"Çiller Saygıyla Dinledi"

Sizi tanımak için izlediğim, vaazlarınızın bulunduğu video kasetlerinizde gördüm ki, iki sözünüzden birinde ağlıyordunuz. Sizi ne böyle yufka yürekli yaptı?

Allah'ın yaratırken öyle donatmasının tesiri önde gelir herhalde. Diğer neşet ettiğim dönemde çevremde devlet-i aliyenin bakiyesi olduğumuz telkin edilmişti. Harabeler, yıkılmış hanumanlar (ev, bark ocak). Akif'in ifadesiyle kimsesiz göller, başsız ümmetler, emek mahrumu günler, fikr-i ferda bilmez akşamlar, tagallüpler (zorbalık), tahakkümler... Onları gördükçe elimde olmayarak, geçmişi hasretle yad etme bende bu teessür hisini geliştirdi. Bir çocuk gibi öyle rakik kalpli (yufka yürekli) hale getirdi.

Siz çok da utangaçsınız. Babanız bu yönünüzü şöyle ifade ediyor: ''Molla Fethullah kimseler görmesin diye leylek gibi geceleri gelir eve.'' Leylekler gece mi gelirler?

Bizim Erzurum'da ''Mart'ın dokuzunda gelmez, onuna da kalmaz. Gece gelir, gündüz gelmez'' derler. Tabii ailenin ananevi baskısı da olabilir. Fakat kardeşlerimde bunun olduğunu zannetmiyorum. Mahalleye girerken çıkarken kimse bana bakmasın mevzuunda kardeşlerimden daha hassas olmam ruh hissetine (hasislik) de verilebilir, belki olgunlaşmamış olmaya da verilebilir.

Aşağılık Duygusu

Bir yerde utangaçlığınızı anlatırken, ''Bunu aşağılık duygusu bile sayabiliriz. Topluluk önünde ayaklarım dolaşır, utanırım'' diyorsunuz. Neden aşağılık duygusu hissediyorsunuz?

Bazıları kendisinde aşağılık duygusu olduğunu söylemez de, ben kalbimin derinliklerinde öyle bir şey olmadığına hükmedemedim. Bende aşağılık duygusu olduğunu söylesem de bana inanmaz bir çevrem var. Fakat kendi kendime çok defalar ''Ne diye alemin yapmadığı şeyi yapıyor, ne diye bu kadar utanıyorum'' diye alıp vermişimdir. Belki başkalarını faziletli, değerli görmem, yetiştiğim muhit itibarıyla tasavvuf büyükleriyle görüşmem, kendimi onlardan çok küçük görmem, onları Allah'a yakınlığın semalarında pervaz (uçma) ediyor bulmam gibi hususlar şuuraltıma yerleşmiş ve bunlar davranışlarımı baskı altına almıştır. Ayrıca büyüklük küçüklük izafi şeylerdir. Bir büyük insanı, bir Hz. Ebubekir'i, Ömer'i görünce veya bir Sezar'ı, Napoleon'u görünce onların dahiyane, böyle isabetle verdikleri kararlar karşısında ''Çok ileri insanlar bunlar. Bizler neyiz ki? mülahazasını belki böyle bir üslupla ifade etme lüzumunu duymuşumdur.

Vesvese Dönemi

Vesvese de zannediyorum, hayatınızı bir dönem zehir eden bir illet oldu. ''Vesveseye esas teşkil edecek hususların doğmaması için beyin yıkamanın lüzumuna inanıyorum. Bu mevzuda insanlar şartlandırılmalı'' diyordunuz. İnsanları nasıl şartlandırıyorsunuz?

Dinin ruhu olan Allah, peygamber, öldükten sonra dirilme ve kulluk esaslarına gelecek vesveseler, tereddütler çok önemlidir. Bu esaslar üzerine yazılmış dünya kadar eser var. Bir taraftan insanların kainatı kendi yorumlamaları, diğer taraftan insanı yorumlamaya hazırlamaları, kainat kitabını okumaya alıştırmaları bir yığınak sayılabilir.

Yani insanları kitap okutarak mı şartlandırmaktan söz ediyorsunuz?

Evet, bu yolu. Diğer yönü, hani Kant'ın bir yaklaşımı vardır, saf aklın tenkitinde der ki, ''Allah saf akılla bilinmez'' Yani eskilerin deyimiyle nazari akılla bilinmez, ameli akılla bilinir. İmanın insan tabiatının bir derinliği haline gelmesi ibadetle olur. Yani insan, inandığı şeyleri her gün Allah'la irtibatının ifadesi olan kulluğuyla, namazıyla, tefekkürüyle pekiştirmezse kalıcı olmayabilir.

'Şok Vurdurmayı Düşündüm'

Riyazet (nefsi kırma) yaptığınız günlerde bir ara vesvese sizi pençesine almıştı. O günlerde kendinize şok vurdurmayı bile düşünmüştünüz. Çünkü, o dönemde şeytan sizi rahatsız etmeye başlamıştı. Zannediyorum bir hastane döneminiz oldu. Modern tıp bu tür rahatsızlıklara cevap oluyor mu?

Belli bir dönemimde dinin hakikatlarıyla değil de teferruatıyla alakalı bir kısım vesveseler aklıma takıldı. Belki batı klasiklerini tetkik ettiğim döneme rastlıyor bu. Çocuktum, biraz düşüncem sahipsiz sayılırdı, temel inançların, ibadet telakkilerim mevzuunda beni sarsacak kadar bir vesvese olmadı, fakat kafamdan atamayacağım bir vesvesenin olduğu gerçektir.

'Küçük Dünyam'da şeytanla ilgili rahatsızlığınızın altı ay sürdüğünü söylüyordunuz.

Yani sanki görüyor gibiydim desem de, ben ne şeytan, ne cin gördüm. Akidemin teferruatına ait bile gelse böyle bir meseleden çok rahatsızlık duyduğumdan dolayı, geçmişimle alakamı keseyim diye kendime şok vurdurmayı aklımdan geçirdim. Ama bu çok uzun sürmedi, yani beş altı ay sürdü. Nur'larda bu konuyla alakalı bir bahis vardı.

Evet, Said-ı Nursi 'Sözler'de şöyle diyor: ''Vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder. İlim onu tard eder. Tanımazsan gelir, tanırsa gider'' Şimdi cahil olmayı sizinle bağdaştıramayacağımıza göre, vesvesesi size niye musallat oluyor?

Bunları biliyordum. Belki vesveseye sebebiyet verecek manada bir cehalet vardı. Cahil olduğumu da her zaman söyleyebilirim. Fakat nasıl zail oldu ben de bilmiyorum. Daha sonra o dürtüyü bir iki defa yine yaşadım. Gençlik dönemime ait o meselede bir daha arıza olmadı. Hastanede sarılıktan yattım.

Vesvese için tıbbi yardım almadınız mı?

Bu meselede tıbbi bir yardıma müracaat etmedim. Kendi iç murakabemle, Rabbimle irtibatla onu aşmaya çalıştım.

Çiller'le Görüşme

Bu günlerde ciddi bir vesveseniz var mı?

Hayır, otuz beş senedir yok öyle bir şey.

Mesela Tansu Çiller'in sizi 'kullandığı' gibi bir vesvese de mi yok?

'Görüşme isteği onlardan geldi. Bazı arkadaşlarım bana 'Bazı meselelerde görüşseniz yararlı olur' şeklinde telkinleri oldu. Şimdiye kadar siyasilerle çok açık, yüz yüze görüşmek arzu etmedim. Mesela Turgut Bey'le muarefemiz (Tanışma) olmasına rağmen başbakan olduktan sonra on sene görüşmedim ben. Amerika'ya davet edilmiştim. Eyaletlerde gezerken Houston'da ameliyat olduğunu duyunca kendisini ziyaret etmiştim. Yani görüşme mevzuunda biraz tedbirli ve temkinli davrandım. Sayın Başbakan Çiller'e yakın olanlardan da böyle bir teklif geldi. Bu terör kanunu da söz konusu olunca, 163'ün kadrini yaşamış. Sefiller'deki gibi 6 yıl adım adım takip edilmiş bir insan olarak, bir daha böyle bir şeye meydan verilmemesi, benim için önemli bir meseleydi. Güneydoğu mevzuunda mütalalarımı arz etmeyi düşündüm bir çare olarak. Yani askeriyenin müdahalesi işin bir yanı olsa da oradaki esas mesele eğitim meselesidir. Bu inanan insanların orada okullar, yurtlar, pansiyonlar, üniversiteye hazırlık kursları açmaları devletin o mevzuda fitneyi yatıştırıcı teşebbüsünden daha kalıcıdır. Uzun vadeli ama yolu budur bu meselenin. Bu düşüncelerimi hangi lider olursa olsun, açmayı düşünmüşümdür. Ben bunu komutanlarımıza da açmayı düşündüm.

Peki, siz vaktiyle Özal'ı bile reddetmişken, bu görüşme neden Çiller'e nasip oldu?

Belki Özal'a da böyle 'Medya mevzuu oluruz, televizyonların, gazetelerin diline düşeriz' endişelerimi izhar edince o da bu endişelere katıldı. İşin doğrusu Sayın Çiller bir bayan olmasına rağmen telefonla görüştüğümüzde 'Önemi yok. Medyaya düşülse ne olur. Ben ona meydan vermem' dedi.

Ama ondan sonra da kendisi sızdırdı basına

Onun tarafından mı sızdırıldı. Başkası mı sızdırdı bilemiyorum. Basında yazılıp çizilen şeyler de işin özüyle pek alakalı değildi. Düşünceye yordam denir mi bilmem ama düşünce yordamıyla yakalanmış şeylerdi.

Rahatsız oldunuz mu?

Biraz rahatsız oldum. Çünkü çok aleyhte yazılar yazıldı. Hatta bazıları biraz daha fazla rahatsız etti. Birilerini rahatsız etmemek için elden geldiğince dikkatli olmaya çalışıyorum ama bazılarına göre de, sayın başbakan kazandı burada.

Ama o size gelmedi, siz ona gittiniz. Bu tercihiniz başbakanın kadın oluşuyla mı ilgili?

Bizde ananevi olarak devlet büyüklerine karşı bir saygı vardır. Hatta kendisine de dedim, 'Sizin bütün icraatlarınızı tasvip etmiyor da olabilirim. Bu ayrı bir meseledir. Fakat ananevi olarak devlet büyüklerimiz bizi çağırırlarsa kalkıp gidebiliriz de' Bu onlara karşı saygının ifadesidir. Bunca insanın seçtiği bir insana ben saygılı olmazsam teba da bana saygılı olmaz. İkincisi, bir bayan olarak onun kalkıp gelmesini ben çok yakışıksız buldum.

Ama siz bir alimsiniz, o ise bir idareci. Var mı sizin kültürünüzde bir alimin idarecinin ayağına gitmesi?

Eğer görüşülmesi gerekli meseleler milletimle alakalı olmasaydı, o meseleyi çözmek üzere de, o bir numaralı insan olmasaydı, aradaki vasıtalarla duygularımı düşüncelerimi anlatarak meseleyi dağıtma gibi endişelerim olmasaydı, şimdiye kadar Sayın Demirel'e, Özal'a karşı koruduğum istinkafı (çekimser kalma) Sayın Çiller'e karşı da korurdum. Fakat gördüm ki birilerine laf ısmarlıyorsunuz, oraya gidinceye kadar elli defa değişiyor. En iyisi değişmeye meydan vermeden bu meseleyi anlatmak.

Peki, size göre kadından idareci olur mu?

Kadından idareci olmasının hiçbir mahzuru yok. Hatta Hanefi fıkhında kadın, kadı bile olabilir. Belki kadınlar bazı meseleleri hemcinsleri bir hakime daha rahat anlatırlar.

Çiller'le görüşmeye giderken ne gibi endişeleriniz vardı?

Milletimiz adına yararlı gördüğüm meseleleri anlatmada nasıl karşılaşırım diye endişelerim vardı. İşin doğrusu çok efendice karşıladı. Yani dinlemesini bilen birisi olarak gördüm. Önce kendine göre bunda sezdiği maslahatlar olabilir. Bunlar beni alakadar etmez. Benim için önemli olan dinlenmekti. O da saygıyla dinledi.

Çiller Fitne Unsuru mu?

'Kadın fitnesi' vaazlarınızda önemli bir yer tutuyor. Çiller'le görüşmeye giderken endişe ettiğiniz konulardan biri de bu değil miydi?

Aylarca o meseleyi de düşündüm. Yirmi arkadaşla istişare ettim. Siyasiler arasında dostlarım saydığım insanlarla da istişare ettim. Fakat hiç kimse bu mevzuda bana görüşmemeye dair bir şey söylemedi. Aksine herkes ''Çok yararlı olur'' dedi. Bunda çok büyük fitne de olsa ben istişarenin hakkını yerine getirdim.

Çiller'le tokalaştınız mı?

Zannediyorum, kendisine bu mevzuda hassasiyetim olduğunu söylemişim. Öyle bir şeye hiç teşebbüs etmedi, ayrıca takdir hissi uyardı bende.

Bu görüşmeden beklediğiniz yarar oluştu mu?

Bu önümüzdeki günlerde belli olacak. Terör konusu beklemeye alındı. Bu şekliyle mi, yoksa alternatif şekliyle mi geçer Meclis'ten bilemeyeceğim. Ancak, ondan sonra onu düşüneceğiz.

Görüşmenizde ordudan atılan bazı subayları da gündeme getirdiniz mi?

Ben, böyle bir şeye tevessül etmedim. Yanımızda bir arkadaş vardı, dile getirmek istedi ''Mevzumuz bu değil'' dedim. Hem de o atılacak kimselerin de henüz nedir, ne değildir tam netleşmediği için söylemeye gerek görmedim. Zaten, askerler birini atmaya karar vermişlerse ve arkadaşlar da dindar iseler Başbakan'ın bunu önlemesi mümkün değildir.

Görüşmeden siz mi, Çiller mi kazançlı çıktı?

Ben bir mesele karşısında gidip görüşme lüzumunu duyduğum için gittim görüştüm. Kazanç meselesi söz konusu ise şayet orada konuşulan şeylerin yerine getirilip getirilmemesiyle alakalıdır biraz. Sayın Başbakanımızın bu mevzuda mülahazaları, planları, hesapları var mıydı? Vardıysa bunlardan kaçı gerçekleşti? Onu daha çok, o bilir.

Eşi 'Tansu' Dememeli

O görüşmede Özer Çiller de bulundu. Özer Bey eşine başkalarının yanında ''Tansu'' diye hitap ediyor. Sizin bundan rahatsız olduğunuzu zannediyorum. Doğru mu?

Özer Bey'i ilk defa orada gördüm. Dış görünüşleri itibariyle birbirine bağlı sımsıcak bir aile imajı uyandırdılar. Birbirlerine karşı terbiyeli davranıyorlardı. Terbiyeli davranmanın veya içli dışlı olmanın bir gereği olarak ''Tansu'' dedi. Bir Başbakan'a beyi de olsa yani evde öyle konuşulabilir fakat ''Başkalarının yanında öyle olmamalı'' gibi içimden geçti. Kim bilir belki, ikaz etmek de geçmiştir içimden, ''Başbakan'a öyle hitap edilmez'' diye. Ama onu ifade etme fırsatı bulamadım. Daha sonra bunu söylemeyi müdahale saydım, saygısızlık saydım, vazgeçtim. Çünkü yapacakları her şeyi konuşarak, görüşerek yapıyorlar.

Yani devleti birlikte mi idare ediyorlar?

Özer Bey, Başbakan'a elinden geldiğince yardımcı oluyor. Belki teşkilatlanmada veya organizasyonda partinin hususiyle bazı yerlerde mesela İstanbul'da yeniden teşkilatlanmasında Özer Bey'in de fikirleri, teşkilattaki insanlarla görüşmeleri var.

Bu kadarı tecviz (izin verme) edilir mi, edilmez mi? Turgut Özal merhumda yaşananın tam tersi gibi bir şey var. Yani onda Semra Hanım bazı şeylere karışırdı. Turgut Özal da onun yolunu açmıştı. Böyle bir meselede acaba bu müdahaleler mahsurlu mu? Yani ülkeye yararlı şeyler yapıyorlarsa bunun yanında olmak lazım. Yok meseleyi devlete ait imkanları ailenin hesabına kullanmak gibi bir kısım planlar güdüyorlarsa, tabii bu tespit edildiğinde buna karşı çıkmak lazım.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.