Yeni Baskıya Önsöz

Bu kitabın yeniden baskısı için yaptığım okumalar beni umutsuzluğa sürüklemişti. Her şeyi öngören ve anlamlı bir vizyonla anlatan bu kitabın hiç tartışılmamış olması, eşikleri geçememiş olmak canımı acıtmıştı. Buza yazı yazıyor duygusu bir entelektüel için kader sayılabilir, ama insanî zaafım isyan ediyordu.

Prof. Dr. Doğan Cüceoğlu'nun Türkiye analizini okuyunca bugüne kadar çekmiş olduğum acıların geçtiğini hissettim, çünkü başkaları da Türkiye'deki garabetin farkındaydı. Bir Türk bilim adamı benim savaşımını verdiğim konularda açık ve net konuşuyordu. Ne diyor Sayın Cüceoğlu:

'Amerika'dan ve Türkiye'den rasgele 100'er insan seçin. Her iki ulusun insanlarını para ve zaman bilinci, aile ilişkileri ve benzeri yaşamla ilgili aklınıza ne gelirse karşılaştırın. 25 yıldır ABD'de yaşayan biri olarak rahatlıkla söylüyorum ki pek fark bulamazsınız.

Yine aynı şekilde iki ulusun ülkeyi yöneten aydın kesimi, gazeteci, profesör, doktor, öğretmen, devlet yöneticisi 100'er kişi seçin. İşte o zaman Türklerin aleyhine farkın çok büyük olduğunu görürsünüz. Örneğin, Amerikalı profesörle karşılaşınca o profesörün kendine bakışında müthiş kendine saygı vardır. Yalan söylemez, çünkü anaya nasıl bakacağını düşünür. İlmi niçin yaptığını, topluma nasıl katkıda bulunacağını sorgular.

Bizde bunu görmüyorum. Türkiye'nin aydınlarıyla ilgili bir sorunu olduğu konusunda kuvvetli bir kanaatim var.'

Türkiye'de yalan söylemenin ve yazmanın su içmekten kolay olduğunu ben yaşadım. Hiç kimse de çıkıp, 'Ben aydın olarak, gazeteci etiği adına buna itiraz ediyorum' demedi. Değerler bilinci düşük bu aydınlar hakkında onun yorumu; 'Türk aydınları bencil, vicdansız ve sömürücü.'

Hay, ağzına sağlık! Bunu biz söyleyince ya da analizini yapınca hemen çamur atma kampanyası başlıyor. İnsan haysiyeti, şerefi ve onuruna saygı duymayan bu aydın tipi sadece 'kendinden olan'a prim veren ve öven insan. Toplumunu, değerleri ve gerçeği iplemeyen yani!

Vicdanı olmayan insandan nasıl korkmak gerekirse vicdanı çalınmak istenen toplumu da hayırlı bir gelecek beklemez. Değerler bilinci düşük bu durumu nasıl yaratıldığının analizini de şöyle yapıyor değerli bilim adamı:

'Biz din baskısından kurtulmak ve laik düzene geçmek isteyen düşünce içindeyiz. Bu nedenle eğitimciler değerleri hep din kaynaklı gördüler. Dinden kurtulmak için değerleri işin içine almadılar. Çok büyük hataydı. Çünkü; değerler din kaynaklı olabildiği gibi tamamıyla yaşamdan gelen, yaşam felsefesinden gelen kaynaklardır. Toplumun olduğu her yerde değerlerin olması lazım.'

Fethullah Gülen okullarını ben bu açıdan değerlendirmiştim. Bu nedenle savunmuştum. Bu kitaptaki değerlendirmelerimi okuyunca bir kez daha bunu açıkça göreceksiniz. Bundan dolayı büyük bir saldırıya uğradım. Yalnız bırakıldım. Dışlandım.

'Aydınlarımızın, özellikle gazetede, televizyonda, sahnede, ailede, üniversitelerde yaşattığı Türk kültürü hasta' diyen Sayın Cüceoğlu bu hastalıklı suyun değişmesi gerektiğini savunuyor. Bu atmosfer değişmedikçe rahat nefes almak yani analiz yapmak, çalışmak ve düşünmek mümkün değil.

Ben sosyal bilim yöntemleri bilen bir gazeteci olarak, insanları yargılamak istemediğim için yargılandım. Sn. Cüceoğlu diyor ki:

'İnsanları değiştirmek, yargılamak istemiyorum. Pencere açmak istiyorum.' Bizim görevimizin sadece bir pencere açmak olduğunu vurguluyor. Ben bunu her alandaki çalışmalarımla yapmaya çalıştım. Fakat Fethullah Gülen ile yaptığım bu ropörtaj ve sonra hazırladığım kitap hakkında bir tek kişi bile eleştiri yazmayarak görmezlikten gelmeyi seçti. 1997 yılının en çok satan kitabı hakkında ne sağda, ne solda tek bir kelime çıkmadı. Birçok tartışma açması gereken entelektüel ipucuna kimse dokunmadı. Sonra da bulanık suya atarak onu karartmak istediler. Neyse ki, 11 Eylül oldu. 11 Eylül sonrası Fethullah Gülen'in o zaman dediklerine ve benim analizlerime bakınca ne kadar erken her şeyin öngörüldüğü apaçık ortada. Bulutsuz bir gökyüzü kadar açık bir kitaptan neden birçok iktidar mekanizması rahatsız oldu acaba?

'Anadolu değişik yerlerinde ifade edildiği gibi; 'herkes evindeki pişmişi getirir ve renkli, zengin bir sofra oluşur..' anlayışına ihtiyaç var. Çünkü kabuller çok önemlidir. Bu anlayışın toplumun bir buudu, bir derinliği haline gelemsi ise, tıpkı bir din gibi çok uzun bir süreç ister.'* diyor Hocaefendi.

Prof. Cüceoğlu da buna 'can kültürü' diyor. Çünkü çocukluğunda yetiştiği zemin orası. Tıpkı Fethullah Gülen'in yetiştiği zemin gibi. Ortak zemin toplumun temelidir. Türk kültürü bu 'can kültürü'nün üstünde ayakta durur. Mevlanaların, Yunus Emrelerin dizelerinde ruh bulur. Orada bulunan din kültürü de bu ruhun beslendiği köklerdir. Onu reddederek bir yere varılamaz diyorum ben.

Fethullah Gülen 11 Eylül sonrası değerlendirmesinde de, bu kitap yayınlandığında da İslam anlayışını hoşgörü olarak anlatan bir insan:

'Doğrusu şu ki, İslamiyet'te sertlik, huşunet ve bağnazlık yoktur. O, her yönüyle bir aff u safh ve hoşgörü dinidir. Hazret-i Mevlana, Yunus Emre, Ahmed Yesevi, Üstad Bediüzzaman gibi pek çok sevgi ve hoşgörü sultanı evliye ve esfiya, İslam'ın bu yönünü çok güzel ifade etmiş ve hayatları boyu hep hoşgörü soluklayarak, birer sevgi ve hoşgörü abidesi haline gelmişlerdir.'

Bundan dolayı Fethullah Gülen'e kızıyoruz demek ki...

Neden Fethullah Gülen'e kızılıyor:

1. Orta Asya'daki okulları yüzünden
2. Türkiye'deki okulları yüzünden
3. Söyledikleri yüzünden
4. Televizyonu, gazetesi ve birçok örgütlenmesi var diye
5. Çocuklara ve insanlara yanlış değerler aşılıyor diye
6. İslamî bir cemaatin liderliğini yapıyor diye
7. Bu kadar iş hangi parayla yapılıyor diye

Ona atfedilen tüm bu eylem ve işler nedeniyle medyada yer aldı. Birçok iddia böylece varoldu. Farklı açıdan bakalım bu iddialara;

Okullar olmasaydı bugün Orta Asya'da Türkiye'nin esamesi okunur muydu acaba? Hele hele 11 Eylül sonrası İslam en büyük düşman olarak görülecek ve kimliğin önemli bir ortak paydası ciddi darbe yiyecekti. O bölgede Suudi Arabistan'ın desteklediği 'Vehhabilik' akımı çok daha ciddi boyutlara ulaşacaktı. Afganistan'da yuvalanan Usame Bin Ladin kılığına girmiş bu akım 11 Eylül sonrası bu kadar kolay mı geriletilecekti acaba? İran'ın desteklediği birçok radikal İslam akımı da yeşerecek topraklar bulmakta zorlanmayacaktı elbette.

Okullarda çocuklara Türkçe dilinin öğretilmesi, Türk kültürünün tanıtılması ve değerlerinin verilmesi Orta Asya geleceği açısından en çok kimin çıkarlarına hizmet edecek sizce? Tarkan, Nilüfer ya da İbrahim Tatlıses dinleyen gençler kime yakın hissedecek kendini?

Gazetelerde binlerce köşe yazısı çıktı Orta Asya okullarıyla ilgili. Tüm köşe yazarları, yazarlar, askerler, aydınlar okulları övdü. Okulu kuran akıldan ise nefret ediliyor olması şizofrenik bir durum değil mi?

Türkiye'deki okullar sürekli temayül dışı bir müfettişlik baskısı altında çalışıyor. Bu çocuklar yurt dışı olimpiyatlarda altın, gümüş madalyalar kazanıyorlar. Bundan önemlisi onlar Amerikan kaynaklı intihar tarikatlarının, para tuzağı, adı Hind mind olan tarikatlerin ya da çıkarcı, radikal İslamî tarikatlerin eline düşmemekte. Kendi değerleriyle modern değerlerin bir potada yeni bir sentezin parçası olmaktalar. Çünkü Fethullah Gülen, Türk İslam anlayışının hayata dönük yüzünü, yaşama sevincini savunuyor.

Bu kadar başarısız eğitim sistemi olan Türkiye'de toplumun dinamiti haline gelmiş çarpık sistemde bir özel girişim bu okullar. Tıpkı diğer değerli özel girişimci okullar gibi...

Söylediklerini sürekli kitap, kaset olarak kamuoyuna sunan biri Fethullah Gülen, ne dediği bu kitapta da olduğu gibi biliniyor.

Gizli emelleri olan biri için fazla dışavurumcu doğrusu... Herkese ropörtaj veren, kitap ve makale yazan birinin gizli kalması nasıl mümkün ben anlamadım. Güç odaklarının paranoyasını toplama paranoya olarak kabullendirmeye çalışmaları da toplumun değerler bilinciyle oynamak demektir. Her zaman herkes doğru söyler diye bir yasa da yok ayrıca. Hele Türkiye gibi çift kimlikli, çok yüzlü yaşamanın doğal olduğu, teşvik edildiği bir ülkede bu beklenti fazla değil mi? Avrupalılara çifte standart yüzünden kızıyoruz, biz herkesten fazla çifte standarta sahibiz. Fethullah Gülen 'başörtüsü füruattır' dedi diye İslamî cephede hedef adam haline gelirken, Papa'ya gidince diğer tarafta da hedef oluyor. Kimseye yaranması mümkün olmayan, anlaşılmak için dinlenmeyenlerin başına gelenler...

Kimse yaranmak istememesi anlamlı değil mi sizce?

Oysa Vatikan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi'nin İslam Masası Genel Sekreteri Halid Akaşeh, 'Diyalog ölüm kalım meselesi' diyor gözümüzün içine bakarak! 'Batı aynı zamanda İslam'ı da içerir' diye de ekliyor. Fethullah Gülen'de 'İslam Batı'yı da içerir' demişti çok önceden. Değişik dinlerin arasında diyalog lazım diyen Vatikan mı olmalı illa! Pasaportu Türk olan dese olmaz mı?

İslam dünyasında ilk kez Türklerin Vatikan ile diyalog kurması ve dünya sahnesinde bunu pazarlaması kişiye mi marifet olarak yazılır, yoksa Türk devletine mi? Buna cevap vermek zor değildir umarım.

Hoşgörü ve diyalog adı altında artık en karşı olan gruplar bile yemekler düzenliyor, toplantılar yapıyorlar. Demek ki benimsemek zaman alıyor.

Televizyon, gazetesi, dergileri olan bir örgütlenme gerçekleştirmiş Fethullah Gülen, tıpkı Batı'da benzerleri olan Püritenler gibi...

Her şeyimizi Batı taklidi yapmaktan mutlu olan Türkiye bu sosyolojik geçiş benzerliğinden neden mutlu değil anlamak imkansız. Kapitalizmin doğması bununla başlar. Köylülük böyle bitiyor demektir. Para kazanmaya başlayan kabalı, köy kökenli muhafazakâr dine saygılı sınıflar kendi örgütlenmesini yapar. Böylece sermaye birikimi sağlanır. Devlet eliyle zengin ederek burjuvazi yaratma çabasının sonu gelmiş demektir. Bırakın kendi özgür mecrasında aksın toplum...

Ayrıca toplumda kaybolmuş güven duygusu bu ilişkiler ağında yeniden kazanılmakta. Güven kaybolduğu için cemaatleşme artmakta, cemaatleşme güvenenlerin ilişki ağı olmakta.

Demokrasilerde birçok grup kendi örgütlenmesi içinde gazete çıkarır, dergi basar zaten.

Anadolu'da, taşrada birçok kentte gittim. O taşra kentinde beni İngilizce şarkılar okuyan, günün pop müziği eşliğinde dans ederek gösteri yapan çocuklar karşıladı. Başı bağlı anneler onların kravatını düzeltiyordu. Çocuklarıyla övünen babalar gördüm. Türkler okumaya, eğitime inanıyor. Bu büyük bir potansiyel bizim için. Bunun muhafazakar değerler korunarak yapılmasını isteme hakkı vardır. Bugün hâlâ Avrupa'nın, ABD'nin en güçlü partileri Hıristiyan Demokratlar diye laf ediyor muyuz kimseye.

Fethullah Gülen akılla dinin uhreviliğini birleştiren bir lider. Bunu yapmasaydı da kurda kuşa yem olsaydı insanımız, başı boş dolaşan mayın misali olaydı ne yapacaktık? Zil takıp oynayacak mıydık? Toplum lider eksikliğini birilerine yapışarak gidermek ihtiyacında. Bir türlü siyasî, kültürel ve edebî lider üretemeyen Türkiye nereye başını vuracağını bilemiyor. Değişim Mühendisliğinde bile 'Bir şirkette lider olmadan değişimi gerçekleştiremezsiniz' denir. Değişim liderle olur.

1995'te Atilla İlhan'la yaptığım röportajda benim sorum ve onun cevabı bu konuda anlamlı bulunacak bir analiz:

'N.S.: Yalnız bir şey var dikkatimi çeken: Fethullah Hoca'nın 'Ufuk Turu' yazılarında, referansların büyük çoğunluğu Batı kaynaklı, Goethe'den, hatta Marx'dan alıntılar var. Onlardan söz ediyor, onlara dayandırıyor bazı iddialarını! Bilimsel olarak onlar önemli, bu manada Batı'dan kopmamız gereklidir diyor.

Atilla İlhan: Fethullah Hoca da bir Cumhuriyet çocuğu da ondan!w

Yani Cumhuriyet ekolünden. Rejimin amacı da buydu zaten: Dini Müslüman olacak, ibadetini yerine getirecek ama, formasyonu Batılı... İşte bu adam, o!'* (Yeni Yüzyıl 26.9.95)

Fethullah Gülen liderliği değişime imza atmıştır bugün. 'Her şey pek mi iyi?' diye sorulursa; Hayır, Çünkü cemaat dediğimiz topluluk bugün topluma açılmış ve değişime pencere açmıştır. Fakat insanların değişmesi öyle kolay bir iş değildir. Ayrıca onlar da bu toplumun parçası olarak iyi ve kötüsü ile Türkiye'yi temsi etmekteler. Liderin her zaman daha gerisinde düşünmeleri, davranmaları, liderin dediklerine aldırmadan dinlemeden kendi geleneklerini ön planda tutmaları normaldir. Kendi alışkanlıklarının, önyargılarının ön planda olmasına önem vermeleri bilinen bir durumdur.

'Nereden geliyor bu değirmenin suyu?' en çok öne çıkan konu burada.

Bunun nereden çıktığını doğmakta olan yerel burjuvazi ile açıklamak mümkün, yukarıda söz ettiğim gibi. Bir de esnaf ağırlıklı hayran kitlesi düzenli para kazanan bir sınıf. İnandıktan sonra yapacağı birçok gereksiz harcamayı, gösterişi kısarak okullara paralarını aktardıklarını gördüm. Bir ideale inanan insanın azmi ve kararlılığı paraya önemsiz bur duruma getiriyor. Ben Türkiye'nin de para diye bir sorunu olduğuna inanmıyorum. Türkiye'de kaynakların rasyonel kullanımı (gerek finans, gerek insan) sorunu olduğuna inanıyorum. Türkiye gücünün farkında olmayan, olmasına izin verilmeyen bir ülke.

11 Eylül'den sonra Türkiye en çok sözü edilen ülkelerden ve İslam dini en çok konuşulan din oldu. Bu nedenle Fethullah Gülen ile New York Sohbeti yeniden önem kazandı. Burada benim analizim olan girişler olsun, Fethullah Gülen in söyledikleri olsun bir kez daha ciddi olarak okunmalıdır, tartışılmalıdır. Türkiye'nin yeniden yapılanmasının konuşulduğu bir dönemde kitabın önemli olduğuna inanıyorum. Kimseyi korumak ya da savunmak amaç değildir, olamaz.

İstediğim tek şey kendi tezlerimi ve Fethullah Gülen Hocaefedi'nin söylediklerinin entelektüel boyutuna bir pencere açmak.

Ben pencereden daha güzel bir Türkiye görüyorum.

21. yüzyıla sunacak modeli ve tasarımı olan bir Türkiye.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.