Fethullah Gülen'de din-edebiyat birlikteliği
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Araştırma Merkezi'nin organize ettiği "Fethullah Gülen'de Din-Edebiyat Birlikteliği" başlıklı seminer, vakfın merkez binasında gerçekleştirildi. Seminerde Prof. Dr. Muhit Mert, "Fethullah Gülen'de Din-Edebiyat Birlikteliği" konusunu ele aldı.
Prof. Dr. Muhit Mert'in konuşması şöyle:
"Konuşmam daha çok din dili ve onun günümüz diliyle aktarılması üzerine olacak. Gerek dini ilimlerde gerekse sosyal bilimlerde spesifik alanlarda çalışan insanları takdim etmek nispeten kolaydır. Çünki hadis çalışıyordur, fıkıh çalışıyordur yahut da psikoloji ya da sosyoloji çalışıyordur ona göre konumlandırma yapılır. Hocaefendi ise birçok farklı alanda söz söyleyen, farklı alanlarda vukufiyetleri bulunan çok yönlü biri.
Din dillinin temek iki hususiyeti var. Birincisi bir 'irşad' dili olması ikincisi ise bir 'tazim' dili olması. Dini anlatanların bu iki özelliğe dikkat etmesi gerekiyor. İslâm üzerine içeriden konuşan birinin din hakkında salt akademik üslupla konuşmak, dine uzaktan bakmak gibi bir pozisyonu aslında yok.
Hocaefendi bir vazi olmasının da ötesinde bir toplumsal önder. Toplumun sorunlarına çözüm arayan bunun için sancılar çeken bir yapısı var. Vaazlarında kullandığı dil normal vaaz dilinin daha üzerinde bir dil çünkü kendisini dinleyen cemaat daha genç ve daha gelişmiş bir talepleri var.
Sızıntı Dergisi'nin başyazılarında ise Hocaefendi'nin düşünce diline şahitlik etmek mümkün. Normalde dünce yazıları sade bir dille yazılır ancak bu yazılarda edebi bir dilin kullandığını görüyoruz. Bu kullanım, yazarın kişiliğini yansıtması ve muhatabı olan kitlelere tesirini yansıtması açısından önemlidir. Bu yazılar sadece fikri yazılar değil aynı zamanda yüksek ir edebi zevkin ürünü olan yazılardır. O, medrese geleneğinden gelen bir düşünür olarak Doğu klasikleri ve divan edebiyatı eserlerini okuduğu gibi Batı klasiklerine olan vukufiyetini de yer yer onlara referansta bulunarak verdiği örneklerden anlamaktayız. Divan edebiyatı geleneğinde kullanılan birçok tekniğin Hocaefendinin düzyazılarında kullanıldığını da görüyoruz ki normalde bu teknikler düzyazıda pek kullanılmaz. O'nda edebi söz söyleme yeteneği bir fıtrat haline gelmiştir.
1980 Eylül'ünde Sızıntı Dergisi'nde yayınlanan "Geleceğin Mimarları" adlı başyazının tahlilini yapmıştım. Hocaefendi bu yazısında geleceği inşa edecek insanların hangi vasıflara sahip olması gerektiğini ve düşünce dünyasında onlara nasıl bir yer verdiğini edebi bir dille ifade etmiştir. Biz bu makaleyi hem muhteva hem de metinde geçen kelimeler ve kullanılan edebi sanatlar yönünden tahlil etmeye çalışacağız. Ancak baştan söylemek gerekir ki Hocaefendi bu ve benzeri yazılarda edebi bir kaygı taşımamakta sadece gönlüne düşen ilhamlar edebi bir kalıba dökülmektedir.
Nejat Muallimoğlu'nun "Türkçe Bilen Aranıyor" adlı kitabında Hocaefendi'ye Türkçe'yi en iyi kullananlardan biri şeklinde bir atıfta bulunulmaktadır.
Sızıntı Dergisi bundan otuz yıl önce yayın hayatına başladığı ilk sayısında kapağında ağlayan bir çocuk resmiyle çıkmıştı. Sayının teması da "Bu Ağlamayı Dindirmek İçin Yavru" idi. Ağlayan çocuk yıkıma uğramış bir milleti ve ruhu bedenine yedirildiği için manevi acılar çeken bir milleti temsil ediyordu. Yazar burada o çocuğun idmanın koşmak ızdırabını dindirmek göz yaşlarını silmek üzre yola çıktığını ifade ediyor böylece hareketin temel çıkış noktasını ifade ediyordu. Daha sonraki sayılarda da yine bu yıkımı anlatan, problemlerin kaynağını gösteren ve çözüm yollarını öneren yazılar kaleme aldı.
Bu başyazılarda milletin yeniden inşasına ihtiyaç duyduğu ifade ediliyor yine Sızıntı Dergisi'nin farklı sayılarında; "Geleceğin Mimarları", "Neslin Beklediği Kurtarıcı El", "Hasretini Çektiğimiz İnsan", "Susadığımız Soluklar", "Geleceğin Fikir İşçileri" gibi yazılar kaleme alınıyor.
Bizim tahlile tabi tuttuğumuz yazısında ise Hocaefendi geleceği inşa edecek olan insanları şu vasıflarla anlatıyor: (Onbeş madde çıkarmıştım birkaç tanesini burada zikredeyim)
- Dış görünüşleri itibariyle alayişsiz ve gösterişsizdirler ancak sinelerinde bin buhurdan çeşit çeşit kokular neşretmektedir.
- Bir mum gibi eriyen benliklerinde cihanlar aydınlıklara kavuşur ancak onlar göz hadekalarından geçen ışığın zerresini bile kendi hesaplarına kullanmak istemezler.
Müellifin bu yazıda okuyucunun ilgisini celb edecek bir üslup kullandığını görüyoruz. Bu ilgi, düşünceleri paylaşmaya vesile olacaktır. Yazı, fikir, mesaj ve duygu yüklüdür. Hem yazar hem de yazı tıpkı yağmur yüklü bulutlar gibidir. Seçilen kelimeler insanın ruh dünyasında müspet bir tesir uyandıracak şekilde seçilmiştir. Yine kullanılan kelimeler ses yapısındaki musiki, taşıdığı muhteva ve çağrışımları ile gayet zengin kelimelerdir. Bunların sözlük manaları okuyucu tarafından tam olarak bilinmese bile ses yapıların dikkat edildiğinde mesela, debdebenin bir şatafatı, inkisarın bir kırılmayı, mukassinin de bir kasvet halini anlattığı sezilecektir. Yazar, nevzuhur bir takım kelimeler yerine bu türden köklü kelimeleri tercih ederek hem tarihi köklerine bağlılığını ifade etmekte hem de dilde takip edilmesi gereken yolu belirlemektedir.
Konuşurken tercih ettiğiniz dil muhatabınızı belirleyecektir. Mesela dini anlatırken seküler bir dil kullanırsanız çevreni ona göre şekillenecektir. Hocaefendinin dili korumak ve kökenle bağını koparmamak konusuna verdiği önemi de bir sohbetinde ifade etmişti. Yazılarında da tarihi ve kültürel kökleri olan kelimeleri ihmal etmemeye çalıştığını görüyoruz.
Bir de edebi sanatlar açısından yazıya bakalım. Bir yazıda hepsi hakiki manalarına atfedilen kelimeler kullanıldığında sade fakat mat bir yazı karşımıza çıkar. Bunlar mananın anlaşılması bakımından yeterli olsa da insana estetik bir haz verecek duygularına hitap edecek bir keyfiyette olmaz. Kullanılan bazı sanatlar ise ifade edilen mananın okuyucunun gözünde canlanmasını sağlar. Mesela; çok güçlü birini anlatırken 'heraklit pazulu', uzun birini anlatırken 'selvi boylu', gözleri güzel birini anlatırken 'ahu gözlü' demek elbette muhatapta farklı bir tesir uyandıracaktır.
Bu yazıyı okuduğunuzda hayal dünyanızda parlak bir resim ortaya çıktığını göreceksiniz. Söz konusu hakikat erlerini, gönül mimarlarını, fikir işçilerini anlatırken, "...onlar nilüfer tenli, yasemin kokulu, sülün boyunlu" gibi bir insanın sevgilisi için söyleyebileceği bu ifadeleri yazarın gönül mimarları için söylemesi bu ifadeleri manevi bir ulviyete kavuşturur. Bu vasıflar elbette söz konusu kişilerin yaptıkları iş itibariyle kendilerine atfedilen vasıflardır.
... Yine burada kullanılan sanatlardan biri de 'teşhis' sanatıdır; cansız ve şuursuz varlıkların canlı varlıklar gibi kişileştirilmesidir. "Onların göz hadekaları şuanın zerresini bile kendi hesabına kullanmak istemez." İfadesi bunlardan biridir. Zira hakikat erlerinin göz bebekleri şuurlu bir insanmış gibi tahayyül edilmektedir. Yine burada cüz'ü zikredip küll'ü kasdetmek bağlamında bir "mecaz-ı mürsel" yapılmıştır. Göz bebeği zikredilerek hakikat erlerinin kendileri ifade edilmek istenmiştir.
"...Şehvetler ruhlarında konaklayacak yer bulamaz." İfadesinde de şehvetler teşhis sanatıyla canlandırılarak onların bu hakikat erlerinin ruh dünyalarında gelip yerleşmeleri şöyle olsun konaklamaları bile mümkün bulunmamaktadır.
...
Kısaca tahlile tabi tuttuğumuz bu yazı, inci gibi incecik lafızların mana ipliklerine dizilmesiyle oluşturulmuş bir gerdanlığa benzemektedir."
- tarihinde hazırlandı.