"Biraz Asker Ruhluyum"

Gençliğinizde akrobatik gösterilerle minareye çıkıp insanların yüreğini ağzına getiriyordunuz. Ya şimdi?

Vazifem, sorumluluğum, yaşım bunlarla mütenasip değildir. Zaten bunları 17 yaşına kadar yaşadım. Ağaçların başlarına çıkardım, hiç kimsenin çıkamayacağı minarenin şerefesi etrafında gezerdim. Şimdi bile anlatınca insanların başı dönüyor.

İnsanları heyecanlandırmak hoşunuza mı giderdi?

O çocukluk herhalde, bilemem. Barfiks de yapardım.

Hayatınızda biraz tuhaf, ilginç çok olay var. Hacda sabah namazı için çıktığınız ikinci kat mahfilde şeytan sizden kendinizi aşağı atmanızı istiyor. Şeytan size ne yapmak istemiş olabilir?

Nefsin, böyle her zaman ''şunu yap, bunu yap'' dürtüleri olabilir. Biz mümin olarak, inanmayanları duymadığı şekilde bu vesvesenin aydınlık dünyamıza müdahale olduğunu söyleyebiliriz.

İmam Gazali de, Nizamiye medreselerinde, şöhretinin zirvesinde olduğu bir dönemde vesveseye düşmüş, 11 yıl Emeviye Camii minaresinin odasında çile geçirmişti. Said-i Nursi aynı şekilde mezarlıklarda, mağaralarda kaldı. Bu tür şeyler, yorumcular tarafından ''Misyon sahibi insanların kaderi'' olarak değerlendiriliyor. Kendinizi bu insanlara benzettiğiniz oldu mu?

Estağfirullah. Bunun benim için düşünülmesine katılamam. Benim o dürtüleri algılayışım farklıydı. Hiç intiharı düşünmeyen bir insan olarak ''hele şuradan kendini at'' gibi bir duygu içimi sardı. Öyle olunca ben geri çekildim. İki adım ötede, benden hiç ayrılmayan, benden yaşlı bir arkadaşımıza baktım, o da geriye çekildi aynı anda. Bunu izah etmek çok zordur.

Kendinizi tahlil ettiniz mi? Bir suçluluk duygusu olabilir mi?

Kabe'de Cenab-ı Hak günahlarımıza kefaret yapar. Orası bir arınma çeşmesi. Şeytanın muzur maniler olur. Şeytanlar o hizmetin hadimleriyle (hizmet gören) çok uğraşır.

Ama şeytan neden sizinle uğraşıyor?

Belki beni olduğundan fazla görüyordur.

Yine hacda lokantaya gidiyorsunuz. Hiç kimsenin duymadığı pis kokular sizin peşinizden geliyor. Bu size göre manevi bir ikaz. Çünkü yemek yemek için harem iklimini terk etmişsiniz. Yemek yemek çok doğal bir ihtiyaç değil mi? Neden bu yüzden cezalandırıldığınızı düşündünüz?

Yani o işin yorumu. Başka şey de olabilir. İlk haccımdı. Hep istiyordum ki Harem-i Şerif'te kalayım, çok ibadet edeyim. O kadar zaman içinde bir kere evde kaldım. Kumların üzerinde kalıyor, bir yumurta, bir bisküviyle yani kalori ölçüleri içerisinde gıdamı alıp vazifeme devam ediyordum. Her nasılsa içime birden bir kebap yeme arzusu düştü. Öyle bir menkibede (bir kimsenin fazilet ve meziyetini gösteren yazı) bilirim, yani böyle bir şeyden vazgeçirilmiş birisi.

Belki bu menkıbeden etkilendiniz

Bilemiyorum. Gidelim, bir lokantada kebap yiyelim dedim. Kalktık gittik. Tam kebaplar önümüze geleceği zaman bir hayatımda hiç duymadığım bir koku sardı. Yanımdaki arkadaşım da bunu hissetti. O kadar ki lokantada oturmak mümkün değildi. İstifra edecek hale geldim. Dışarıya çıktık. Baktım lokantanın önünde, pislik yüklenmiş bir araba var ama bir şeye bağlı değil, römork gibi bir şey. Biri getirmiş lokantanın önüne bırakmış. Bir kere kafaya kebap yemeyi koyduğumuza göre gidip başka lokantada yiyelim dedim. Gittik oturduk. Aynı kerteye geldi, adam yemekleri hazırlayacak, o koku bizi takip ediyor. Yani orada millet aşkla şevkle ibadet yapıyordu. Bizde kut-i layemutla (ancak ölmeyecek kadar yemek) ihtiyacımızı gidererek orada kalabilirdik. Fakat o menkıbede velinin dediği gibi yani, ''Hayatımda bir kere olsun Rahman'ı terk etmedim'' ben de dedim ''herhalde Rahmanı terk ettik'' Cenab-ı Hak'kın hususi lutufları açısından öyle bir terkin, cezası olabilir.

Bu olay pek öyle anlaşılır bir şey değil

İşin doğrusu ben de anlamadım.

Yani çekicisi olmayan bir römork geliyor, lokantadaki diğer insanlar kokuyu duymuyor, siz duyuyorsunuz. Korunan sizsiniz. Burada size özel muamele mi yapılıyor?

Belki bizim buna daha çok ihtiyacımız oluğundan dolayıdır. İstiğfar (Allah'tan günahlarının bağışlanmasın dileme) etmemiz lazım. El alem arınmıştı, bizim arınacak hallerimiz vardı herhalde.

Sizin enteresan bir vakanız daha var. Yine bir lokantada geçiyor. Tavuk yiyeceksiniz. Çiğniyorsunuz çiğniyorsunuz, yutamıyorsunuz. Sonradan öğreniyorsunuz Hollanda'dan gelmiş. Kesimi şüpheli olduğu için yiyemediğiniz yorumunu yapıyorsunuz. Yani yine özel muamele görüyorsunuz. Allah şüpheli yiyecekleri yedirmemek için sizi koruyor mu?

Estağfirullah koruyor diyemem. Bu biraz nefsi kutsama gibi oluyor. Bundan Allah'a sığınıp belki böyle haram ve şüpheli şeylerden kaçınıyordum. Cenab-ı Hak o yolumu bozmak istemedi belki.

Düğündeki Ceza

'Küçük Dünyam'da, hayatınızda iki kez düğüne gittiğinizi, birinde bir sarhoşun yüzünüze tokat attığını, diğerinde de düğün dönüşü evdekilere sesinizi duyuramadığınızdan dolayı, sokakta gecelediğinizi az kalsın donacak olduğunuzu anlatmıştınız. ''Her iki düğüne gidişimin tokadını da çok acele yedim'' diyordunuz. İlginçtir, peygamberimizin de başından benzer bir olay geçmiş. O da gençliğinde birkaç defa düğün izlemek istiyor, her seferinde uykuya dalıyor, böylece ''Cahiliye dönemi eğlencelerinden'' Allah tarafından korunduğu söylenir. Bu olayı, O'nunla benzerlik kurmak için mi anlattınız?

Estağfirullah. Anlatmasaydım da olurdu. Bunlar kutsamak gibi oluyor.

Ama bu olaylar, sizin Allah'ın sevdiği özel bir insan olduğunuzun düşünülmesine yol açıyor

'Efendimizin çok güçlü bir iradesi vardı. O düğüne de gitseydi, mütessir olmazdı. Herhalde Cahiliye'ye ait adetlerin icra edildiği yer girmesin, gözlerinin içine başka hayal girmesin, ruhunu başka hülyalar sarmasın diye Allah onu korumuştu. Benim o düğünlerde böyle basit insanların tesirinde kalabilecek kadar herhalde zaafım vardı. O düğünlerde uygunsuz oyunlar oynanıyordu. göçekler oynuyor, içkiler içiliyordu, sarhoş olunuyordu. Belki Cenab-ı Hak benim kötülüklere girmem mülahazası karşısında beni korudu. Anne ve babamın da intizarı olabilir.

Hocam, siz çok işaret almışsınız. Kendi kullandığız araçla iki kez kaza geçiriyorsunuz. Bunu, Allah'ın siz araba kullanmanızı istemediğine yoruyorsunuz ve direksiyon kullanmayı bırakıyorsunuz. Size niye bu kadar işaret geliyor?

Yoo, aslında estağfirullah. Hayat bütünüyle işaretlerden ibarettir. Buna tevil-i ehadis deniyor. Yani sağımızda solumuzda akan hadiselerle alakadar olduğunuz ölçüde, bunların başı boş olmadığı, geçmişin kendi kendine cereyan etmediği, her şeyin Allah'ın emir ve kumandası altında cereyan ettiği anlamına gelir. Tesadüf yoktur. İnsan içinde yaşadığı hadiseleri derin bir tecessüs (merak), derin bir tefehhümle (farkına varma) takip etmeli. Ama bakmıyorlar. Hani, ''Vermemişse Mabud, neylesin Mahmut'' gibi yanından yanından geçince göremiyor. Kuran'da bu kabil bakışlara işaret vardır. Fakat yüz yüz çeviriyorlar, bakmıyorlar.

Rakamların Sırrı

Siz çok iyi bakıyorsunuz çevrenize. Mesela, 11'inci ayda askere gidip, 1'inci taburun, 1'inci bölüğünün, 11'inci eri olmanızın bile farkına varıp, bundan anlamlar çıkarıyorsunuz

Herkesin hayatında böyle rakamlar olabilir. Evren Paşa da ''Hayatımda 7 rakamı var'' dedi. Mustafa Kemal'in hayatında 19 rakamı var. Vefatı bile 19'un üç katı malum. Bunlar boş değildir. Ama bu rakamların esası nereden çıkıyor? 19'u Reşad Halife çıkardı. Bazı yanlışlara da gidildi. Kendini insan üstü gibi görmeye başladı. Allah affetsin. Sonra Ahmet Deedat da yazdı.

Sonra da Cenk Koray

Evet, o da Mustafa Kemal ile bağdaştırdı.

Sizi rahatsız etti mi?

Beni rahatsız etmez de, dine ait pek çok hükümleri onun üzerine bina etme bir ifrattır (aşırı gitme). Kuran'daki bütün ayetler bununla irtibatlandırılmadı. Ama tevbe suresindeki iki ayet bu 19 ritimini bozuyordu. Bozduğu için tuttu Deedat, demek bunlar ayet değil dedi. O yüzden bunlara gömülmemek lazım.

Zaman'da yayınlanan anılarınıza ''Küçük Dünyam'', şiirlerinizi topladığınız kitaba ''Kırık Mızrap'' dediniz. Neden?

Yani esas sesi çıkaracak bir mızrap bile olsa, o kırıktır, ''paslı bam teli'' filan bir şey demeyi tercih ederim. Yani bu biraz içindem doğan şeyler.

Ama bir dakika, Said-i Nursi 'Sözler'de ne diyor: ''Kamillerde büyüklük mikyasıdır küçüklük. Nakıslarda küçüklük mizanıdır büyüklük.'' Siz kamil bir insan olarak bilindiğinize göre, bu ifadeye göre ''Küçük Dünyam'', ''Büyük Dünyam'' mı oluyor?

Bazı sözler insanlara böyle zıtları çağrıştıracaksa ona cevap bulmakta çok zorlanırız. Mesela bir gün mecmua çıkarmayı düşününce ben, tevazuun ifadesi olarak ''Küçük görünelim, Allah'ın büyüklüğünü kabul edelim'' diye değişik isim alternatifleri olduğu halde reşha -damla- manasına Sızıntı demiyi tercih ettim.

Karakter olarak munis görünüyorsunuz. Hiç hiddetlendiğiniz olmaz mı?

Hayatımın çok zamanları öyle münis, uysal, herkes çok rahatlıkla der ki ''Bir ip taksam suya götürürüm'' der. Fakat hassasiyetin verdiği bir yanım da vardır ki, öfkelendiklerim olabilir. Fakat mümkün mertebe bu öfkelenmelerin kendi dar dairemde kalmasına özen gösteririm. Başkasını rencide etmeyeyim diye eğer öfkeleneceksem öyle bir yerde o şeyimi boşaltırım ki icabında bir kenara çekip ''Hakkını helal et'' diyebilmeliyim. Yoksa omuzlarımda ilelebet o öfkelenme bir hak olarak kalsın da Allah'ın huzuruna öyle gideyim istemem.

Ama disiplin sizin için çok önemli değil mi?

Evet, disiplin biraz da annemin çocuk okutması döneminde böyle kalfa gibi bir durumum vardı. Daha sonra da değişik kurslarda, genç talebelerle meşguliyetimde, idareciliğimde, biraz meşguliyetimde, idareciliğimde, biraz da asker ruhum var, disipline çok önem veririm. Hatta bazı insanları disipline edici yöntemler geliştirdim. Disiplini bozma da çok oluyor. Bunlar hassasiyetime çarpınca, ben de Necip Fazıl merhumun edebiyatımıza soktuğu hafakan -yürek oynaması, çırpıntı- sözüyle anlatayım, evet hafakanlar hasıl ediyor.

Kızgınlılıkla camiyi terk ettiğiniz de oldu galiba

Bir defa kürsüden indiğim oldu. Mikrofonları, hoparlörleri ayarlıyorlar, caminin içinde gelmeler gitmeler oluyor. Onbeş dakika kadar kürsüde oturdum. Kim olsaydı aynı şeyi yapardı. ''Bir hoparlörü ayarlayamadınız'' dedim. İndim kürsüden imam odasında oturdum. Kürsüde yaşadığım heyecanla bazen bayılacak hale geldiğim de olmuştur. Mesela Azerbaycan meselesi söz konusu olunca, kendimden geçmişim. Sonra arkadaşlar sırtlarına aldı taşıdılar.

Meşhur Tatlısı

Sizin gibi hassas, utangaç bir zatın günlük hizmetlerini kim yapıyor?

Hayatımı yalnızlık içinde geçirdiğimden hep kendime yetmeye çalıştım. Kırk sene çamaşırımı kendim yıkadım. Makine de yoktu, elimde yıkıyordum. Yemeğimi kendim yapıyordum. Hatta annemin rahatsızlıkları dolayısıyla çocukluğumda yemek yapmada ona yardım ederdim. Ve şurada burada, Edirne'de yalnız kaldım senelerce. İzmir'de bir kulübede yalnız kaldım, beş altı sene sonra yeni bir ev kiraladım, orada da yalnızdım. Misafirlerim gelirdi, onlara yemek, çay yapardım. 12 Eylül'e kadar böyle devem etti. Bir talihsizlik, benim için mi, beni arayanlar için mi bilemeyeceğim, Victor Hugo'nun Sefiller'inde olduğu gibi ben hep kaçtım, kaçtım.

Jan Val Jan gibi mi? Peki sizin Javert'iniz kimdi?

Ben askeriyeye karşı saygılı olmuşumdur. Sülalemde asker vardır. Askerler Bediüzzaman'ın ifadesiyle geçmişleri itibariye gazidirler. Gelecek adına da belki şehit namzedidirler. Belki geçmişleri adına şehitler evladıdır, gelecek adına gaziler namzedidir. Ama bir gazetenin köşe yazarı birilerini aleyhimde tahrik etti. Bilmem ki teferruata girmeye gerek var mı?

Altı Yıllık Takip

Var efendim, lütfen

'Bornova'da son vaazlardan biriydi. Biraz da Bediüzzaman'dan mülhem -ilham alarak şeriat-ı Fıtriye, âyât-ı tekviniye gibi konuları arz etmeye çalıştım. Türkiye'nin İslam dünyasında geri kalış nedenleri üzerinde durdum. ''Allah'ın iki çeşit kitabı vardır'' dedim. ''Bunlardan birine Şeriat-ı Fıtriye diyoruz, Ayat-ı Tekviniye de denebilir. Allah'ın fizik, kimya, biyoloji, matematik gibi kanunlarının esas kaynağı olan kainat kitabı'', buna eski ilimde Şeriat-ı Fıtriye denir, ''Diğer kitap ise, Allah'ın kelam sıfatından gelen Kuran-ı Kerim'dir. Bunlar bir hakikatin iki yüzüdür. Bu iki kitaba riayet etmek dünyada, ukbada (ahiret) insanı mamur eder. Bunlara muhalefet etmek de insanı batırır dedim. İslam dünyasının geri kalma sebebi kainat kitabını iyi okumayışlarından, Şeriat-ı Fıtriye'nin prensiplerini bilmeyişlerindendir'' dedim. Bir gazete de ertesi gün bunu manşet yaptı. O gün bir rektörün cenazesi varmış cemide. Dedi ki, ''Hoca onca profesörün bulunduğu bir yerde cami kürsüsünden açık açık şeriattan hahisler açtı''. Bu savcılıkta tahkikat mevzuu oldu. Sonra Savcılık, Memurun Muhakematı Kanunu'na göre yanlış yaptığını anladı, beni Diyanet'e havale etti. Diyanet ''Takibe gerekli bir şey yok'' dedi. Fakat zannediyorum ''şeriat'' gibi günümüzde çoklarında alerji uyandıran o kelime, o zatın (İzmir Sıkıyönetim Komutanı) kafasında iz bıraktı, beni takibe aldı. Bu tam altı sen sürdü. O durum çok ağırdı. Gerçi sahip çıkan insanlar vardı ama askeri idareye o gün söz dinletmek zordu.

Kitapları Vakfa

Bugün çamaşırlarınızı hala kendiniz mi yıkıyorsunuz?

Bir makine aldı arkadaşlarım bana. Böyle işte bazen gelip arkadaşların yanında kalıyorum. İstanbul'da bir küçük bodrum katı ev vardı bir arkadaşımın, gidince kalıyorum.

Kendinize has bir eviniz yok yani. Ya eşyalarınız?

Bir yorganım vardır, çamaşırlarım, kitaplarım vardır. Vasiyetnamem var, çok eski yıllarda vakfetmişim kitaplarımı, kayd-ı hayat (yaşadığı sürece) şartıyla çıplak mülkiyetleri vakfın. Mamelekim (malım, mülküm) yok. Yemeği de nerede olursa işte biraz arkadaşlar yapıyorlar. Bazen kendim de yapıyorum. Zaten şekerim, tansiyonum var.

Ne yiyip içiyorsunuz?

Kalorisi düşük şeyler. 1200-1800 kalori arasında gıda alıyorum. Bazen peynir zeytinle idare ediyorum.

Kendiniz de yemek yapıyor musunuz?

Mesela undan on çeşit, patatesten on çeşit yemek yapabilirim. Bunların bazıları benim buluşumdur. Patatesin yahnisi Erzurum'da biraz farklı yapılır. Ben buna patatesi kızartarak börek yapmayı ilave etmişimdir. Patatesten tatlı yapmışımdır. Yani patatesi püre yaparak, yumurtaya banıp sonra yağda kızartıp üzerine şerbet dökerek tatlı yapmayı denemişimdir.

Bir de meşhur hasuta tatlısı yapıyormuşsunuz

Evet. Un suyun içinde bulamaç yapılır, içine şeker katılır. Sonra yağın içine dökülür, pelte gibi bir şey olur ama çok farklıdır. Bir de onun içine şeker katmadan yapılanı vardır, yemek gibi yenir. Mesela enfes kadayıf dolması yaptığımı ninem anlatırdı, alıp mahallede dolaştırırmış. Annemin ekzeması vardı, evde ona yardım etmeyi bir vefa hissiyle benimsemiştim. Bu da çok garip karşılanabilir, ona yardım için hamur yoğurduğumu da bilirim.

Halen buna fırsat bulabiliyor musunuz?

Sizler gibi aziz misafirler gelince arkadaşlardan müsaade alarak bazen mutfağa gidip yapmayı tercih ederim.

Özer Çiller'in Rus Çarı Olması

'Küçük Dünyam'da, yedi yaşındayken Rusça sayıkladığınızı anlattınız. Bu acaba neye işaretti?

Bu psikiyatristleri alakadar eder bir mevzu. Akıl hastalığı demeyeceklerse şayet, şuurumun almadığı bir iş. Bunu bütün aile fertlerim bilir. Biraz da Rus işgalinden sonra dedemin Rusça bilmesiyle ortaya çıkıyor.

Dedeniz sizinle Rusça mı konuşuyordu?

Hayır.

Daha sonra Rusça'yı öğrendiniz mi?

Hayır.

Özer Çiller'in önceki hayatında Rus Çarı olduğuna dair düşüncelerine ne diyorsunuz?

Özer Çiller bana bu mevzuyu anlattı. ''Ben çok roman okumam ama bir zaman evvel Dostoyevski okudum. Bana romanı sevdirdi. Sonra bütün eserlerini okudum. Bana reenkarnasyonla alakalı bir şey sorulunca, 'Herhalde çarın ruhu bana girdi' dedim'' dedi.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.