Piyano

Türkiye'ye döneli bir hayli zaman oldu. Fakat Azerbaycan'da geçirdiğim ve kalbimde apayrı bir yeri olan yılları yâd etmekten kendimi alamıyorum. Arkadaşlarla bir araya geldiğimizde ne yapıp ediyor, fotoğraf albümünü karıştırmaya başlıyoruz: "Gelin size de Bakü'de çekilmiş fotoğraflarımı göstereyim. Rahat görebiliyor musunuz? Tamam. Ben de şöyle oturayım."

Burası, Sovyetlerden kalma hantal binanın bakımsız bir dairesinin loş salonu. Çocukluğumun bir kısmının geçtiği yer. Şu mobilyalar göründüğü kadar kullanışlı değildi. Yıllardır kullanılmaktan iyice yıpranmıştı. Son zamanlarda kırılıverecekler diye koltuklara oturmaya korkar olmuştuk.

Pencerenin önüne bakın. Görüyor musunuz? Bu çiçeklerin çoğunu annem Türkiye'den götürmüştü. Kimisi alışamadı gurbete, sevemedi oraları. O yüzden yaprakları birer birer sarardı ve çiçekler zamanla tamamen kurudu. Kimi yerini sevdi, daha bir gürbüzleşti. Bunlar gurbeti sevmişlerdi sanki. Annem memleket hasretini onlarla dindirirdi. Dertlerini onlara döker, sevinçlerini onlarla paylaşırdı. Her biri bir yakınımızı temsil ederdi: Dedemi sarmaşıklar, ninemi küpeliler, teyzemi menekşeler, halamı fesleğenler, annemin arkadaşlarını yaseminler...

Sehpanın üzerindeki vazoda duran sapsarı kuru çiçekleri gördünüz mü? Onlara 'gurbet çiçeği' denir bizim orada. Dağlardan toplanıp demet demet bağlanır ve yabana gidenlerin valizlerine konur. Buram buram vatan kokar, hasret tüter onlar. Koklayan evini özler; anasını, babasını, köyünü hatırlar. Bir sızı düşer yüreğine.
Duvardakiler dikkatinizi çekti mi? Sağ duvara büyük bir Türkiye haritası asılmış. Onun tam karşısında bir cami fotoğrafı. Çok bilinen bir cami değil. Onun yanında köyümüzün fotoğrafı. Yan duvarda ninemin kendi tezgâhında dokuduğu kilim ve iki yanına asılmış bir çift heybe. Onların üzerlerine sarkıtılmış renk renk, irili ufaklı patikler. Hepsi el emeği göz nuru, memleketten gelme.

Babam Bakü'deki Türk Koleji'nde öğretmendi. Azerbaycan'ın bağımsızlığını henüz kazandığı yıllarda, "Kardeşlerimize yardım edelim, bize ihtiyaçları vardır." diye Türkiye'deki işinden ayrılmış, biz de onunla gelmiştik.

Bir gün babam, kendi gibi gurbette yaşayan bir Allah dostunun, vatanından kavanozlarda toprak getirtip odasına koyduğunu, onları koklayarak hasretini dindirdiğini duymuş. O günden sonra bizim eve ya bir beyaz mendil içinde veya cam şişelerde toprak taşınmaya başlandı. Babamın toprak sevgisini bilen amcam da, hacca gittiğinde Medine'den getirdiği bir avuç toprağı, ipek örtülere güzelce sarıp bize göndermişti. Peygamberimiz'in (sas) köyünün toprağındaki râyiha bir başkaydı. Köşedeki şu vitrin, içinde toprak olan mendil ve şişelerle doluydu.

Deminden beri gözünüz piyanoya takılıyor, onu merak ediyorsunuz değil mi?

Bu piyanolu ev, Sovyetlerden kalma. O zamanlar, binalar da içindeki eşyalar da devletinmiş mâlûm. Sanatı yaygınlaştırmak adına neredeyse her eve piyano konmuş. İçimizde piyano çalmasını bilen olmadığı için, gittiğimiz ilk yıllar hiç el süren olmadı ona. Tâ ki annem Rus komşumuz Svetlana Hanım'dan piyano dersleri almaya başlayana kadar.

Svetlana Hanım müzik öğretmeni. Kıymetli bir hanımefendi. Şu fotoğrafta benim sağımdaki o. Maddî durumları pek iyi değilmiş o sıralar, borçları varmış. Annemle babam onlara yardım etmek istemişler. Açıkça yardım etmenin rencide edici olacağını düşündüklerinden farklı bir formül aramışlar. Neticede annemin Svetlana Hanım'dan ücretle piyano dersi almasına karar vermişler. Böylece komşumuzu incitmeden yardımda bulunabileceklermiş.

Gördüğünüz piyanoda derse başladılar. Ben o günleri hayal meyal hatırlıyorum. Svetlana Hanım bir saatliğine derse gelir; fakat üç-dört saat bizde kalırdı. Türk öğretmenlerin eşlerinden oluşan annemin arkadaşları da onlara katılır, birlikte tatlılar, pastalar, börekler yapar; bolca sohbet eder, evdeki kitapları karıştırırlardı. Bu beraberliklerde gördükleri ve duydukları, komşumuzda İslâmiyet'e karşı alâka uyarmıştı. Araştırmacı bir kişiliğe de sahip olduğundan, dinimizi öğrenmeye başlamıştı. Okuduğu her kitap, çevresindeki Türklerle yaptığı her görüşme Müslümanlığa olan alâkasını hayranlığa dönüştürüyordu. Etrafında bulunan annem ve arkadaşlarının da inancı pratiğe yansıttığını, güzel temsillerini bizzat müşahede ediyordu.

Bir gün anneme Müslüman olmak istediğini söylemiş. Bu haberi duyan annemin arkadaşlarının dakikalarca sevinç ve şükür gözyaşları dökmelerine şahit olmuştum. Svetlana Hanım mini bir törenle Kelime-i Şehadet getirmişti. Annem hâlâ onu; "Maşallahı var komşumuzun. Bizi geçti Müslümanlıkta.'' diye sitayişle yâd eder. Şimdi onu hep beyaz örtüsüyle seccadesinin başında tahayyül ediyorum. Eşinin de İslâm'a girmesi için çok uğraşıyordu. Bildiğim kadarıyla henüz ona hidayet nasip olmadı. İnşallah o da hidayete erer bir gün.

Annem, Svetlana Ha- nım'dan kaç sene piyano dersi aldı bilemeyeceğim şimdi. Ama şu hâdiseyi unutmuyorum: Komşumuz bir akşam bize geldi. Anneme heyecanla bir şeyler anlatmaya başladı. Onu ikna etmeye çalışıyordu. Annemse, "Olmaz, yapamam!" diye diretiyordu. Annemi konsere çıkarmak istiyormuş! İnsanlara öğrenmenin yaşı olmadığını, hayatında müzik eğitimi almamış bir ev hanımının bile isterse piyano öğrenip konser verebileceğini gösterecekmiş.

Annem alışık değildi tabii ki böyle şeylere. Tanımadığı bir kalabalık karşısında piyano çalmaya yanaşmıyordu. Annemi ikna edemeyip durumu babama açan Svetlana Hanım ondan da olumsuz cevap alınca, konser fikrinden vazgeçmek zorunda kalmıştı.

Eski fotoğraflar neleri hatırlattı bakın? Fotoğraflar böyledir işte. Yıllar sonra eline alıp baktığında uzun uzun düşünür insan, dalar gider. Başlar hatıralarda gezinmeye.

Hayatımın güzel yıllarının bir kaydı olan bu eski(memiş) fotoğraflar sararmış iyice, kenarları kırışmaya başlamış. En iyisi bir fotoğrafçıya götürüp çerçeveleteyim bunları. Onlar bunu fazlasıyla hak ediyor.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.