11 Eylül Sonrası Terörle Savaş ve Türkiye'nin Yakın Bölgesinde Irak Operasyonuna Dönük Senaryolarla Birlikte İyimser Beklentiler Azaldı. Sizin Bu Konudaki Görüşleriniz Nedir?

Ümit, hayata onu verenin penceresinden bakıp, ona göre yaşayanlar için hiç pörsümez bir aksiyon dinamiği; kendisini değil, daima başkalarını düşünenler, gerçek saadeti başkalarının saadetinde görüp, yaşamayı yaşatmakta bulanlar için en tükenmez bir azık; zaman, mekân, madde, nefis ve menfaat mahbeslerini aşmışlık içinde, kalb ve ruhun derece-i hayatında ömür sürüp, kutlu bir mefkûreye dilbeste olmuşlar için eksilmez bir güç kaynağıdır. O bakımdan, başkalarının 'artık her şey bitti' zannına kapıldığı, bir milletin kaddinin bütün bütün büküldüğü; zelzeleye, fırtınaya, sele kapılmış azim ve iradelerin sönüp gittiği; makama, mansıba, servete sâmâna, havl ve kuvvetin gerçek sahibinden başka güç ve kuvvetlere bel bağlamış, gerçeği bulamamaktan dolayı ufukta batıp giden yıldız, ay ve güneşlere gönül vermiş olanların hüsrana maruz kaldığı bir zamanda, sözü edilen keyfiyet ve kıvamdaki kimselerin ümidi öyle dâsitânî bir hâl alır ki, onlar, her halükârda kâinata meydan okuyabilir; ellibin defa çarkları, düzenleri bozulsa da sarsılmadan yollarına devam eder ve yoklukta varlık cilvesi gösterip, ölü ruhlara can, bükülmüş dizlere fer olurlar.

Bir batılı, 'Başkalarının müdafaadan ümidini kestiği bir zamanda, Türk Milleti'nin taarruzu başlar' der. Moğol istilası ve Anadolu'nun parça parça oluşundan sonraki yeni ve taptaze sürgün, Çubuk ovasındaki mağlûbiyetin arkasından gelen derlenip toparlanış ve daha bir şahlanış, tükenme noktasında yazılan ve tarihin görüp göreceği emsalsiz destanlardan Çanakkale ve nihayet Kurtuluş Savaşı, insana, milletimizin tarihteki asıl fonksiyonunun, sanki ümit ve iman temelinde sürekli diriliş destanları yazma olduğu intibaını verir. Dolayısıyla, şahsen bugün, bir yandan çok ciddî rahatsızlıklarıma şükür içinde sabretmeye çalışıyor; canımdan çok sevdiğim ve suyuna, havasına, taşına, toprağına, semasına ve gül yüzlü insanlarına hasret kaldığım ülkemden uzak bulunmanın dipsiz bir boşluk halinde ruhuma yansıyan gurbetini yaşıyor; çoklarının nazarında artık yaşanmaz görülen memleketimde olup bitenleri, sathî ve kısmen de olsa, endişeyle, fakat ümitle izliyor ve A.B.D'nin, yaşlı dünyamızın altına bir manivela gibi giren son teşebbüslerinin takip edeceği istikamete ciddî atf-ı nazar ederken, beri yandan, dünyanın ve insanlığın yarını adına ümidimi, hiç solmayan yapraklar gibi taze tutuyor ve yarınlara yine tebessümle bakıyorum.

Ümidin Asıl Kaynağı: İnsanlık Vazifesi

Bir mü'min için ümitli olmaya ve hayata da, geleceğe de tebessümle bakmaya mani hiçbir şey yoktur. Yoktur, çünkü mü'min, dünya ve şahsı adına beklentileri olan bir insan değildir. Mü'min, Allah'la pazarlık içinde olamaz; O'nunla, 'Ben bunu yaparsam, Sen de şunu yapar mısın?' gibi bir pazarlık içine giremez ve O'nu tecrübe edemez. Tam tersine Allah, kulunu tecrübe eder ve ona, 'Şöyle yaparsan dünyadaki karşılığın şu, Âhiret'teki karşılığın da budur' der. Bu anlayıştır ki, mü'minde, 'Ben, bana düşen vazifeyi yapmakla mükellefim; bunun karşılığında Cenab-ı Allah'ın nasıl muamelede bulunacağına ben karışamam.' inancını yerleştirir. Dolayısıyla o, her şartta ve dönemde kendi vazifesini yapmaya bakar.

Her zaman için bize düşen, insan olarak vazifemizi yapmaktır. Bu vazife, insan olmanın gerektirdiği bir vazifedir. Varlık ağacı, insanı meyve vermek için yaratılmış, yeryüzü insan için döşenmiş ve gök, ona bir kubbe, güneş bu kubbede, onun dünyasını aydınlatan bir lamba kılınmıştır. İnsanın dışındaki bütün varlıklar, vazifelerini hakkıyla ve kusursuz yerine getirmektedir, dolayısıyla da insan elinin uzanmadığı alanlarda mutlak bir sükûn, huzur ve saadet hükümrandır. Göklerde sayısız denebilecek kadar küçük-büyük onca ecrâm-ı semâviyeye rağmen, o müthiş hareketlilik içinde bir sükûn ve sükûnet sözkonusudur ve orada hiçbir karışıklık ve düzensizlikten söz etmek mümkün değildir. Yerde, cemâdât âleminden nebâtât âlemine, oradan hayvanât âlemine kadar bütün varlıklar, mevcûdiyet yörüngelerinde üzerlerine düşeni yerine getirmekte ve yeryüzünde bir barış, sükûnet ve saadet korosu teşkil etmektedirler. Buna karşılık insan, diğer varlıklarda bulunmayan his, şuur ve irade gibi önemli latifelerle donanımına rağmen bu koroyu bozabilecek mahiyettedir. Fakat onun bu koroyu bozması, her varlıktan önce kendi aleyhine olmaktadır. Bu itibarla ona düşen, bu koroya iradesiyle katılmak, iradesini oradaki sükûn, barış ve saadeti bozmama istikametinde kullanmak ve söz konusu sükûn, barış ve saadetin temelini, sebebini keşfedip, ona göre davranmaktır.

Evet biz, insan olmanın gerektirdiği vazifeyi yapmakla mükellefiz. Bu vazifeyi hakkıyla yerine getirdiğimiz zaman, ötesi bizi çok da alâkadar etmez. Dolayısıyla, eğer biz, bize düşen vazifeyi gerektiği ölçüde yerine getiriyorsak ve bu yolda istikametimizin doğruluğundan eminsek, o zaman herhangi bir endişeye de mahal yok demektir. Zaten, Allah'a iman ve kulluk, insanlığa hizmet vazifesi de dünya üzerindeki çatışmalardan, siyasî çekişmelerden müteessir olmayacaktır ve olmaması gereken bir vazifedir; çünkü bu hizmetin hedefinde dünya, makam-mansıp, siyaset gibi şeyler, hiçbir zaman sözkonusu değildir ve olamaz da.

Aslında, bu vazife ve onu gerektiği ölçüde yerine getirme anlayışı, bizleri değişik cereyanlara kapılıp gitmekten korumaktadır. Çizgi, yol ve bu yolda takip edilmesi gereken istikamet belli olduğu gibi, hedef de bellidir. Dolayısıyla, 'gökler ölüm yağdırsa, yer ölüm püskürtse', denizler kandan, irinden çukurlara dönse, hakîkî müminsek biz, yine ümidimizden bir şey kaybetmeden yolumuza devam eder dururuz. Olup biten her hadiseye ezelî ve ebedî hikmetin bir şuaı olarak bakar; ondaki gerçek sebepleri araştırır ve her hadiseden bir ders çıkarmaya çalışır; her hadisede Yüce Yaratıcı'nın beyanının doğruluğunu görür ve O'nu bir defa daha bulmuş ve duymuş olmanın şükrüyle iki büklüm olur, iyi birer kul olmaya yöneliriz.

Allah'ın her bir âlemdeki icraatının unvanları olarak fiziğin, kimyanın, astronominin, astrofiziğin, biyolojinin kanunları bulunduğu gibi, tarihin de kanunları vardır. Bu kanunlar, tarihî materyalizmin ve Batı'daki bir takım tarih felsefelerinin iddialarının aksine, insana bakan yanları açısından, adı geçen ilimlerin kanunları gibi mutlak değil ise de, Meşîet-i İlâhiye'ye bakan yönleri açısından mutlaktır; yani ne yaparsak yapalım, ne ile karşılaşacağımız büyük ölçüde bellidir ve Allah, bunları, gönderdiği peygamberler ve indirdiği kitaplar ile bildirmiştir. Dolayısıyla, eğer biz mü'minler olarak, takip ettiğimiz yolda bir takım tersliklere, istenmeyen hadiselere, tökezlemelere maruz kalıyorsak, bunları, katiyen birer ümitsizlik sâiki görmemeli, aksine Allah'ın bizimle muamelesi saymalı ve şevk u târap içinde yolumuza devam etmeliyiz. Kısaca, zahiren müsbet de görünse menfi de görünse, her hadise bize O'ndan bir mesaj, yolumuzda bir ışık, ümidlerimize fer ve gönüllerimizde de heyecan vesilesidir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.