdır

Kendinden habersiz yaşayan ve kendini keşfedememiş bu dar ufukların, başkalarını ve başka şeyleri bilmeleri imkânsız ve onlar hakkındaki hükümleri de sathî ve tutarsızdır. İnsanın ne olduğu, daha yaratılırken her şey olmaya müsait ve a'lâ-yı illiyyînden (insanın ulaşabileceği en yüksek zirve) esfel-i sâfilîne (onun düşebileceği en derin çukur) kadar hem nâmütenâhî yükselmelere, hem de en korkunç alçalmalara yuvarlanmaya müsait bulunması ve mahiyetine hem ruhanîlik, hem de nefsanîlik nüvelerinin (çekirdek) yerleştirilmesinde; tabiatının ezeliyet hedefli ve peygamber yörüngeli bir gayeye yönlendirilebilmesinde ya da yönlendirilemeyişinde; ruhundaki insanî cevherlerin idrak edilişinde veya edilemeyişinde; özündeki potansiyel gücün sezilip değerlendirilmesinde veya değerlendirilemeyişinde; ledünnî derinlikleri araştırılırken kalbin katmanlarına inilişinde veya inilemeyişinde; iradesinin hakkını verişinde veya veremeyişinde; şuurunun perde arkası esrarını sezişinde veya sezemeyişinde, hissin mâverâiliğe (madde ötesi) yönelişinde veya yönelemeyişinde; vicdan mekanizmasının işleyiş keyfiyetinin bilinişinde veya bilinemeyişinde aranmalıdır.

İnsanın insanlığı, fâni olan hayvanî cesedinde değil, ebediyete meftun ve müştak olan ruhunda yatar. Bu itibarladır ki o, ruhuyla ihmale uğrayıp, sadece bedeniyle ele alındığı zamanlarda katiyen doyma noktasına ulaşamamış ve tatmin edilememiştir. İnsanı bedeniyle ele alan ve ona cismaniyet buudlarıyla yaklaşan düşünce, protoplazmanın yaratılışından bu güne kadar bütün tekâmül vakalarını sadece ve sadece biyolojik bir gelişme olarak görmüş, transformizm vadilerinde dolaşmış, evolüsyonla zifaf olmuş ve dolayısıyla da insanoğlunu hep hayvan seviyesine indirmiş, onu hayvanlar arasında aramış ve tabii antropolojiyi de bir tavla nizamnâmesi haline getirmiştir. Durum böyle olunca, kendini hayvanlardan bir hayvan sayan insanın gaye-i hayali ve kıymet idealleri de; fayda, keyif, eğlence, şahsî çıkar olmuştur, daha doğrusu o hayvanî bir mutluluğu aşamamıştır. Bu itibarla da, ona fayda sağlayan faaliyet türü, bu keyfiyet ve bu neşeyi temin eden teknoloji ve bu cismanî refaha hizmet eden imkânlar ona ait değerler listesinin başına geçmiş ve hemen her şeyin önünde, her şeye fâik kıymetlere bağlanmıştır.

İnsanın Hürriyeti Onu Ahlakla Yüz Yüze getirir

İnsanda ilk göze çarpan husus, daha onun dünyaya gelişiyle kendini belli eder. Onun dışında her canlı dünyaya ayak basarken, başka bir âlemde yetiştirilmiş gibi, hayat kanunlarına âşina ve en mükemmel insiyaklarla gelir. Dünyaya gelir gelmez de veya en geç birkaç saat içinde ayağa kalkar; birkaç gün ve en fazla bir hafta içinde de bütün hayat şerâitini öğrenir. İnsan ise, en muhteşem ve mübeccel bir varlık olmasına rağmen, bütün bu insiyaklardan ve hayat için gerekli fonksiyonlardan mahrum olarak anne kucağında kendini bulur; ortalama bir yıl içinde yürümeye başlar ve temyiz yaşına bilmem kaç sene sonra ulaşır; onun terbiye ve talimi (eğitim ve öğretim) ise ölünceye kadar devam eder. Evet, onun hayvanî mevcudiyetinin mekanik nizamını aşan her şey; akıl, zihin, irade, hürriyet, his ve iç müşahede sayesinde burada teşekkül eder. Sözün özü o, iç ve dış bütünlüğüne bu suretle kavuşur; benliğinin esrarına da ancak bu yolla erer.

Bundan başka insanda, kanun ve prensiplerden hareket ederek, umumî olandan hususî halleri çıkaran bir kabiliyet diyeceğimiz akıl, kendi hareketlerini kendisinin tayin etmesi, faal bir akıl yoluyla 'otonomi'ye malik olması, bu sayede canlı-cansız bütün tabiatın üstüne çıkması, hareketlerini kontrol etme ve hesabını verme kabiliyetini kazanma.. gibi hususların kaynağı hürriyet, ondaki diğer önemli vasıflardandır. Evet, insan iradesinden kaynaklanan hürriyet, yani cebrî bir determinizmin hakim olduğu 'tabiat' içinde, onu aşan ve determinizm bukağısından âzade bulunan insandaki bu muhtar yön, tabiattaki kanunların dışında kalan bu hususiyet, insanı bir dizi ahlâk prensipleriyle karşı karşıya getirir; derken insanı 'yüce bir âlem'e muhatap kılar ve onu böyle bir muhatap olmanın yol açtığı sorumlulukları yerine getirme ve dış telkin, iç müşahede ile iyiyi kötüyü birbirinden ayırma mevkiine yükseltir.

İnsan için en önemli hususiyetlerinden biri de düşüncedir. İnsan, bizzat kendi düşünce dünyasına göre şekillenen bir varlıktır. O, nasıl düşünüyorsa, istidadı ölçüsünde öyle olmaya namzettir. Evet, insan, belli bir düşünceye göre eşya ve hadiselere bakışı devam ettiği sürece, karakter ve ruh yapısı itibariyle, yavaş yavaş giderek o düşünce çizgisinde bir hüviyet kazanır. Toprağa atılmış bir tohum için toprak, hava, yağmur ve güneş ne ifade ediyorsa, düşünce ile birlikte niyet ve içten arzu, aşkın bir talep, yani iştiyak da, insanda çekirdekler halinde bulunan istidatlar için aynı şeyi ifade eder. Düşünce ve niyet, insanda güzel ahlâk ve karakterin gelişmesinde de aynı derecede müessirdir; otlar, ağaçlar tohumlardan, kuşlar, kuşçuklar da yumurtalardan çıktıkları gibi, yüksek ruh ve kusursuz karakterler de, güzel düşünce ve temiz niyetlerden meydana gelirler. Düşünce bir tohum, davranışlarımız onun tomurcukları, sevinç ve kederlerimiz de meyveleridir. 'Güzel gören güzel düşünür;' güzel düşünen, ruhunda iyi şeylerin tohumlarını inkişaf ettirir ve sinesinde kurduğu cennetlerde yaşar gider. Herkesten ve her şeyden şikâyet eden, etrafına ruhunda kurduğu karanlık dünyaların menfezlerinden bakan karanlık ruhlar ise, hiçbir zaman iyiyi göremez, güzel düşünemez ve hayatlarından lezzet alamazlar.

İnsan: İrade ve İç Müşahedeye Malik Aklî Bir Varlık

Evet, insanı hayvanî mevcudiyetin üstüne çıkaran, onu genel manâda sebep-sonuç kanunlarına göre cereyan eden tabiat karşısında otonom yapan, sonra da onu, 'Mutlak, Hür ve Muhtar' olan bir mevcuda bağlayan ayırıcı özellik, onun aklî bir varlık olmasında, irade ve iç müşahedeye malik bulunmasında aranmalıdır.

İnsanı hayvanlardan ayıran bir diğer ve çok önemli fark da şudur:

İnsanın dışındaki her varlık, kendi faydası, kendi çıkarı ve kâinattaki denge arkasında koşturulur; insandır ki, hem kendini, hem de bütün varlığı, hatta cihanları aşan bir manâ ve ruhu takip eder. Hayvanlarda din duygusu, ahlâk endişesi, fazilet mücadelesi, sanat gayreti yoktur. Kapıları sadece insan kalbine, insan duygularına açılan bu zümrütten sarayların biricik konuğu insandır. Evet o, din ile ikiz olarak doğmuş, ahlâkla sarılıp sarmalanmış, ömrünü fazilet takibine vakfetmiş ve kendini sanatla anlatabilmiş tek canlıdır. Ayrıca o, yüksek duygularla mücehhez, fazilete istidatlı, ebediyete tutkun bir varlıktır. En sefil görünen bir insan ruhunda dahi ebediyet düşüncesi, güzellik aşkı ve fazilet hissinden meydana gelen gökkuşağı gibi bir iklim mevcuttur. En iptidaî vasıtalarla yapıp ortaya koyduğu basit eserlerden, ifade ettikleri manâ ve değerlerle gidip ta sonsuzluğa ulaşan sanat harikalarına kadar her ses ve soluk, her renk ve çizgi, her şekil ve motif, onun fıtrat menşûrundan dökülen ve yine onun derinliklerinden kopup gelen ona mahsus tayflardır.

İnsanın Yaratılış Gayesi, Gerçek İnsanlığı ve Eğitim

İnsan, Yaratıcı'nın halifesi olarak bütün varlığa hükmetme ve her şeyin efendisi olma mevkiinde yaratılmıştır. Yani o, yeryüzünde çevresini tanıyacak, kâinatı okuyacak ve böylece kurduğu ilimlerle, şahsî arzu ve menfaatlerini tatmin ve başkalarına üstün olmanın çok ötesinde Allah'ın izni çerçevesinde, imar adına 'tabiat'a müdahalede bulunacak, yeryüzünde mamureler meydana getirecek ve insanlar arasında adaleti gerçekleştirecektir. O, bütün bir ömür boyu, imanıyla duygu ve düşüncelerini planlayacak, ferdî ve içtimaî hayatını düzene sokacak, genel muameleleriyle aile ve toplum münasebetlerini dengeleyecek; arzın derinliklerinden semanın enginliklerine kadar her yerde türünün bayrağını dalgalandırıp, iradesinin hakkını eda etmeye çalışacak; çalışacak ve yeryüzünü imar ederek, varlıkla kendi arasındaki âhengi koruyacak, arz ve semanın zenginliklerini arkasına alarak, Yaradan'ın emri ve izni dairesinde hayatın rengini, şeklini, şivesini sürekli daha bir insanî seviyeye yükseltmeye gayret edecektir.

Allah, böylesine önemli bir vazife ile dünyaya gönderdiği insanın yaratılış hamuruna veya toprağına, bu yüksek payenin gerektirdiği bütün vasıfları birer nüve halinde yerleştirmiştir. Onu Kendi gözdesi, varlığının en parlak aynası, topyekün kâinatların özü, üsaresi olarak bu âleme gönderen Zat, o, varlığa müdahale ederken ve hilâfet vazifesini yerine getirirken aşamayacağı herhangi bir engelle karşılaşmasın, eşya ile münasebetlerinde çelişkiler yaşamasın, hadiselerin koridorlarında rahat dolaşabilsin, mahiyetine dercedilmiş bulunan istidatları inkişaf ettirmede zorlanmasın, ebedlere kadar uzayıp giden arzularını, emellerini gerçekleştirmede beklenmedik manialara takılmasın diye ona, kâinatların ruhundaki esrarı keşfetme, dünyanın bağrındaki gizli kuvvet, kudret ve potansiyel imkânları ortaya çıkarma; her şeyi yerli yerinde kullanarak Kendisi'nin İlim, İrade, Kudret vb. sıfatlarına şuurlu bir temsilci olma hak, salâhiyet ve kabiliyetini de vermiştir.

Bu nüvelerin neşv ü nema bulup, meyveli, tertemiz birer ağaç haline gelmesi ve böylece insanın yüksek bir karakter kazanarak ikinci bir varlığa ermesi, sistemli düşünmesine, sürekli çalışmasına ve ara vermeden, kalbî ve ruhî hayatında derinleşmesine bağlanmıştır. Bu ise, ancak iyi ve sağlıklı bir eğitimle mümkün olabilecek çetin bir iştir. Bu çetin iş başarılamazsa, bu nüveler çürür, kokuşur ve insanın kalbini de, zihnini de birer yılan-çıyan yuvası veya mezbelelik haline getirir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.