"Şeyh Olduğuma İnanmadım"
Bugüne kadar sizin ''tarikat'' değil, ''cemaat'' lideri olduğunuz vurgulandı. Terminolojiyi bildiğim için ''Ne farkı var'' diye sormayacağım. Ama liderliğiniz üzerinde durmak istiyorum
Ben kendime hiç lider demedim. Düz bir adamım. Lider, kabiliyeti, dehası, karizması, yüksek performansı olan kişidir. Bunlardan hiçbiri bende yok. Cemaat de aynı duyguyu, düşünceyi paylaşan insanların tabii olarak bir araya gelmesidir.
Alçakgönüllülük gerçeği değiştirir mi? Adınız etrafında bir gurup bir araya geldiğine göre, siz bu cemaatin otomatikman lideri olmuyor musunuz?
Lider dememe mevzuunda direniyorum. Çünkü ben düşüncelerimi otuz sene kürsülerde ifade etmişim, aynı duyguyu, düşünceyi paylaşan insanlar teveccüh etmişler, onları yönlendirmeye çalışmışımdır. Mesela demişimdir ki, ''Üniversite hazırlık kursları açın, okullar açın' Bu insanlar bana karşı olan saygının ifadesi dinlemişlerdir. Bu da yanlış olabilir ama ben onları yalancı çıkarmayarak tevcihimde (yönlendirmemde) ısrar ettim ve yolun bir noktasında buluştuk. Gördüm ki benim 'okul' dediğim gibi bir sürü insan da 'okul' diyor. Hatta ekonomik meseleleri bile gelir sorarlar. Bende 'İlim ehlinden sorulur' diye onları uzmanlara tevcih ederim.
Bu durumda bir Fethullah Gülen cemaati yok mu?
Yani insanların birine güvenmesi itibar etmesi, tavsiyelerini ön planda tutması o kişiye lider dedirtecekse o manada öyle bir cemaat ve liderlik söz konusu olabilir.
Cemaatte klasik şeyh-mürid ilişkisi yoktur. Ama sizin de takipçileriniz var. Kendinizi 'şeyhleşmekten' koruyabildiniz mi?
Korudum, Şeyh olduğuma hiç inanmadım.
Ama çevrenizdekiler inanabilir buna
İnanmadılar. Onu da hep tembih etmeye çalıştım. Şunun üzerinde ısrarla durdum: Allah hepimizi istihdam eyliyor. Hizmet yolunda belli bir yerde buluştuk, bir yere doğru gitmeye çalışıyoruz. Eğer bazı şahısları parlak görerek bunu onlara izafe ederseniz şirke girmiş (Allah'a ortak koşmuş, dinden çıkmış) olursunuz. Zaman böyle ferd zamanı değildir, cemaat zamanıdır. Belki bazı arkadaşlarımızda bir hocaya olan saygının üzerinde bir saygı olabilir onu da hep tadil etmeye çalışıyorum. Ben istemesem bile birilari cemaat diyor ve o cemaatin önemli bir yerine getirip koyuyor. Ben çocukluğumda biraz o terbiyeye açıktım. Kendimi silme, sıfırlama için hakkımda hüsnü zan edenlere derdim ki 'Gider meyhaneye girer çıkarım. Bu insanların bütün teveccühlerini yıkarım' Böyle teveccühden kaçan bir insanım. Fakat şimdi ağlayarak arkadaşlara dedim ki, 'Bugün bunu yapamam. Çünkü artık kader birliği vardır. Bu size dokunur' Ben 'Fethullah Hoca'nın arkasındakiler sağındakiler solundakiler, işte bakın, alın ağzınız payını' dedirtemem. Öyle bir çaresizlik içindeyim ki, şu kadarcığı bana çok fazla geliyor. Allah rızası için Rabbim beni kullansın, istihdam ettirsin. Sonra da bu işin ikindi sonrası dediğim şu durumu görmeden çekip öbür aleme, arkama bakmadan gideyim.
Yazı ve vaazlarınızda şahsi kemalat için çile çekmeyi yücelttiniz ve çile çektiniz ama şimdi insanlar elinizi öpmek için önünüzde eğiliyorlar. Ne hissediyorsunuz?
Fevkalade rahatsızlık duyuyorum. El öptürme prensibim hiç yoktur. Bunu başaran çok zorlayan belki elimin derisini de kopararak öpenler olmuştur. Fakat genelde vermemeye çalıştım. Eskiden biraz daha güçlüydüm hiç vermiyordum da şimdi tokalaşırken, gafletimden istifade ediyorlar. Rahatsız olduğum hususlardan biri de ayağa kalkmaktır ki bu Efendimizin ahlakıdır. Buyurur ki, 'Acemlerin kendi büyüklerine ayağa kalktığı gibi ayağa kalkmayın' Arkadaşlar ayağa kalkmaya çalışırlar, her defasında bunu hatırlatırım.
'Kendinin Savcısı Ol'
Bunlar nefis kırma meseleleri. Zaten siz 'Küçük Dünyam'da anlattığınız gibi nefsinizi kah kedi gibi kovaladınız, kah ayı gibi kapıştınız, kah goril gibi gördüğünüz nefisten kaçmak için surlara çıktınız. Ama bütün bunlar sizi sonunda 'Hocaefendi Hazretleri' yaptı. Nefsiniz şimdi neye benziyor, munis bir kediye döndü mü?
'Bu rüyalar çok eski. Riyazet yapıyordum. Birazcık da gençlik olunca endişe ettiğim şeyler oluyordu. 'Gözlerimin içine başka hayaller girebilir' mülahazalarım vardı. Aşmış mıyız, aşmamış mıyız bilemeyeceğim. Mesela o dönemde et yemiyordum. Bunda Hindular'ın tesiri olabileceği gibi, saygı duyduğum Hamidullah Hoca'nın da tesiri olabilir. Jean Jacques Rousseau'yu çok eski yıllarda okumuştum. Onun ''tabii hayat'' telakkisi et yemeye karşıydı. ''Vahşiliklerini örtmek için pişiriyorlar'' gibi sözlerinin de tesirinde kalmıştım. Bir de tasavvufta hayvani gıdalardan belli ölçüde uzaklaşma esaslardan birisidir. Hatta sarılık hastalığına tutulmuştum, siroz atlatmıştım. İşte o dönemde böyle et yememe, çok yememe, bir öğün yemekle iktifa etme, sadece açlığını gidermeye matuf hayatımı sürdürürken o rüyaları gördüm. Nefsimi goril gibi, ayı gibi gördüğümü hatırlıyorum. Uyku ile uyanıklık arasında sonra da büyükçe bir şey gibi, panter miydi artık, bir yabani kedi miydi, onu aşabileceğim gibiydi. Sonra işte goril karşıma çıkınca ben kaçmışım, bir sedyeye çıkmış, Allah'a sığınmıştım. Yani Cenab-ı Hak şerrinden korumuştur beni. Nefsimin şimdi o zamankinden daha iyi olduğu kanaatinde değilim. Belki daha tehlikelidir kim bilir? Kalp çok önemlidir. İnsan kalbiyle insandır. Eğer kendini, kafir bile olsa bazılarından insanlık cihetiyle üstün görüyorsa yine kaybediyor demektir. Onlara bakarken bir avukat gibi, en küçük meziyetlerini onların ahirette kurtulacağına vesile saymalı. Ama insan kendi nefsi hesabına yaptığı şeylere yaklaşırken de bir savcı gibi aleyhte delil toplayarak bakmalı.
Sonuç olarak ruhunuz munis bir kediye döndü mü?
Kalbimin derinliklerinde insanlara karşı neler geçtiğini bilemem. Hz. Yusuf hapishaneye girmiş, cezasını çekmiş, peygamberliğe namzet, ufku açık, sağnak vahyin yağdığı bir evde neşet etmiş, böyle bir peygamber nefse itimat edilmeyeceğini hatırlatıyor. İnsan çok korkmalı akıbetinden, nefsinin her an aldatacağından çok endişe etmeli. Bu mülahaza altında kendime bakarken inşallah daha endişeli bir duruma sürüklenmemişimdir diyebilirim.
Halen hasır üzerinde yatıyormuşsunuz. Bu korkuyla mı normal yatağı yeğlemiyorsunuz?
Bunun belki farklı saikleri var. Bir yönüyle tasavvuf büyüklerinin tesirinde kaldım. Bir büyüğün ifadesi içinde, yani canlı yaşama manasına, ''hayvaniyetten çık'' diyor, ''cismaniyeti bırak, kalp ve ruhun derece-i hayatına gir.'' Bu düşüncenin zannediyorum ruhumda büyük izleri var. İkincisi benim babam imamdı zaten. Fakir bir ailenin çocuğuyum, her zan öyle rahat döşek bulamadım, yorgan da bulamadım. Mesela bazılarına çok garip gelebilir de, Edirne'de İkinci Murat cennet mekanın yaptırdığı camide askerliğimden evvel üç sene imamlık yaptım, orada döşeğim de yoktu, yorganımda. Caminin penceresi içinde işte öyle yataksız yorgansız yattım. Ucuz ve pratik bir hayattı benim için.
Hala hasır üstünde mi yatıyorsunuz?
Odamda bu adetimi bozmadım. Hasırlarım vardır, üzerine de uzanır yatarım. Biraz tabii buluyorum onu, biraz da gece kalkıp ibadetimi yapmak için gerekli görüyorum.
Bugün kaderin aynasına baktığınız da kendinizi nasıl görüyorsunuz?
Şimdi bir teveccüh var burada, bir de benim kendime bakışım var. Kendime bakışımda, biraz evvel ifade ettiğim portre içinde (çerçeve içindeki bölümde ifade edilen portre.NA) mahcubiyetim var. Benim yetiştiğim dönemde, çok saygı duyduğum bir Alvar İmamı vardı. Onun çok sık tekrar ettiği bir sözü vardı. Biraz Azeri bir edayla söylerdi: ''Herkes yahşi men yaman, herkes buğday ben saman'' derdi. Ben biraz o mülahazaya bağlı olarak bugün de aynı şeyi söylüyorum. Yani el alemin hakkında düşündüğü, hatta liderlik yakıştırdıkları, bir cemaatin başında gördükleri bütün bu şeylere kimse beni inandıramaz. Bir arkadaşımızın güzel bir latifesi olmuştu. Bir gün ona ''Böyle tavus kuşu gibi çalımlı olma'' dedim. Dedi ki, ''Hocam bana bütün alem dese ki sen Picasso gibi bir ressamsın, inandıramazlar.'' Yani halkın bu kadar teveccühü, bir imtihan için bana kredi olarak verilmiştir. Belki yanılıyorlardır, belki içtihat hatası yapıyordur. Onlar bu mevzuda günaha girmezler ama fakat ben bu hüsn-ü teveccühün verdiği makamlara dilbeste (aşık) olursam kendimi helak etmiş olurum.
Peki, Kuran'ı dört yaşında hatmetmeniz sizde ''seçilmiş biri '' olduğunuz inancı doğurmadı mı?
Estağfirullah. Kendimi idrak ettiğim yaştan itibaren çok büyük insanları, dahileri tanıma şerefine erdim. O bakımdan dört yaşında Kur'an hatmetmek benim nazarımda çok da büyük görünmedi bana. İkincisi, o dönem itbariyle öyle büyüklük taslama, seçilmişlik mülahazalarına kapılma benim düşünebileceğim türden şeyler değildi. Üçünçüsü de dört yaşında Kuran'ı hatmetmemin bir nedeni, Kur'an aşıkı bir validem vardı benim. Benim şahsi istidadımdan çok onun büyük tesiri olmuştur. Ev işlerinin yanısıra bir ayda hatmetmemin Kur'an harflerini böyle kalıplar halinde belletmesinin de tesiri olabilir.
Ama bu konu, anılarınızı okuyanda, sizin seçilmiş biri olduğunuzu düşündüğünüz izlenimi uyandırıyor
Hayır. Bütün samimiyetimle ifade edeyim, böyle bir soru teveccüh edileceği ana kadar aklımın köşesinden Kuran'ı dört yaşında hatmetmenin bir seçkinlik emaresi olduğu şeklinde bir mülahaza geçmedi.
Peki sizi önemli kılan nedir?
Hayır, ben önemli olduğuma da kani değilim. Bir kürek, güllerin dibinde çapa yapmada da kullanılabilir, başka şeyde de. Buna Bediüzzaman ''istihdam'' der. Benim üzerimde o kültürün, onun etkin öğretisinin tesiri büyüktür. Diğer taraftan da bunların bir imtihan olarak lütfedildiğini düşünmüşümdür. Dinde bu tür şeylere istidraç (hakkı olmadığı halde talihi düzgün gitme) da denebilir. Yani insan liyakatı olmadığı halde Cenab-ı Hak başından ihsanları (lütuf, iyilik) yağdırır. Acaba taşekkür edecek mi yoksa şımarıklığa düşüp nankörlüğe mi girecektir? Bunca nimet karşısında şükretmek icap ederken ''Acaba istidraçla bizi mahvetmek mi istiyorsun?'' endişeleriyle sarsılmış, iki büklüm olmuşumdur.
'İçtihad Hatası Olabilir'
Yine de bu toplumun cazibe merkezlerinden birisiniz. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Halkın içtihat hatası olabilir. 16 yaşından itibaren camilerde kürsüye çıktım. Aşağı yukarı 40 sene sayılır. 1960'dan sonra böyle teyple, videoyla vaazlar tespit edildi. Türkiye'nin değişik yerlerine dağıtıldı. Yine içtihat hatası olabilir diyorum, yani halk yanılmış olabilir. Tabii 'eğer yararlı buluyorlarsa istifade etsinler' mülahazasıyla da 'bu lutf ile ihsan nedendir' dedim ve bunları da kaçırmamaya çalıştım. Cami kürsüleri halka tanışma mevzuunda önemli yerler. Halkın hissiyatıyla bütünleşmeye çalıştım. Mesela işte askerliğimden evvel, 'atalarım Edirne'de savaşmış' diye kalktım Edirne'ye gittim. Orada üç Şerefeli Cami'de imam oldum. Vaizlik talep ettim. Askerlik yapmadığım için olmadı, askerlikten sonra oldu. Mesela Kırklareli'ne gittim, değişik kazalarda vaaz-ı nasihat ettim. İzmir'e geldiğimizde gezici vaiz yaptılar. Bütün Ege'de gezdim, çok insan tanıdım. Daha sonra konferanslar verdim. O konuşmaları sinemalara belki vaizler arasında ilk götürenlerden biriydim. O mevzuda haddimi aşarak, bilmediğim sahalara bile belki girdim. Mesela Türkiye'de ilk defa cami kürsülerinde evolüsyonu kritik ettim. Yani Darwinizm'le Lamartinizm'le uğraştım. Çünkü kendim de o dönemde onlarla alakalı bazı şeyler okuyunca dinime, akideme, düşünceme tesir etmese bile, bunları kafamdan silip atmak için çok kaynağa müracaat ettim. Türkiye'de gitmediğim üç vilayet kaldı. Zannediyorum Hakkari'ye gitmedim. Bir de Sinop'a ve Artvin'e gitmedim.
'Herkes Kendi İşine Baksın'
Kendiniz dışındaki cemaatlere uzak olduğunuz, içinde bulunmadığınız hiçbir harekete destek vermediğiniz inancı yaygın. Doğru mu?
Doğru olmasa gerek. Değişik hizmet sistemleri olabilir. Birisi Kur'an Kursu açıyor, birisi camide sohbet ediyor, birisi tasavvuf adına ders veriyor olabilir.
Yani herkes kendi işine mi baksın?
'Herkes kendi işine baksın. Herkesi olduğu gibi kabul etmek gerekir. Ben eğitime, kültüre dönük hizmetlerin daha yararlı olduğu gibi kabul etmek gerekir. Ben eğitime, kültüre dönük hizmetlerin daha yararlı olduğunu gördüğüm için, himmet (çalışma, çabalama, ermiş kişi etkisi) edecek insanları elimden geldiğince bu tarafa yönlendimeye çalışırım. Çünkü iç içe olunca bazen çekişmeler kıskançlıklar olabilir.
Ama siz İslam'a katkıda bulunmak isteyen diğer cemaatleri, 'Biz size katkıda bulunalım' diye kibarca reddedersiniz hep, Mesela MÜSİAD'a karşı HÜRSİAD'ı kurdurduğunuz söyleniyor
Ben bunların adlarını daha bilemedim. Ben seven, yakınımda olan, çok meselelerini gelip görüşen arkadaşların kurdukları ticari bir şey, işadamları topluluğu oldu. Ama ben ne onu, ne alternatif cereyanın adını bile düşünmeden arkadaşlarım tarafından yapıldı.
Ama 'Hoca içinde olmadığı bir şeye destek olmaz, kendi yayınlarının dışında bir şey okutturmaz' deniliyor
Çok yanlış bir şey. Koca koca yayın katalogları var. Mesela Nil Yayınları. İki yüz, üç yüz çeşit kitap var orada satılıyor. Ancak bazılar her yayını satmıyor. Müslümanların kitaplarını bazı fuarlara almayan insanlar var.
'Bu Kadar Eziyete Gerek Yok'
'Küçük Dünyam'da, medresedeki ilk gecenizi anlatıyorsunuz: ''Yatmak istediğimde baktım ayağımı arkadaşlardan birine doğru uzatmam gerekiyor. Saygısızlık olur düşüncesiyle ayağımı ona doğru uzatamadım. Diğer tarafta kitaplarım duruyordu. Kitaplara doğru da ayaklarımı uzatmam mümkün değildi. Beri taraf kıbleye denk geliyordu. Ayağımı uzatabilecek tek yön vardı. Orası da Korucuk istikametini gösteriyordu. Ve ben babam Korucuk'ta olabilir, ona saygısızlık etmiş olabilirim düşüncesiyle o tarafa da ayağımı uzatamadım. Bir kaç gece böyle hiç uyumadan oturdum.'' Sonradan hiç düşündünüz mü, ''Acaba kitapların yeri değiştirilemez miydi'' ya da ''Arkadaşımdan yerimi değiştirmesini isteyemez miydim'' diye. Yani uykusuz kalmaya değecek kadar çözümsüz bir problem miydi bu?
Aslında bir insanın hayatta kendisine bu kadar tazib (eziyet) etmesine gerek yok. Din de bunu emretmez . Bazı şeyler, insanın içine öyle doğar, öyle karar verir. Ben şimdiki konumum itibariyle, meseleye böyle yaklaşırsam Müslümanlığı zorlaştırmış olurum. Bu da dinin ruhuna ters olur. Şimdi biri bana, ''Ayağımı kitaplarıma uzatayım mı; babamın köyüne uzatayım mı'' diye sorsa ben, ''İstirahatına bak'' derim. Ama ben o zaman bir çocuktum. Hislerim daha öndeydi. Aldığım terbiye bana onu telkin ediyordu. Babamın gölgesine ayağını basmamış bir insan olarak, babamın, annemin bulunduğu yere o gün ayağımı uzatmamıştım. O ayağımın altına gelecek arkadaş misafirdi, ona kaşı saygısızlık yapmak istemedim. Kitaplar kütüphanedeydi, başkalarının da kitapları vardı. Kaldırmam da mümkün değildi. Bir yanda da kıble vardı. Zannediyorum öyle sübjektif mülahazalarımla o gece öyle oldu. Gerçek bir saygı ifadesi midir, değil midir? Ama halis bir niyetleydi.
Yani biraz ifrata kaçtığınızı mı düşünüyorsunuz?
Evet öyle diyorum. Objektif değil yani öyle bir mesele dinin ruhuna da uygun sayılmaz.
- tarihinde hazırlandı.