Ne İsteyen Sendin Ne de Veren Bendim
Bir önceki yazımda Manisa Şehzade Mehmet Koleji'nden bahsetmiş, bulunamayan sondaj parası için bir adresi bulmaya çalışan bir doktor arkadaşımdan söz etmiştim. Yine onun dilinden konuyu aktarmaya çalışacağım:
Hemen okulun telefon santralına koştum ve bilinmeyen numaralar servisini aradım. Hem İzmir'den hem de Manisa'dan araştırıyordum. Bütün numaraları çevirdim hiçbiri cevap vermiyordu. Moralim çok bozuldu. Nedendir tam bilemiyorum; ama son telefon numarasını çevirmeye bir türlü cesaret edemedim ve telefon santralından ayrıldım.
Manisa'nın merkezine geldim ama kafamda "Bu göz doktoru kim acaba?" diye bir soru takılı kaldı. Çarşıda sorduğum esnaf onun hakkında pek iyi şeyler söylemediler. Yine moralim bozuldu. Ama Nusret Muğla Ağabey'e uğrayıp ona da sordum. O bana "Bu zât, Manisa'nın büyük ve önemli ailelerindendir. Kendisi Mevlevî meşreptir. Ney üfler. 1974 veya 1975 yılında Hocaefendi Manisa Muradiye Câmii'nde cuma vaazları verirken bir konuşmasında insan gözünün yaratılış ve inceliklerinden bahsetmiş ve hikmetlerini anlatmıştı. Cami çıkışında 'İçeride vaaz eden hoca, göz doktoru olan benden gözü daha iyi biliyor!' dedi." diyerek bilgi verdi. Bu bilgi hoşuma gitti. Ben de doktordum ve ben de ney üflemek için İstanbul'da öğrencilik yıllarımda Doç. Dr. Muhyittin Serin hocadan dersler almıştım. Hemen okula geri döndüm ve en son kalan numarayı bulup telefon santralından çevirdim, telefona çok kibar bir hanımefendi çıktı. Doktor beyi aradığımı söyleyince telefonu ona verdi, o daha da kibar bir konuşma ve ses tonu ile "Buyur yavrucuğum kimsiniz? Size nasıl yardımcı olabilirim?" dedi. Kendisine Manisa'da yayımlanan Hür Işık gazetesinin eski bir nüshasındaki haberini okuduğumu anlatarak, Şehzade Mehmet Lisesi'nden bahsettim. Okulu bildiğini, hatta çimento yardımı yaptığını söyledi. Kaç öğrencisinin olduğunu ve durumunu sordu. Şimdilik 350 öğrencisinin olduğunu, fakat su probleminin bulunduğunu ifade edince "Yavrucuğum bu su ve sondaj işi kaç liralık bir projedir?" diye sordu. Şaşırmıştım. Bunun yaklaşık dört milyar olduğunu söyleyince "Yarın gel de vereyim" dedi. Bir şok yaşıyordum. Kendimi toparlayıp "Nereye geleyim?" diye sordum. Alsancak semtinde bir adres verdi. Öbür gün gittim. Fakat bir türlü arabamı park edecek bir yer bulamadım. Cep telefonumdan arayıp "Yavrucuğum gelmediniz mi?" diye sordu. Sonra "Bekleyin, ben geliyorum" dedi. Sonra da geldi. Ben "Arabaya buyurun" dedim. Bana çok işinin olduğunu söyleyerek sağ elini montunun sol cebine sokarak bir şeyler çıkardı ve onu poşete koyup sarıp sarmaladı ve arabanın içine bırakıverdi. "Allah razı olsun" diyebildim. Biraz sonra arabayı sağ tarafa çekip poşeti açtım içinde tam dört milyar para vardı. Başladım ağlamaya ve "Yâ Rabbi, Ömerlerin, Ebu Bekirlerin, ben hep geçmişte yaşadıklarını sanıyordum. Meğer aramızda Faruk isminde Hz. Ömer Faruk (ra) gibi yaşayanlar da varmış!" dedim ve dua ettim.
Manisa'ya gelip toplantı halindeki okul mütevellisine durumu anlattım, hepsi de çok duygulandılar. Üç beş gün sonra doğruca evlerine gittim. Sohbet arasında dedim ki: "Hiç tanımadığınız birisi bir şeyler anlatıyor, bir okuldan bahsediyor ve siz hiç azımsanmayacak bir yardımı hiç tereddüt etmeden veriyorsunuz, bu nasıl iştir?" O ise bana "Ne parayı isteyen sendin; ne de parayı veren bendim." dedi.
Benim anlattıklarımı saatlerce kız kardeşi Süheyla Hanım'la beraber dinlediler ve "Bizim yıllardır aradığımız bunlarmış!" dediler. Müsaade isteyerek ellerini öptüm vestiyerdeki ceketimi alıp çıkarken Süheyla teyze bana ceketimin cebini işaret ederek "Bir zarf içinde küçük bir para koydum, onu da benden kabul ederseniz bahtiyar olurum." dedi. Aslında ben su projesini dört milyar demiştim; ama Derinkuyu su pompasını unutmuştum onun da fiyatı tamı tamına bin dolardı. İşte Süheyla teyze zarfa o ihtiyacımız kadar olan bin dolar koymuştu!
- tarihinde hazırlandı.