Merhum Cahit Erdoğan

Vefat ettiğinde son yolculuğuna uğurlanırken cenaze namazını kıldıran Fethullah Gülen Hocaefendi ile uzun ve çileli bir hayat yaşadı. İlk tanıştıkları 1966 yılından 1991'e kadar 25 yıl boyunca Hocaefendi'nin vaazlarını sürekli çoğaltıp insanlara ulaştırmaya çalışıyordu.

Cahit Erdoğan Kimdir

1933 yılında Denizli'de doğdu.

Ortaokuldan sonra Astsubay okuluna giderek orduda astsubay olarak uzun yıllar hizmet verdi. Ancak iman ve Kur'an hizmetlerini tanıması yüzünden 1965 yılında ordudan ihraç edildi. Orduda görevli olduğu sırada Üstad Bediüzzaman Hazretleri ile tanışır.

-Bediüzzaman Hazretleri'ni beş defa ziyaret etmek lütfuna mazhar olur. Bu ziyaretlerin ilkini 1958 yılında gerçekleştirir. İşte o ziyaretlerden birini şöyle anlatıyor:[1]

Kemal Hepşen diye beraber kaldığım bir arkadaşla Üstad Hazretleri'ni ziyarete karar verdik. Ramazan Bayramı'nın ikinci günü Denizli'de buluşup gidecektik. Biz yola çıkacağımız sırada Tevfik Abi denen bir şahıs da bizimle gelmeyi arzu etti. Kıramayıp onu da yanımıza aldık. Beraberce tiren istasyonuna gittik. İstasyonda eski talebelerden Bakırcı Kazım Abi'yi gördük.

Isparta'ya vardığımızda doğrudan Nuri Abi'nin oteline gittik. O da eski talebelerden mübarek bir zattı. Geldiğimiz arkadaşlardan sadece beni tanıyordu. Onun için bana sordu: "Geliş gayeniz nedir?" Ben, Üstad'ı ziyaret gayesiyle geldiğimizi söyleyince, "Yanlış vakitte geldiniz" dedi. "Üç aydır Üstad kimseyi kabul etmiyor, hem de çok hasta. Üç ay kadar önce Hüsrev abi geldi, geri dönmek zorunda kaldı."

Ben: "Biz, Allah rızası için geldik. Yine Allah rızası için döneriz. Hele bir deneyelim" dedim.

Ertesi gün çok erken bir vakitte yola çıktık. Nuri Abi'nin oğlu önümüzde, biz arkada, Üstad'ın kaldığı evin önüne geldik. O, zile basıp gitti. Biz üç kişi beklemeye koyulduk. 40-45 dakikaya yakın kapının önünde bekledik. Artık ümidim kalmadı. Tam arkadaşlara, "Dönelim, kapı açılmayacak" diyecektim ki, kapı açılıverdi. Kapıyı Mustafa Ezener Abi açmıştı. Beni daha önceden tanıyordu, "Siz burada mıydınız?" diye sordu. Ben, bir saate yakındır beklediğimizi söyledim. "Kardeşim, hoş geldiniz ama Üstad çok hasta. Üç aydır da kimseyi kabul etmiyor. Fakat mademki geldiniz, elçiye zeval yok, ben gidip bir söyleyeyim, ancak, sakın ümitlenmeyin."

Bu arada bir hususu da anlatayım: Biz otelden çıkıp gelirken, baktım Tevfik Abi'nin elinde bir paket var.

Sordum:

"Bu paket nedir?" Bana:

"Aman Abi, şimdi Üstad'a peksimet götürmenin sırası mı? Zaten üç aydır kimseyi kabul etmiyormuş. Bir de senin peksimetler yüzünden biz dönüp gitmeyelim."

"Canım, sana ne? Bunu Üstad'a verecek olan ben değil miyim?"

"O zaman, sen bizden ayrı git" dedim.

Ben böyle deyince peksimetleri otele bırakmayı razı oldu.

Mustafa Ezener Abi içeriye girdi. Daha bir dakika dahi geçmeden bizi çağırdı. Donup kalmıştık. Bet beniz sapsarı içeriye girdik. Baktım, Üstad Hazretleri üst kattan iniyor. Hiç de hastaya benzemiyordu. Ayağında eski bir lastik ayakkabı, üzerinde de yine eski bir cübbe vardı. Ben hemen koşup elini öptüm. Kemal Hepşen de öptü. Tevfik Abi'ye gelince Üstad ona elini vermedi. Ve ilk sözü de ona söyledi:

"Kardeşim, ne zaman birisinin hediyesini alsam, daha ilk lokmada hasta oluyorum. Onun için kimsenin hediyesini kabul etmiyorum."

Bir daha da ona dönüp bir şey söylemedi. Kırkbeş dakika kadar ayaküzeri konuştuk, hep benimle ve Kemal Abi'yle meşgul oldu. Bu sırada bana ne iş yaptığımı, adımı, memleketimi sordu. Ben askeriyede olduğumu söyleyince:

"Kardeşim, benim Rus cephesinde beş tane çavuşum vardı, seni de altıncı çavuş olarak kabul ettim" diye iltifat etti. Dünyalar benim olmuştu. Böyle bir iltifat göreceğimi hayalimden dahi geçmezdi. Lokum, bal, şeker verdi, gırtlağımıza kadar bizi tatlıya boğdu.

Vaazların Kaydı Ondan Sorulurdu

Ordudaki resmi vazifesi mecburi olarak bitince başta İhsan Doğan olmak üzere İzmir Çiğli'de Paktuz şirketini kurarak bir tuz fabrikası açarlar.

İzmir'de o günlerde meşhur Tahir Büyükkörükçü ve Yaşar Tunagür gibi hocaların vaazlarını kaydedip, civar bölgelerde dinletmeyi kendisine bir hizmet telakki etmişti. Bilhassa Yaşar Tunagür Hocaefendi'nin vaazları ona daha heyecanlı gelirdi. Onun için Yaşar Tunagür Hoca'nın vaazlarını mümkün mertebe civar ilçe ve köylere yaymaya çalışır.

1965 sonunda bir gün Yaşar Hoca'nın tayini Diyanet'te Reis Muavini olarak Ankara'ya çıkar. İzmir'in ileri gelenleri bu tayinin durdurulması hususunda Yaşar Hoca'ya müracaat ederler. Aralarında Tuzcu Cahit olmak üzere bir grup önemli insan Kestanepazarı'na giderler. Yaşar Hoca onlara "Benim gitmemle üzülmeyin, ben size, benden daha çok seveceğiniz birisini göndereceğim" der. Orada bulunanların hepsi bunu bir teselli kabul ederler. Ve Yaşar Hoca sonunda Ankara'ya gider. Gelecek şahıs merakla beklenmeye başlanır.

Rahmetli Cahit Erdoğan, o günün bütün meşhur vaizlerini tanıdığından ötürü gelecek vaizin pek öyle Yaşar Hocaefendi'nin dediği gibi çıkacağına inanmamaktadır. Derken birgün Fethullah Gülen Hocaefendi Kestanepazarı'na çıkar gelir. Vaazlara da başlamıştır. Tuzcu Cahit teybini götürmeye lüzum görmemiştir. Fakat o gün vaazı dinledikçe pişman olur. "Keşke bu vaazı kaydetseydim" diye kendi kendine söylenir. Vaaz bitmiş, bitmiş olmasına ama o kendince dinlediği bu şahsın bütün vaazlarını kaydetmeye karar verir. Bunu birinci bir vazife kabul eder. Ömrü oldukça da aynı vazifeyi yürütmüştür.

Fethullah Gülen Hocaefendi vaazlarının teybe kaydedilmesine razı değildir. Ancak Tuzcu Cahit ısrar eder. O'nun razı olmayışını göz ardı ederek vaaz ve sohbetleri kayda almaya devam eder. İmam Gazali'ye dayandırdığı bir ifade ile "Bazen emri dinlememek edeptir" der ve yoluna devam eder.

Bu mevzuda Yaşar Hocaefendi çok müsamahakâr ve lütufkârdır. Hatta bir gün kendisine: "Hocam, ben bandı değiştirinceye kadar epey zaman geçiyor ve bu arada konuşulanları kaydedemiyorum. Bant bittiğinde ben size işaret etsem, bir müddet durur musunuz?" der. Yaşar Hoca'nın verdiği cevap onu sevindirir: "Evet, dururum, işin bittiğinde yine haber verirsin" der. Fakat Fethullah Gülen Hocaefendi'ye böyle bir teklif götürmeye asla cesaret edemez. Bu sebeple de makaralı teypten kasete geçileceği ana kadar arada bazı cümleleri hep kaçırmıştır.

Tuzcu Cahit

Kur'an hizmetinin neşriyatında kıymetli emekleri geçen ve bu uğurda hapislerde yatan, servetiyle büyük hayırlara vesile olan merhum Cahit Erdoğan, dillerde ve gönüllerde "Tuzcu Cahit" adıyla yer aldı.

O bir murakabe ve muhasebe insanıydı. Çeyrek asırdan fazla bir zamandır, gözü yaşlı, sinesi feryat dolu bir Hatib'in (Fethullah Gülen Hocaefendi) bütün konuşmalarını kaydetmiş, saklamış ve mesaisini böyle bereketli bir işe harcamıştı.

12 Mart Mahkemelerinde Kader Birliği

12 Mart 1971 muhtırasının ardından ülkede sıkıntılı günler yaşanmaya başladı. Her cenahtan insan tutuklanarak cezaevine ve mahkemelere götürülüyordu. Adresleri belirlenen kişiler sırası geldikçe evlerinden veya bulundukları yerlerden tek tek toplanıyordu. Fethullah Gülen Hocaefendi 2 Mayıs 1971'de Güzelyalı'da kaldığı evden alınarak Tepecik inzibat karakoluna götürülmüş ardından da tutuklanarak altı buçuk ay kalacağı cezaevine gönderilmişti.

Mustafa Birlik o tutuklanma hadisesini kısaca şöyle anlatmaktadır: "Gittiğimde merkezde, Şaban Hoca, Harun Reşit (Tüylü) Hoca ve Dr. Kahid de vardı. Saçlarımızı ve bıyıklarımızı kestiler; ama Harun Reşit Hoca'ya dokunmadılar. Benden sonra Cahit Tuzcu ve Fethullah Hocaefendi'yi getirdiler. Nezarette bulunduğumuz sürece Şaban Hoca durmadan "Yazıklar olsun yarım milyon İzmir'liye" der dururdu. Biz de onun bu şikâyetlerini aramızda espri vesilesi yapar, ara sıra tekrarlardık. Daha sonra üç-dört ülkücü de getirdiler."

Bu tutuklamalar çerçevesinde İzmir'de Kur'an ve İman hizmetlerinde önde olan, ismi duyulan kim varsa tutuklanmış ve sorguya çekilmiştir. İçlerinde Tuzcu Cahit Erdoğan'ın da yer aldığı 54 kişi İzmir Sıkıyönetim mahkemelerinde duruşmalara çıkarılmıştır. İlk duruşması 2 Eylül 1971'de yapılan mahkemelerde dönem dönem tahliye edilenler olmuş fakat en son Mustafa Birlik ile Fethullah Gülen Hocaefendi 9 Kasım 1971'de tahliye edilmiştir.

Vefatı Kanserdendi

Merhum Cahit Erdoğan'ın vefatıyla ilgili olarak Abdullah Aymaz Hoca şöyle anlatıyor:

Merhum Tuzcu Cahit Erdoğan Bey, rüyasında Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisini kucaklayıp bağrına bastığını görmüş. Bu rüyasını daha sonra Fethullah Gülen Hocaefendi'ye anlatmıştı. Cahit bey'in vefatından sonra Hocaefendi dedi ki: "Rüyayı anlatınca anladım ki, Cahit Efendiye gelecek büyük ve ağır bir imtihana karşı ta baştan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisini teselli ediyordu. Ben kendi kendime ‘Acaba bu ağır imtihan ne ola ki?' demeye başladım. Sonradan anladık ki, kansermiş."

Eğer bu izahın altına bir not düşmemiz gerekirse, felç ve kanser gibi hastalıklara yakalanan müminler ile Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) rüyalar çapında bile olsa ciddî alâkadar olduğunu biliyoruz.

Herkes onu hep elinde teybiyle kürsünün yanındaki yerinde görürdü. Sanki hafızalara öyle kazınmıştı. Hummalı bir faaliyet ve gayret içindeydi. Kaydettiği o güzel vaazları genç kuşaklara armağan ederek çekip gitti aramızdan.

Cahit Erdoğan 10 Haziran 1991'de vefat etti. Ömrünü iman ve Kur'an hizmetine vakfeden Erdoğan'ın cenazesi 11 Haziran 1991'de Bornova Merkez Camii'nde kılınarak vasiyeti üzerine Selçuk Ortaklar'da bulunan Çamlık Mezarlığı'nda, Ahmet Feyzi Kul Efendi'nin kabrinin yanında toprağa verildi.

Aradan bunca zaman geçmesine rağmen hatıraları ve hizmetleri gönüllerimizde yer edinirken ruhun şâd, makamın cennet olsan Tuzcu Cahit Abi!..

[1] Zaman, Latif Erdoğan, 12 Haziran 1991. "Bir Yıldız Koptu Bağrımdan" başlıklı yazıdan alıntılanmıştır.
Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.