Avrupa'yla Bütünleşme
D-8 Tabana Ucuz Bir Mesaj
Avrupa ile entegrasyonu ciddiye almayıp D8 adı altında Müslüman ülkelere yönelme ne kadar doğru sizce? Refahyol Türki Cumhuriyetler'i tümüyle göz ardı etti.
Bunun hissi bir yanı var. Biraz, farklı bir mantalitenin ürünü. Biraz da, bir kesimin tabanına mesaj vermeye matuf gibi görünüyor. Onlar D8'in bir şey getireceğine ciddi olarak inanıyorlar mı bilmiyorum. Bir kere, dünyadaki konjonktür buna uygun değil. İslam ülkeleri olarak her biri bir Batılı'nın elindedir. Suudi Arabistan da böyledir, İran da böyledir. Dümendeki insanların izni olmadan sizle böyle bir anlaşmanın gerçekleşmesine kimse izin vermez. Bir de, İslam dünyasının size bir bakışı var. İslam dünyası iki üç asırdan beri dinin kaynağı kendilerinde zuhur etmiş diye bize tepeden bakmışlardır. Dilleri Arapça, Farsça'dır. Biz dillerini bilmeyiz. Dinin yorumunu başkalarından alırız. Hepimiz tufeylileriz, bizim gücümüz ne ki falan gibi bu açıdan bakılır. Hatta Asya'da okullar açmaya çalışırken, aynı maksatla kendilerine başvurduğumuzda, "bunu daha sonra düşünelim" diyorlar, sözü size bırakmıyorlar, saygısız davranıyorlar. Oysa ki Asya, Türkiye'yi idare edenler için çok önemli. Avrupa'yla bütünleşmemiz çok önemli ama, Asya'ya açılmamız, Türk işadamlarına, girişimcilerine bir köprü olacaktır; dünya ile rekabetini kolaylaştıracaktır. Belki müşterek bazı şeyler yapılacak ve bunlar, Avrupa ile olan münasebetlerimiz açısından bize bir değerlendirme yapma imkânı verecektir. Tabii, Pasifik için de aynı şeyler söz konusu olabilir. Biz kimseye halatla bağlı değiliz Pasifik'i de kullanırız, Asya'yı da, Avrupa'yı da. Ayrı ayrı alternatiflerin olması bize daha geniş bir zeminde pazarlık imkânı verirdi. Politikacılarımız, yatan hariciyemiz bunu bilemediler. Bu açıdan Asya önemliydi, bir fırsat terk edildi. Geleceğin de önemli bir teminatıydı bu.
Hiç olmazsa uzun vadedeki fırsatlar kaçırılmasın diye, benim gibi düşünen arkadaşlarla, aydınlarımızı aynı çatı altında yetiştirecek ilim, irfan yuvalarını kurduk. Kaçırılmış bu fırsatı acaba 25 yıl sonra yeniden elde eder miyiz ya da şartlar daha hızlı seyrederse, on beş sene sonra bir daha idrak eder miyiz diye uğraşıyoruz. Bunlar anlamadılar, ama onların anlayacağını umuyorum. Ben, şahsen D8'i bir kısım çevrelere çok ucuz bir mesaj olarak görüyorum. Riski çok olan bir mesele bu. Üzerinde fazla durulmaya değmez.
Kültürümüzün Ağırlığı
Politikada hep fırsatlar kaçırdığımızı söyleyebilir miyiz?
20. yüzyıla girerken Türkiye ciddi bir sarsıntı geçirdi. Mehlika Sultan'da anlatılan gençler tipini temsil eden, Tanzimat'ın kendi değerlerinden kopmuş nesli bu sarsıntıya sebep oldu. Bu dönemde Batı ile çevresini yukarda verdiğimiz ölçüde içli dışlı olabilseydik, çok büyük değişmeler olurdu. Cumhuriyet, demokrasi yaşanırken birtakım değerler çok ciddi ihmale uğradı. Türk toplumunda bazı gerçekler irdelene irdelene ortaya çıkıyor. Yeniden onlara sahip çıkılıyor. Manâda bir değişim yaşanıyor. Kendi kültürümüz ağırlığıyla kendisini hissettiriyor. Kendi din yorumumuz ve anlayışımız ağırlığıyla hissediliyor. Bu dinamiklerle artık 21. asra açılırken, bence hangi dinin içinde olursak olalım kimsenin bize bir şey bulaştırmaya gücü yetmeyecektir. Ne Dalay Lama'nın baş döndürücü meditasyonları, ne de Uzak Doğu'nun esrarı, ne bu mistisizmler ne maddenin illüzyonu başımızı döndüremeyecek. Toplumumuz maddi ve manevi dinamikleriyle yeniden toparlanıyor. Mutlaka bazı küçük kayıplar yaşanacak ama, cumhuriyet de, demokrasi de bu milletin istikbali için önemlidir.
Demokrasi adına insan hak ve özgürlükleri daraltılabilir mi?
'Bu Anayasa bize biraz bol geldi, daraltmak icap eder' demenin belki tartışılır tarafları bulunur, ama insan hak ve özgürlüklerinde daraltma tasvip edilemez. Ne var ki, bazı şeyleri öteden beri dıştan alırken, bu bize uyar mı uymaz mı demeden, bizi bir kalıba koymaya çalışıyorlar. Oysa bu milletin, bu devletin, bu toplumun kendine has özellikleri vardır. Onu kendi özelliklerinde aramak lazım, eğer onu kendi özelliklerinde aramazsak başkalaştırmış oluruz. Bu da toplum çapında yeni buhranlara sebebiyet verir. Biz bu buhranları milletçe yaşıyoruz. Toplumu tamamen başka bir kalıba koyamazsınız, bu milletin atamayacağı bazı şeyler vardır. Tarihi vardır, tarihi dinamikleri vardır. Özü vardır, din gibi çok önemli bir dinamiği vardır. Bunu nasıl telakki ederseniz edin, nasıl yorumlarsanız yorumlayın, atamayacağınız şeyler var. Bunları dikkate almadan, farklı bir dünyanın kendi tarihinde, kendi ana ölçüleri çerçevesinde gelişen temel kabul ve değerlerini konfeksiyon usulü hazır elbise gibi milletin başına geçirmek problem meydana getirir. Bu nedenle, yaratıcı dimağlara, düşüncelere ihtiyaç var. Ayrı ayrı güzel şeyler söyleniyor ama, kendi özümüzü yakalama fırsatını bulamıyoruz.
Yine de iyimser beklentilerim var. Kendi cevherlerimizi meydana çıkaramadık, üzülerek ifade edeyim, böyle bir gayret yok. Kendimize güvenimiz de yok.
Neden kendimize güvenimiz yok?
Bir zaman bir bombardımana maruz kalmışız, Türk insanına "Etrâk-i bi idrak" (anlayışsız Türkler) denmiş Osmanlı döneminin son yıllarında bile. Bir milletin kendine itimadını sarsan böyle bir yaklaşım fevkalade yanlıştır. Bizi esir olarak kullanmak isteyenler, bizim çok dinamik olan kendimize güvenimizi yıkmışlar zannediyorum. Ben kendimize güvenin sarsıldığı, harman gibi savrulduğu dönemde yetiştim. Katiyen bir Türk iş beceremez; onun uçak yapması müspet ilimler adına bir şey ortaya koyması –o zaman NASA yoktu– öyle bir yerde çalışması, bir Edison, Einstein gibi bilim konusunda bir şeyler ortaya koyması, hele bunları dinle telif etmesi bunlar milletimizin kabiliyetlerini aşkın şeyler, bununla uğraşmayalım denmiş. Hatta biraz da tahkirle, bunları gâvur yapar biz de kullanırız gibi milletin düşünce serbestisine, iradesine zincir vurulmuştur. Son yıllarda, biz bunu hep kırıp atmaya çalışıyoruz ama pratikte bize bir şeyler ifade edecek durumlar olması lazımdı. Bu nedenle matematik, fen olimpiyatlarına öğrencilerin katılmaları ve başarıları bende bu duyguyu pekiştirdi. Bunun olması lazımdı.
Bu öğrenciler, dünyanın neresine giderlerse gitsinler, birinci oluyorlar; Japonya'da oluyorlar, Avustralya'da oluyorlar... Bu da gösteriyor ki, bu milletin ilme de kabiliyeti var. Bunun hasıl ettiği özgüven, içine konduğumuz fanusu kırmamıza vesile oluyor.
Kültür emperyalizminin baskısı altında tutmak için birileri bizi kabiliyetsiz göstermeyi bu işin bir gereği olarak görmüş. Böyle bir telkin bombardımanına maruz bırakmışlar. Bizden bir şey olmaz demişiz.
Aydınımızın da pek inancı yok diyebilir miyiz?
Maalesef, aydınımız bile söylüyor. Hicrî 4. asrın sonu 5. asrın başında Asya'da gerçekleştirilen bir rönesans var. Atalarımız onu alıp değerlendirmişler, bilim dediğiniz şey birdenbire ot gibi bitmez yani. Fikirlerin birbirinin içine girmesi, tecrübe birikimi, istihaleler, çağın yorumları, bunlar bir yere getirilmeli. Aydınımızın önce bizim bir şey yapabileceğimize inanması lazım. Hep dışta arıyoruz, oysa içimizde çok cevherler var. İbrahim Hakkı'nın dediği gibi "bir hazine gibi yatıyor", onu keşfetmek lazım.
- tarihinde hazırlandı.