Merhum Bekir Berk

Merhum Bekir Berk

Türkiye'nin yakın tarihinde, beraatla sonuçlandırdığı yüzlerce Risale-i Nur davasıyla derin izler bırakan avukat Bekir Berk hakkında Üstad Bediüzzaman şöyle der: "Seninle üç beraberliğim var. Biri, Risale-i Nur talebesi olman, ikincisi, Nur'un avukatı olman, üçüncü bir beraberliğimiz daha var, ama onu şimdi söylemeyeceğim." Bekir Berk, şimdi denebilir ki Üstad'ıyla olan o üçüncü beraberliğinde.[1]

Kendi dilinden avukat Bekir Berk

1926 yılında Ordu'da doğmuşum. Daha sonra ailece İstanbul'a yerleştik. İstanbul'da Nuruosmaniye mahallesinde uzun yıllar oturduk.

Kısa fasılalar hariç ilk, orta, lise ve yüksek tahsilimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1951 Şubat ayında mezun oldum. Avukatlık stajımı İstanbul'da tamamladıktan sonra İstanbul Barosuna kaydoldum. Ve kısa bir aralıktan sonra yine avukatlığıma İstanbul Barosunda devam ettim.

Avukatlık hayatımda annemin rızasını aldıktan sonra din ve vicdan hürriyeti ihlal edilen vatandaşlarımın müdafaası ile meşgul oldum. İstanbul'da iki sene Komünizme Karşı Mücadele adlı bir dergiyi arkadaşlarımla beraber çıkarıp dağıttığım gibi Patrikhane ve Kıbrıs, Dünya Anayasalarında Din, Müslümanlar Komünistlerle Bir Tutulamaz, Ankara Davası, Hakkın Zaferi için İthamları Reddediyorum, Türkiye'de Nurculuk Davası, Zafer Bizimdir gibi büyük-küçük daha başkaları da olmak üzere eserlerim yayınlandı.

Avukatlığa başlayıncaya kadar İstanbul'da Türk Kültür Ocağı'nın başkanlığını yaptım. Daha sonra Milliyetçiler Federasyonu'nun başkanlığında bulundum. Türkiye çapında teşkilatlanan ve Türkiye'nin seksen yerinde şubesi açıldıktan sonra emirle aleyhine dava açılan Türk Milliyetçiler Derneğinin İstanbul şubesi başkanlığını yaptım. Ve Ankara'da görülen kapatma davasında bulundum. Daha sonra İstanbul'da kurulan Milliyetçiler Derneği'nde kayıtlı olarak kültürel çalışmalarıma devam ettim. Bu arada lâikliğe aykırı olarak din ve vicdan hürriyeti çiğnenen Nur talebelerinin ve hususen Bediüzzaman'ın vekâletini kabul edip davalarını takip ettiğim için bu hareketimin tenkit edilmesi karşısında Milliyetçiler Derneği'nden istifa ederek hayatımı sadece hangi mezhep, hangi meşrepte olursa olsun aleyhlerine dava açılan mü'min kardeşlerimin müdafaasına tahsis ettim.

1971 muhtırasından sonra Nihat Erim kabinesinin Adalet Bakanı İsmail Arar tarafından takibata alındım. Takibat emrini alan savcı aleyhime dava açmak için peşimdeydi.

1971 yılında muhtıradan sonra Balıkesir'de bulunduğum evde cemaatla sabah namazı kılarken "ayin yapıyorlar" iddiasıyla mahkemeye sevkedildik. Tevkifimizi müteakip arkadaşlarımızla beraber İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî Mahkemesi'nde yargılanan Fethullah Gülen Bey ve diğer müvekkillerimin davasıyla birleştirilerek devam etti. Askerî mahkemece verilen dört aylık mevkufiyyetten sonra tahliye olmamız üzerine devam eden mahkemede neticede lâikliğe aykırı hareket edildiği iddiasıyla verilen karar Yargıtay'ca bozulmuş ve bu esnada çıkan af kanunu ile dava ortadan kalkmıştır.

Tahliyemi müteakip haklarının ve hürriyetlerinin müdafaasını bana veren müvekkillerimin davalarını takip etmeye devam ederken aklın almayacağı kanunsuz hareketlerle karşılaştım.

Müvekkillerime reva görülen kanunsuz hareketleri de önlemek ve onlara zarar vermemek için İstanbul Barosu'ndan kaydımın silinmesini isteyerek avukatlığı bıraktım. Bu hususu Türkiye Barolar Birliği'ne bir dilekçe ile bildirdim.

Bu ve buna benzer pek çok hadisatın içinden sıyrılıp geçtikten sonra Allah'a iltica ve rızası yolunda iç dünyama yönelmek ve Türkiye'deki hâdiselerden uzaklaşmak amacıyla 1973 yılında hacca gittim. Orada iken Cidde Radyosu'nun Türkçe bölümüne müracaat ederek kabulümü istedim.

Talebimin kabulü üzerine 13.10.1974 tarihinde Cidde konsolosluğuna Türk vatandaşlığı kaydımı yaptırdıktan sonra Cidde'ye yerleştim ve radyoda çalışmaya başladım.

Kimliği ve karakteri

Bekir Berk'in babası memurdur. Vazifesi dolayısıyla tayini İstanbul'a çıkar. Annesi küçük Bekir'in elinden tutarak katıldığı tüm vaaz ve sohbetlere onu da yanında götürür.

Çocukluğundan beri kabına sığmaz bir yapıya sahip olan Bekir Berk her zaman zulmün ve haksızlığın karşısında olmuştur.

Bediüzzaman'ın hayatta iken vekâlet verdiği tek avukat olan Bekir Berk, Üstadından aldığı himmet ve destekle bu görevi layıkıyla yerine getirmiştir. 1958'den 1972'ye kadarki en buhranlı dönemde girdiği mahkemelerden bini aşkın beraat kararıyla çıkmış, tarihte eşine rastlanmayan bir hukuk mücadelesi vermiştir.

Bekir Berk bütün heybetiyle imanından ve üstadından aldığı manevi bir güçle girdiği davalardan alnının akıyla çıkmış ve Nurların müdafaasını üstlenerek Üstad'ın "Seni bana Allah gönderdi kardeşim" iltifatına mazhar olmuş bir zattır.

İstanbul Barosu avukatlarından olan Bekir Berk'e Risale-i Nur Dâvâsı'nı savunmak için 1958 yılında teklif götürülür. Dr. Tahsin Tola tarafından sunulan bu teklifi memnuniyetle kabul eden Bekir Berk, vekâletname tanzim edilmek üzere hapiste tutulan Nur talebelerini ziyarete gider. Gerekli işlemler yapıldıktan sonra ilk sorusu şöyle olur:

"Arkadaşlar! Biz sizlerin bir an önce hapisten çıkmanız için mi çalışalım; yoksa inandığınız dava için mi müdafaa yapalım?" Oradaki Nur talebeleri sanki söz birliği etmişçesine "Biz burada on sene yatsak da razıyız. Siz Risale-i Nur'daki ulvî dâvânın müdafaasına çalışınız." derler. Bu beklenmedik cevap karşısında genç avukat Bekir Berk çok şaşırır. Bekir Berk'i belki en derin hissiyatlarına varıncaya kadar titreten bu cevaptan sonra gelecekteki ömrünü Nur Risaleleri'nin savunmasına adar. Elbette, aynı ortak kaderi paylaşanların, 163. maddenin hışmına uğrayanların da savunucusu olur.[2]

1958 yılında Ankara mahkemesinde Risale-i Nur'un ve Bediüzzaman'ın avukatlığını üstlenir. Üstad Bediüzzaman vekâletnamesini Avukat Bekir Berk'e göndererek gerekiyorsa İstanbul'a gelebileceğini söyler. Bunun üzerine Avukat Bekir Berk bir telgraf çekerek Bediüzzaman'ı İstanbul'a davet eder. 1959 senesinin başında Üstad Ankara'dan İstanbul'a gelerek ilk defa avukatı Bekir Berk'le görüşür ve "Ben seni vekil tayin ettim" der. Hayli sansasyonel geçen bu gezide gazetecilerin peşine düşmesi üzerine Üstad hemen Ankara'ya döner.

Hak davasının avukatı

Fethullah Gülen Hocaefendi, hatıralarını anlattığı Küçük Dünyam isimli eserde Bekir Bey'den bahsederken "Kafese tıkılmış bir aslan gibiydi" diyerek onun çok hassas bir insan olduğunu anlatır. İşte bu hassasiyetine ve titizliğine örnek bir olay:

Bitlis'te bir mahkeme salonu, gelişini heyecanla bekleyen insanlar var. Ortalık kış kıyamet, dışarıdan gelen bir insanın o günkü mahkemeye yetişmesi mümkün değil gibi... Her ihtimale karşı telgraf çekmiş; belki gelemem diye. Mahkeme başkanı biraz bekledikten sonra gelen gidenin olmadığını görünce yüzünü maznunlara dönerek konuşmaya başlar: "Avukatınız telgraf çekerek gelemeyeceğini...' Tam bu anda kapı açılır; içeriye, gözlerin ve gönüllerin günlerden beri beklediği aydınlık bir sima dalar. "Buradayım efendim." Mahkeme başkanı, içeri girene baktı, "Siz de kimsiniz beyefendi?" dedi. "Bekir Berk" diye cevap verir. Başkan elindeki telgrafa bir daha bakar. Sanki kendi kendine okur gibi mırıldanır. 'Pazartesi İstanbul'da, salı Rize'de, çarşamba Çanakkale'de, perşembe sabahı bu havada Bitlis'tesiniz.'

Mahkeme reisi şaşkın gözlerle muhatabına bir daha bakar. İncitmekten de korkan bir ses tonu ile 'Kimliğinizi görebilir miyim beyefendi?' der. Kimliği gördükten sonra davaya başlanır. Söz kendine verilince Bekir Bey her zamanki gibi coşar... "İnsanlığın kurtuluşu ancak Allah'a inanmak ve O'na teslim olmakla mümkündür. Dinsizliğin tecavüzünü durduracak tek kuvvet ise ancak İslam'dır. Dünyada günümüzde birçok fikirler, imanlar ve sistemler çöktüğü halde, İslam, tek bir sistem, tek bir iman olarak hem de tüm metanetiyle ayakta durmaktadır." der.

Karar açıklanır: "Maznunların tahliyesine..". Yine sevinç ve gözyaşları, maznunlar birbirleriyle yine sarmaş dolaş. Ve Bekir Berk yeni maznunları hürriyetine kavuşturmaya vesile olma düşüncesiyle yine yollara düşer.[3]

Avukat Bekir Berk için inandığı dava uğrunda ölmek bir mükafattı. O yüzden ölüme her zaman hazırdı. Zemzem suyu ile yıkanmış, üzerinde "Nerede vefat edersem bunu en yakın din görevlisine teslim ediniz" şeklinde bir not yazılı kefeni daima evrak çantasında bulunuyordu.

Bu, onun için bir hayat tarzı olmuştur ve bütün bir Anadolu sathında destanlaşan bir isimle herkes onu Risale-i Nurların ve "Hak Davasının Avukatı" olarak bilir.

12 Mart sonrası

O, Türkiye'nin her yerine koşup, maznunları kurtarıp, Ri­sale-i Nur'ları beraat ettirdikçe değişik mihraklar boş durmu­yor, onun mahkum edilmesini istiyordu. 12 Mart 1971 muhtırasından sonra bu maksatla Bekir Berk'e de gıyabi tutuklama kararı çıkartılır. İzmir'de Mustafa Birlik, Tuzcu Cahit Erdoğan ve Fethullah Gülen Hocaefendi gibi isimler tutuklanarak gözaltına alınmıştır. O sıralarda İzmir'de bulunan Bekir Berk 18 Haziran 1971 cuma günü Balıkesir'e gelir. İzmir'de başlayan takip Balıkesir'de biter ve sabaha karşı kaldığı evde namaz kılarken birkaç arkadaşıyla birlikte tutuklanır. 13 gün Balıkesir Emniyetinde kalırlar ve ardından meşhur İzmir Sıkıyönetim Mahkemesine götürülürler.

Duruşmalar başladığı günlerde mahkeme salonu subaylarla doldurulur. Subaylar duruşmaları merakla takip ederler. Askerî savcı Nurettin Soyer, her gün yeni bir iftira ve isnat ile suçlamalarına devam eder. Bekir Berk her defasında şimşek gibi ayağa fırlar ve her defasında savcıyı susturur.

Bekir Berk'in yerinde çıkışları ve yaptığı savunmalar so­nunda mahkeme heyeti tahliyelere karar verir. Siyasi baskılar sonucu Bekir Bey'e bir yıl ceza verilir. Temyiz mahkemesi cezaları tas­dik edince, Bekir Berk'in barodan atılması kesinleşir. Fakat Bekir Berk'i onlar ayırmadan kendisi istifa dilekçesi yazıp ba­rodan ayrılır. Hem sanık hem de avukat olarak yaptığı bu savunma onun avukatlığının da böylece son noktası olur. En sonunda "Ben susuyorum, tarih beğendiği dille konuşsun" diyerek avukatlığa son noktayı koyar.[4]

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin ifadelerinde Bekir Berk

Türkiye'de inançsızlığın bir sistem haline getirilmek istendiği 1960'lı yıllarda Avukat Bekir Berk'in öncülük ettiği Komünizmle Mücadele Derneği önemli faaliyetlerde bulunmuştur. Edirne'den Erzurum'a, Samsun'dan Adana'ya kadar her yerde şubesi açılan bu derneğin düzenlediği konferans ve seminer gibi organizasyonlarda günün ileri gelen yazarları ve fikir adamları konuşmalar yapıyordu. Necip Fazıl Kısakürek bu konferanslarda konuşan önemli isimlerin başında geliyordu.

Fethullah Gülen Hocaefendi, Avukat Bekir Berk'in ismini Edirne'de henüz genç bir vaiz iken 1959-60'lı yıllarda duymuştur. Tanışıklıkları bu yıllara dayanır. Askerlik sırasında 1962 yılında hava değişimi için Erzurum'a gittiğinde orada da Komünizmle Mücadele Derneği'nin bir şubesini açma teşebbüsü olur. Bekir Berk bu işin hukuki yönünü bilen birisidir. Ondan istifade ederler. Erzurum'a gelen Bekir Berk'le birlikte dolaşır ve ona refakat ederek birkaç kere mahkemelere de gider. Hocaefendi daha 22 yaşlarında bu derneğin kurulmasına Erzurum'da öncülük eder. Askerlik sonrasında da 1965 yılında Kırklareli'ndeyken orada bu derneğin bir şubesi açılır ve Necip Fazıl Kısakürek konuşmacı olarak davet edilir. Avukat Bekir Berk vatan ve milletin aleyhinde esen zararlı cereyanlara karşı her yerde birer Komünizmle Mücadele Derneği kurulmasında fikri ve hukuki öncülük ediyordu.

Bekir Berk'le Fethullah Gülen Hocaefendi'yi bir araya getiren esas hadise 1971 yılında yaşanmıştır. 2 Mayıs 1971 günü gözaltına alınan Fethullah Gülen Hocaefendi 21 Mayıs 1971'de mahkeme tarafından tutuklandı. Arkasından başka tutuklamalar devam etti. O zaman mahkeme Güzelyalı'daki Hava Hastanesinin olduğu yerdeydi. Mustafa Birlik, Cahit Erdoğan, Şaban Düz, Osman Kara ve Avukat Bekir Berk tutuklanıp cezaevine getirilen önemli insanlardı.

Avukat Bekir Berk 18 Haziran 1971 Cuma gününü cumartesiye bağlayan gece sabaha karşı Balıkesir'de misafir kaldıkları bir evde arkadaşlarıyla namaz kılarken göz altına alınmış ve 13 gün sonra da Balıkesir'den alınarak İzmir'de devam eden sıkıyönetim mahkemesine dahil edilmiştir.

Fethullah Gülen Hocaefendi tutuklu kaldığı döneme ait hatıralarını anlatırken hapishane ortamını ve Bekir Berk'ten şöyle bahsediyor:

Her gün bir arkadaş geliyordu. Bir gün Mustafa Asutay Bey'i getirdiler. Bir gün Gültekin Bey'i. Gültekin Bey'in saçlarını da kesmişlerdi. Başka bir gün Bekir Berk geldi. Yanında çok vefalı arkadaşlarından biri vardı. Hasan Aktunç ve İzzeddin Hocaefendi de getirilenler arasındaydı. Hepimiz 55 kişi olmuştuk. Fakat daha sonra bir-iki kişiyi salmışlardı.

Bekir Bey'in şayanı takdir çalışmaları olurdu. Müdafaaları hazırlarken gece gündüz uyumazdı. Mahkemeye gideceğimiz günlerde bile, bir saat ya uyur ya uyumazdı. Sabahlara kadar kitaplar okur, şerhleri karıştırır ve hakimleri bağlayacak hususlar bulmaya çalışırdı. Çok defa da orijinal bir şey bulursa muhakkak gelir beni gecenin yarısında kaldırır, bulduğu şeyleri bana okur ve "adamların anasını ağlattım" derdi. Okuduğu kitaplarda bazen satırların üstünü on kere çizmiş olurdu.

O bir heyecan ve aksiyon adamıydı. Çok gayretliydi. Ömerî yanları çoktu. Fakat aşın hassasiyeti sebebiyle bazen bana "Ben sahabeden kime benziyorum" diye sorduğunda, bilhassa Hz. Ömer dememek için gayret eder ve "Ebu Zer"e derdim. Fakat o hep Hz Ömer'e benzetilmek isterdi. Temiz ve nezih bir ruhtu.

Onu ilk tanıdığım günden itibaren hep Hakk'ın müdafii olarak gördüm ve bildim. O, bir avukat değildi; o, mazlum ve mağdurun sesi ve soluğuydu.

Birgün hapisteyken Abdünnur'u kovdu. Çantasını falan attı. Beni çağırarak "buraya sen yat" dedi. Fakat Bekir Bey hassas bir insandı. Bugün Abdünnur'un başına gelen yarın benim de başıma gelebilirdi. Teklifini nezaket çerçevesi içinde kabul etmedim. Ardından da "Senin kıymetini Abdünnur herkesten iyi bilir. Yine oraya o yatsın" dedim. Nitekim biraz sonra Abdünnur eski yerine yeniden yerleşti.

Hapishanede mevkuf kaldığımız süre zarfında, gördüğümüz her tahkir, tezyif ve horlamalara karşı, tek tesellimiz din adına, orada geçirilen günlerin, saatlerin, dakikaların sevap ve uhrevi hayatımız hesabına, onlar, yüzler, binler katlanıp defterimizin hasenat hanesine kaydolması ve bu iman ve kazancın sinelerimizde meydana getirdiği huzur ve itminan esintileriydi.

Keşke, her yanıyla uhrevi tüten ve bir ucu gidip cennet yamaçlarına dayanan o tevkifhaneleri dolu dolu değerlendirebilseydik! Yine de, Rahmet-i Sonsuz'un öyle kabul buyuracağı ümidini besliyoruz.

Savcı Nurettin Soyer'i "baba adam, bulunmaz adam" gibi sıfatlarla anıyorlardı. Nurettin Soyer ise mahkemelerde bize karşı çok sert davranıyordu. Mesela bir keresinde hiç yeri değilken ve hiçbir münasebet yokken, kalkmış "Kürt Said" demişti. Hatta "Alçak" gibi de bir laf söyledi. Bekir Bey, bütün medeni cesaretiyle ayağa fırladı ve "alçak sensin" diye gürledi. Karşılıklı atışmaya başlayınca, mahkeme heyeti her ikisini de susturdu. Fakat Bekir Berk'in bu medeni cesareti hepimizi çok rahatlatmıştı.

Ömrünün son dönemi kutsal topraklarda geçti

Bekir Berk, İzmir Davası'ndan sonra meydana gelen ithamlar, iftiralar sebebiyle 8 Aralık 1973 tarihinde avukatlığı bırakıp hacca gider. Fakat dönme kararında değildir. 1974 yılının Eylül ayında Cidde radyosuna yaptığı başvuru neticesinde Türkçe yayınlar bölümünde yönetici, yapımcı ve sunucu olarak çalışmaya başlar. Risale-i Nur'ları ve iman hakikatlerini dünyanın dört bir yanındaki Türklere duyurur.

Bekir Berk'ten Hocaefendi'ye selam

Avukat Bekir Berk meslektaşı ve hapishane arkadaşı Gültekin Sarıgül'e Cidde'den 5 Temmuz 1974 tarihinde yazdığı mektubun sonunda bütün dostlara selam ettikten sonra Fethullah Gülen Hocaefendi'ye de hususen selam eder ve Cahit Erdoğan'dan Hocaefendi'nin vaaz kasetlerini göndermesini talep eder.

…Bütün arkadaşlara, Receb'e, Elmalılara, hususen bizim saatçiye (hacda görüşmüştük) ayrıca Isparta'dan soranlara ve hususen bizim oto tamircisi hac arkadaşına, Şaban'a, Ali Savran'a, Rüştü Abi'ye, tenekeciye, Hafız Bahri Ağabey'e, Recep Onaz'ın damadına Tahsin Bey'e, Ali İhsan Bey'e ve hakikata müstesna mümin Fethullah Hoca'ya selam, sevgi ve hürmetlerimi iletirsen memnun olurum.

İmkân olursa belki bir hizmete vasıta ve vesile de olabilir, Cahit Erdoğan'dan Fethullah Hocanın ne kadar çok olursa o kadar memnun olurum-konuşmalarını ihtiva eden bantlardan istirham ediyorum. Cahid'in bu külfete katlanmasını ve en net konuşmaları ve bantları göndermek lütfunda bulunmasını diliyorum.

1971 yılında İzmir sıkıyönetim mahkemelerinde Fethullah Gülen Hocaefendi ile birlikte yargılanan Avukat Bekir Berk o günleri yâd ederek beraber kılınan namazların hazzını hala unutamadığını vefatından önce gönderdiği bir teşekkür mektubunda şöyle ifade eder:

Aziz Hocam,

Ardınızda, imamlığınızda kıldığım namazların hazzını, huzurunu unutabilmiş değilim. Sizin ve etrafınızdaki muhterem kardeşlerimizin bayramlarınızı tebrik eder, sıhhat, afiyet, hizmette devam ve başarılar ve iki cihan saadeti dilerim.

Yeis ve inkisar sizin yanınızdan asla geçmez.

Hastalığımda ve sağlığımda gösterdiğiniz alâka ve yardımlara sonsuz teşekkürler eder, bu bîçareyi dualarınızdan mahrum etmemenizi dilerim.

Bekir Berk, Cidde / Suudi Arabistan

Vefatı kanserden oldu

Cidde Radyosunda 15 yıla yakın bu hizmeti devam ettirdikten sonra 1989 yılında yaş haddinden emekli olmuş, aynı yıl yakalandığı kanser hastalığının tedavisi için Londra'ya gider. Tedaviden sonra Türkiye'ye döner.

İstanbul'a döndükten sonra Vatan Hastanesi'nde yatarken, eski dostları akın akın ziyaretine gelir. Londra'da uzman doktorların "40 günlük ömrü kalmıştır" demelerine rağmen, Hamdi Sağlamer'in ziyareti sırasında gerçekleşen bir olay son derece ilginçtir. O hasta halinde ellerini kaldırıp Rabbine şu niyazda bulunur:

"Ey Everest tepesindeki çiçeğe rengini veren Rabbim, ey okyanusun derinliklerindeki balıklara rızkını veren Allah'ım, ne olur kardeşlerimle görüşebilmek için bana da iki yıl ömür ver."

Londra'da kırk günlük ömür biçilen Bekir Berk, bu duadan sonra tam iki yıl daha yaşamış ve sıhhatine kavuşarak bütün Türkiye ve hatta yurtdışındaki arkadaşlarını ziyaret etmiş, onlarla hasret gidermiştir.

Yıl 1992. Bekir Berk, kanser hastası. Hem de iki yıldır devam eden hastalık. Kendisine, kendisi hakkında bir belgesel çekilmesi ve bu belgeselde kendisinin doğrudan rol alması talebinde bulunanlara Bekir Berk'in cevabı şu olur: "Ben dâvâmın figüranlığına bile razıyım."

Nur'un büyük kahramanı Bekir Berk, 14 Haziran 1992 tarihinde Hakk'ın rahmetine kavuştu. Cenaze namazını Fethullah Gülen Hocaefendi kıldırdı. Bugün medfun bulunduğu mezarı Eyüp Sultan kabristanındadır. Allah rahmet eylesin...

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin taziye mesajı

Fethullah Gülen Hocaefendi Bekir Berk'in vefatı dolayısıyla 15 Haziran 1992'de Zaman Gazetesi'nde yayınladığı taziye mesajında şöyle diyordu:

İman ve Kur'an hizmeti yolunda büyük gayret sahibi muhterem Av. Bekir Berk esbab dağdağasından kurtulup meydan-ı tayaran-ı ervaha ulaştı. İslâm davasının hâdimleri için her zaman müdafaya koşan merhum-u muhteremin mağfiret ve rahmet-i İlâhiyeye mazhar olmasını niyaz eder, bütün hizmet arkadaşlarına, dost ve akrabalarına sabr-ı cemil temenni ederim.

Fethullah Gülen

[1] Rahmetli Avukat Bekir Berk hakkında daha geniş bilgi için Nesil Yayınları tarafından yayınlanan "Hayatını Davasına Adayan Adam" adlı çalışmaya başvurulabilir. İhsan Atasoy tarafından hazırlanan bu kitabın yanında bir de CD bulunuyor. Bu çalışma, Bekir Berk üzerine yapılan en kapsamlı derleme çalışması özelliğini taşıyor.
[2] Dr. Veli Sırım, Zaman Gazetesi, 18.06.2004. Bu konuda "Hak Davasının Unutulmaz Avukatı Bekir Berk" başlıklı yazıya bakılabilir.
[3] Zaman, Zühtü Mercan, 14 Haziran 1998. "Kafese Tıkılmış Bir Arslan" başlıklı yazıdan alınmıştır.
[4] Bu konuda daha geniş bilgi için Abdünnur Keseli'nin hatıralarına bakılabilir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.