Yeni Yetişen İnsan
Orta Asya'da Ufuk Açan Eğitim Misyonerleri
Her yönüyle inkişaf eden ve gelişen insan tipini yani bireyi teşvik ediyorsunuz? Peki insanlar maddi ve manevi dünyalar arasındaki ilişkiyi nasıl dengeleyebilir? Örneğin siz çok içekapanık, durgun görünüyorsunuz, oysa büyük bir coşkuyu içinizde taşıyor ve bunu eyleme döküyorsunuz plan ve projelerle.
Bu ayrı bir mesele ama, bazı meseleler var ki, bunlarda insan düalizmden kurtulamaz. Yani her insanın kendine dair kendine bakan yanları vardır. Hem de bazı kimseler, bir hayli deruni olabilirler. Bazen benimki gibi değil, o sahanın insanlarının durgunlukları bir murakabedir, sükûtları tefekkürdür, ayrı bir değerdir, iç değerdir... Sessizlikleri, görüntülerindeki pejmürdelikler bizi aldatmamalıdır. Nedim'in meyhaneye bir bakışı vardır: '—Meyhane mukassi görünür taşradan amma, —Bir başka halâvet, başka letafet var içinde' der. İşte böyle bir mukassi görünme halleri vardır. Bu, onların kendilerine bakan derinliklerine mütealliktir. Vicdanla baş başa kalışın ifadesidir. Böyle bir insan, aynı zamanda bir kısım sorumlulukları da sırtına yüklenerek, kâinatla münasebete davet edildiğinde toplumun içinde sosyal bir varlık olarak görünür, sosyal bir varlık olarak tanınır, sosyal bir varlık olarak diğerlerinden geri kalmamaya çalışır. Bir yanda aşkı şevki, hattâ daha ötede cezbi incizabı, daha da ötede hayretleri ile hem bir Pascal, bir Bergson, bir Muhiddin ibni Arabi ve Mevlana gibi derinliğine ulaşamayacağımız bir girdap, diğer bir yanda ise, insanlara açıldığı zaman bir ceht, bir gayret insanı. Hz. Mevlana'nın ifadesiyle, bir pergel gibi, bir ayağıyla olması gereken yerde, Tevhit'te, merkezde; diğer ayağıyla ise, 72 milletin içinde. Bir ikilem, dualizm gibi görünen bu hali Allah'a inanmış bir insan yakalayabilirse, bu arzu edilir bir durumdur. İç dünyası itibariyle o kadar derin, o kadar aşkın... O kadar Allah'la münasebettar; ama aynı zamanda, toplum içinde aktif bir hizmet eri.
Hem ağlayan, hem gülen, hem yürüyen hem duran olma... Peki hiç öfkelenmez misiniz?
Benim öfkelenmem, nefsi müdafaa gibi olur. Çok sabırlı olduğumu söyleyebilirim. Dünya kadar stres, asabi haller, Eyüp sabrı gerektiren durumlar, bunların doğurduğu psikosomatik rahatsızlıklar. Nihayet sabır taşının çatladığı anlar gelir. Boşalmayı bazen hekimler de tavsiye ederler. Ara sıra boşalmanın yararı vardır. Fakat benim sabır ve tahammülüm boşalmamın çok daha ötesindedir.
Yirmi yıldır birlikte olanlara sorun diyorsunuz... Peki rüya görür müsünüz?
Çok rüya görürüm de, net olarak rüyalarımı uyku sonrasına taşıyabildiğim o kadar çok mudur? Belki sadece gerekli olanları taşırım. Öyle Allah'la münasebeti çok kuvvetli bir insan değilim, fakat Allah'ın kullarına olan merhamet ve şefkati nihayetsizdir. İşte, çok sıkıldığım, bunaldığım anlarda teselli adına gördüğüm rüyalar çoktur. Allah'la münasebetim zayıf olabilir, Allah'a kimin daha yakın olduğunu da ancak Allah bilir. Bu, unvan, kıyafet meselesi değildir. Siz veya bir başkası Allah'a çok daha yakın olabilir. Fakat Allah'a hamt ederim, Allah Resulü ile alakalı bir mülahazam vardır. O'na sevgimin ifadesi olarak, içimde duya duya 'Keşke üzerine bindiğin atın olsaydım, hayır, atının bir kemiği olsaydım; keşke sandığından çekip attığın bir okun olsaydım' demişimdir. Allah'ın üzerimdeki en büyük ihsanı, O'nu tanımamdır.
Çok sık seyahat etmiyorsunuz galiba?
Ara sıra. Geçen sene Amerika'ya yine gelmiştim, bu sene, sağlık durumum tekrar gelmeyi mecbur etti. Biraz da buradaki arkadaşları görme arzusu, bazı hafakanlarımı teskin etme isteği bu gelişimde etkili oldu.
Efendim, sizin ilgi alanınız çok geniş. Fizik en sevdiğiniz bilim dalı örneğin. Bediüzzaman'dan, Einstein'dan, Pastör'den sevgiyle söz ediyorsunuz. Bir çok bilim adamına, düşün adamına hayranlığınız var. Hangisini en çok seviyorsunuz? Bir de merak ediyorum, ne olmak isterdiniz? Bilim adamı mı, sanatçı mı nasıl bir tercihiniz olurdu?
Hepsini çok sevdiğimden, tercihte zorlandığım anlar çok olur. Sonra, tercih de şart değildir. Ağrıları sızıları dindiren, tedavi eden, kesip atarken bile, heykel yontar gibi insan inşa eden bu insanlar, Allah yolunda, rampaya oturmuş peyklerin birden yükselmesi gibi, dikey olarak veli olurlar mülahazasını taşırım. Türkiye'de insan veli olabilir, fakat veli olma yolu bir değildir. Toplumu aydınlatma bir veli olma yoludur, Allah'a dost olabilir bir insan. Benim, toplumun ihtiyaçlarına göre, şu olsaydım, şöyle olsaydım dediğim anlar çok olmuştur. Güreşçilerimizin mağlup olduğunu görür, keşke iyi bir güreşçi olsaydım derim. Bir başka sahada müsabaka yapan sporcularımızın mağlubiyetini görür, keşke o sahada iyi bir sporcu olsaydım derim. Zaman zaman asker olmayı arzuladığım durumlar da olmadı değil. Belki bütün bunlar hiçbir şey olamamaktan, hiçbir şeye kabiliyetimin olmamasından ileri geliyor da olabilir. İlimler sahasında meselenin temel esprisini ise Bediüzzaman'ın mülahazasında buluruz. Şöyle der o: 'Allah'ın iki kitabı vardır: Biri kâinat kitabı, diğeri Kur'an-ı Kerim.' Konuya bu zaviyeden yaklaşılırsa, Kur'an, Allah'ın Kelam sıfatının tecellisi olarak yerinde bir mesaj, yerinde bir kitaptır. Mütalaa edilmelidir. Bütün ilimler hep ondan fışkırmıştır. Kur'an kâinata tercümandır. Kur'an'la kâinat arasındaki münasebeti kuramayan, Kur'an'ı da anlamaz, kâinatı da anlamaz. Bazıları sadece kâinatı anlıyor, bazıları da Kur'an'ı anlıyor gibi görünür. Einstein'ın dediği gibi, bunların kimisi kör, kimisi de topaldır. Körlükten de topallıktan da kurtulmanın yolu, kâinat kitabının sırları; sessiz ama derinden konuşan bir kitap, Allah'ın kudret ve iradesini ortaya koyan, insanın antropolojisi olan bir kitap olan kâinat kitabıyla onun insanların anlayacağı şekilde tefsir edip anlatan, onu seslendiren ilahi beste mahiyetindeki Kur'an'ı iyi 'okumak'tan geçer.
Efendim şiir yazdığınızı biliyoruz. Biraz edebiyattan söz etsek? Sevdiğiniz beğendiğiniz edebiyatçı, şairler olarak kimleri sayabilirsiniz?
Mutlaka tercih ettiğim insanlar vardır. Bu biraz düşünce ufuklarındaki ağırlıklardan... Genelde bütün ehl-i marifetin marifetini severim, bütün sanatçıların sanatını. Bir başkasının filmine hayranlık duyduğum gibi, Picasso'nun resimlerine hayranlık duyarım. Edebiyatta, şiirde, Doğu'da da Batı'da da beni hayran bırakanlar vardır. Batı'da Shakespeare, Dostoyevski, Puşkin, Türkiye'de de değişik çizgilerde sevip takdir ettiğim insanlar vardır: Orhan Veli'nin çok sevdiğim, hayranlık duyduğum şiirleri vardır. Nazım Hikmet'i genelde -bunlar beni aşan hususlar da olsa- düşünceleriyle tasvip edemem... Ama güzel deyişlerinin olduğu inkâr edilemez. Bu arada, sözün şiirde ma'kes bulması, çok iyi telâffuz edilmesi açısından, Yahya Kemal'e çok hayranlığım vardır... Çok. Arkadaşlara geçende, onun Kendi Gök Kubbemiz'i birkaç defa okuyun dedim. Ben belki elli defa çevirmişimdir. Necip Fazıl'ın şiirinin yanında, ayrı bir derinliği vardır. Nükteleri vardır, düşündürücüdür... Eskiler arasında da, Namık Kemal'den Şinasi'ye kadar hayranlık duyduğum insanlar var.
Mehmet Akif'i ve Tevfik Fikret'i Severim
Günümüzde, Sezai Bey'in (Karakoç) de, biraz fazla sembolik de görünse, ayrı bir derinliği vardır. Sezai Bey bir ufuktur. Hususi ile Türk şiirine ayrı bir derinlik kazandırmıştır. Ve yine bu nesilden mesela fikir yazılarında Rasim Özdenören, şiirde Mehmet Akif Ersoy ve Erdem Beyazıt beyler ve daha başkaları vardır. Ben bunları genelde okuyorum ama, Yahya Kemal'le, Necip Fazıl'a ve bu arada Mehmet Akif'e karşı bakışım daha başkadır. Mehmet Akif bir hakikat kahramanıdır. Çok rahat anlaşılır... Şiirinde Arapça Farsça kelimelerin çok olması, şiirinin ağır olmasını gerektirmez. Çok rahat, zorlamasız bir söyleyişi vardır. Tevfik Fikret'te de zorlama görmeyiz. Ayrı kutup olmalarına rağmen, o da tekellüfsüz (zorlaması olmayan) bir insandır. Bir Fransız şairin adaptasyoncusu olarak da bakarlar kendisine ama, çok başarılı şiirlerinin olduğu da bir vakıadır.
Batı'da Balzac'ı da severim. Realist kabul edilmesine rağmen, Vadideki Zambak, ondaki romantizmi ortaya koyar. İran şiiri ve Fransız edebiyatı arasında paralellikler olabilir. Askerde basiretli bir komutanım vardı. Bana, Batı klasiklerini okuma şevkini daha çok o aşılamıştı doğrudan. Sadi'yi daha önceden okumuştum. İran edebiyatının meşhurlarını da -Hafız, Nizami, Enveri gibi- tanıdığımı söyleyebilirim.
Bu konuda kesin bir kabul veya oturmuş bir anlayışım olmasa da, Türk şiirinde Akif, Necip Fazıl, Yahya Kemal bir saç ayağını teşkil ederler. Bunu düşünce dünyamı da belirlemiş olabilir.
Doğu'yu da Batı'yı da aynı önemde öğrenmemiz gerektiğine inanıyorum. Türkiye için önemli olduğunu düşünüyorum ben. Türkiye'de yaşayan belki Osmanlı aydınının buna yakın olduğu söylenebilir. Mutlaka bir Batı dili biliyor olması... Önemli bir rolü vardır herhalde. Çocuklara da sadece bir yabancı Batı dili veriliyor. Niye Doğu'dan da bir dil verilmiyor. Doğu'yu anlayacakları Doğu'nun herhangi bir yerine ulaşacakları bir dil olmuyor?
Aslında Farsça'yı teşvik ediyorum, Arapça okuyor, teşvik de ediyorum. En azından, dinimizi kaynağından öğrenmemiz için Arapça, reddedemeyeceğimiz kültürümüzün köklerini tanımamız için de Farsça'ya aşina olmak gerekiyor. Fakat Türkçe'ye, mesela Arap edebiyatından, Arap şiirinden hemen hemen kimse kazandırılmamıştır. Halbuki, Arap şiirinin çok üstün yanları vardır. Bunları kendi kaynaklarından takip etmek için klasik dilin çok iyi ve zevkle okunacak şekilde bilinmesi lazım. Bu gayret var ama, henüz mikro planda, yirmi otuz insanda görülüyor. Hususi bazı arkadaşlara Farsça dersleri verdiriyorum. İlahiyatçı arkadaşlar Farsça da öğreniyor. Batı dilleri de öğretiliyor. Hatta, Almanca'ya da, Fransızca'ya da önem verilse... Fransızca önemli bir dil, Tanzimat'la da tanıdığımız bir dil. Bir kolejimiz Almanca öğretimi esas aldı ama, bunların sayılarını çoğaltmak lazım... Fatih Üniversitesi'nde Çince, Japonca, hattâ İspanyolca da okutulması kararlaştırılmış. Gürcüce'nin de okutulmasını teklif ettim. Çünkü Gürcistan'la komşuyuz. Orada, Türk okulları var, üniversite var. Aynı zamanda, diğer komşularımız gibi, onların da bize karşı yumuşamasına ihtiyaç var. Bir yanıyla centilmenlik... Bir diğer yanıyla da dil... Hatta dil için, bir insan bildiği dil sayısınca insan sayılır derler...
Tam bir sosyal bilimci gibi çalışan sizsiniz doğrusu.
Teşvik ediyorsunuz, böyle aklı başında insanlar teşvik edince isabet varmış diyorum. Devam eder inşallah.
Orta Asya'da önerdiğiniz şeyleri söylüyorlardı da onların yaptıklarını yapın, saygı gösterin, yediklerini yiyin... Ben de dedim ki: Hocaefendi tam bir sosyal bilimci, yatkınlığınız var. Onu saymadınız, gerçi sevdiğiniz şeyler arasında. Söylemek istediğiniz başka şeyler varsa...
Buraya kadar zahmet edip geldiniz. Belki dünya kadar çam devirdim. Konuşurken de susarken de, hedefimde toplum içinde uyum, uzlaşma ve istikrarın sağlanmasını hedef aldığımı söyleyebilirim. Fakat, bir şeyler yapmaya çalışırken, maksadımın aksine hareket ettiğim de olabilir. Birilerinin elini tutup sıkarken kardeşlik arıyorsam, dostluk, hoşgörü arıyorsam ve bunu kendim için bir gaye edinmişsem, söylenmesi ve yapılması gereken şeyleri iyi tespit edip, yerli yerince yapmamız gerekiyor. Buna uyamayınca maksadın aksiyle tokat yediğimiz oluyor. Bunca zamandır hep ayrı gayrı olmanın gadrini yaşadık, zulmüne uğradık. Aziz bir milletken zelil, üstün bir milletken mahkûm olduk. Üstünlüğün yolu birlikten beraberlikten geçer. Allah'ın ister ferde, ister topluma en büyük inayeti birlik halinde gelir. Eğer insanlar bir araya gelmiş, birleşmiş, bütünleşmişlerse, Allah'ın o insanlara ekstradan, fevkaladeden ihsanları olacağını umuyorum. Milletimizin de böyle bir birliğe ihtiyacı vardır. Şu anda milletimiz, çok önemli fırsatlar yakalamıştır. Bir rampa üzerindedir, büyüklüğe, devletler arası muvazeneye dikey olarak sıçrayabilir. Fakat bunu bilenler, çelme takmaya yeltenebilirler. Bu açıdan da Shakespear'in yaklaşımıyla, milletimiz olma-ölme kertesinde bulunuyor. Ölmeyi akla bile getirmeden, bu millet nasıl oldurulacaksa o yapılmalıdır.
Yani gelecekteki bizim yeni bir insan tipine ve yeni yapılanmaya ihtiyacımız var.
Evet, yeni insan tipinin en önemli yanı, hakikat âşığı olması, ilim âşığı olması, insan âşığı olmasıdır. Tek yanlı bir bağlantı içinde olmaması, bunlardan sadece birine bağlı olup kalmamasıdır.
Yani aşk esas unsur hayatta. O aşk Allah'ın hayattaki en temel prensibi galiba. Allah sevmeseydi, kâinatı yaratmazdı.
Hoşgörünün temelinde o sevgi ve aşkın yeşermesiyle olur. Sevgisiz insandan hoşgörü beklemek çok zor. Buraya kadar zahmet edip geldiniz, zahmet çektiniz.
Estağfurullah, ben sizin zamanınızı aldım. Rahatsız olduğunuz halde konuştunuz. Çok teşekkür ederim.
- tarihinde hazırlandı.