Kahire Konferansı-Entellektüellerin Gözü ile Gülen Hareketi-1
Mısırlı akademisyen Eyman Setahe'nin bir yorumu bu. Kendi ifadeleri ile sözleri aynen şöyle: "Gülen Hareketi aslında bir rüya; ama gerçekleşmiş bir rüya." Yeri geldiğinde detaylıca ele alacağım bu sözler 19-21 Ekim 2009 tarihleri arasında Mısır'da Kahire'nin göbeğinde yer alan Arap Birliği binasında "İslam Dünyasında Islahın Geleceği:
Fethullah Gülen Hareketi ile Karşılaştırmalı Tecrübeler" adı altında yapılan konferansta zikredildi. Konferansı baştan sona izleyen bir kişi olarak, "Türk-Arap Dostluğuna Gülen Hareketi Katkısı" başlıklı bir yorum yazısıyla genel manadaki değerlendirmelerimi Zaman okuyucusu ile paylaşmıştım. 24 Ekim Cumartesi günü yayınlanan o yazıda meselenin akademik boyutuna hiç değinmemiş; ilgi duyanların sunulan tebliğlerin ve tebliğler ekseninde yapılan muhaverelerin, müzakerelerin yayınlanacağı günü beklemeleri gerektiğini söyledim. Zaten konferansta sunulan tebliğler ve müzakereler kısa bir zaman sonra sanırım üniversite yayını olarak kitap halinde yayınlanacak.
Aslında yorum sayfası kriterlerini aşan ve uzun sayılabilecek o yazının üzerine oturmuş olduğu temel, konferans organizatörlerinden olan Kahire Üniversitesi'nde görevli siyaset bilimcisi Prof. Dr. Nadya Mustafa'nın şu beyanları ile ifade ettiği husustu: "Bu hareket Türkiye'de ve yurtdışında yönetimlerle çatışmadan tamamen bir sivil yapılanma olarak faaliyet gösteriyor. Bunu nasıl başarıyorlar ve halkın teveccühünü nasıl kazanıyorlar, anlamak istiyoruz."
Fakat aradan geçen bir hafta boyunca çeşitli vesilelerle karşılaştığımız ve konferans boyunca yakalayabildiğim ölçüde tutmaya çalıştığım notları paylaştığım dostlar, tebliğlerin bir bütün halinde yayınlanmasını beklemeden bu haliyle dahi olsa bunları Zaman okuyucusu ve Türk kamuoyu ile paylaşmam gerektiğini ifade ettiler. El-hak haklısınız dedim, bu düşüncelerini temellendirdikleri delilleri dinleyince.
Delillere geçmeden önce; bir kez daha vurgulayalım; söz konusu olan doğu-batı sentezini kendi düşünce dünyasında yapıp yerli kalabilen bir düşünce ve aksiyon insanı Fethullah Gülen Hocaefendi ile onun ortaya koyduğu düşünceleri projelendirip hayata geçiren ve şimdilerde kendisinin kendi soy ismine atıf edilmesinden dolayı reddettiği "Gülen Hareketi" ismiyle anılan çatının altında yer alan gönüllüler. Dediler ki dostlarım, Hayali'nin "Ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler" dizesiyle özetlediği ruh haline sahibiz. Sahibi olduğumuz değerleri hakkıyla takdir edemiyor; ülfet ve ünsiyet bataklığında boğulup dışarıdan bir gözle hadiselere bakan, gözlemleyen, yorumlayan insanlar ölçüsünde bu değerleri göremiyoruz. Bunları çevrede yapılagelen ve hızını sürekli artırarak devam ettiren düşmanlığın rüzgârından etkilenerek sıradanlığa mahkûm ediyoruz. Bir ilave de ben yapayım; farklı bir konseptte bile olsa teşbihte kullanılabileceğini düşündüğüm yaklaşımla; Kur'an'ın ifade ettiği "atalar kültürünü" terk etme, taklidi bir kenara bırakıp kendi aklımızla düşünerek tahkiki yakalama noktasındaki tavsiyelerini göz ardı ediyor ve belki de aynı kulvarda koşmanın, Kur'an ve sünnet etrafında örgülenen ilmi hayatımızın bizlere kazandırdığı ilmi enaniyet başta şahsi özelliklerin altında ezilip herkesin gördüğü iyiyi, güzeli, doğruyu göremiyoruz.
Bu söylenenler sadece dostlar canibini alakadar eden şeyler; bir de burada kendilerini karşıt, hasım, düşman cephe gören insanlar var. Sözü edilen cephenin sebebiyet verdiği ve önceleri sadece Türkiye'de, şimdilerde ise bütün dünya kamuoyunun gözünün önünde cereyan eden hadiselere hiç değinmeyi düşünmüyorum. Fakat görülen manzara o ki bir dertlinin dediği gibi "düşmanların cefası, dostların ezası, kadirşinaslığı" arasında preslenip kalan bir yapı var karşımızda. Her neyse "bu hamur çok su götürür." Bu ciğersuz faslı bırakıp konferansa dönelim.
Yukarıda da ifade ettiğim gibi konferans boyunca tuttuğum notları paylaşacağım sizinle bu iki günlük yazı dizisinde. Kimilerini ismen zikredeceğim; seyirci, izleyici vasfıyla konferansa katılıp söz söyleyen kişileri ise sadece dile getirdikleri düşüncelerle. Bazen kısa kısa dahi yorum yapacak, salondaki havayı sizlere aktaracağım, bazen sözü sahibinin ağzından sunup yorumu sizlere bırakacağım. Takdir edersiniz üç gün devam eden, her panelde iki konuşmacı, konuşmaları değerlendiren bir uzman, tüm panellerde gelen 500'e yakın sorulara verilmeye çalışılan cevaplar ve oturum başkanlarının inisiyatifine göre izleyicilere tanınan söz hakkında dile getirilen düşünceleri takip edip kelimesi kelimesine kaleme almak ve sizlere aktarmak zor bir iş. Dolayısıyla mana ve muhtevaya ekleme yapmaksızın aktaracağım sözlerdeki küçük hatalara nazari müsamaha ile bakmanız en büyük temennimdir.
Islah ve Güven
Açılış konuşmalarında Ezher Üniversitesi Rektörü Ahmet Tayyip'in şu sözleri oldukça ilgi çekiciydi: "Her türlü ıslah hareketinin sağlam temellere dayanması lazımdır. Bu temeller biz Müslümanlar için hiç şüphesiz kendi kaynaklarımızdır. Islah, taklidi terk ile başlar. Ayrıca ıslah düşüncesiyle ortaya çıkan kesimin halkın güven duygusunu kazanması önemlidir. Görebildiğim kadarıyla hem ıslah düşüncesini kendi kaynaklarımıza dayandırması hem de halkın güvenini kazanması Gülen Hareketi'nde var." Oldukça özlü ama her iki veçhesiyle de doğruyu ifade eden, manzarayı çok net gösteren tespitler bunlar bana göre. Hocaefendi'nin dünya genelinde yapıla gelen eğitimden diyaloğa bütün projelere getirdiği ayet-hadis eksenli yorumlar ve bunlara amenna deyip maddi-manevi fedakarlıkları ile destek veren geniş bir halk kitlesi, Ahmet Tayyip'i tasdik ediyor.
Seyfududdin Abdulfettah isimli öğretim görevlisi açılış konuşmasında ilginç bir noktaya temas etti. Dedi ki Abdulfettah: "Islah, hekim-i hazıktan çıkmalı. Hekim-i hazık mütefekkir olmalı. Fakat bundan önce bizim hem ıslaha hem de mütefekkire eski itibarını kazandırmamız lazım." Hayır demek mümkün mü bu tespite? Yıllardır, asırlardır İslam coğrafyasının hemen her yerinde ıslahtan, tecdidden, reformdan söz ediliyor. Saatlerce, günlerce, aylarca bir araya gelip konuşmalar yapılıyor; konferanslar akdediliyor, kitaplar yayınlanıyor, master ve doktora çalışmaları yapılıyor. Ama bu sözlerin somut neticelerini görmekte zorlanıyoruz; çünkü konuşulan şeyleri hayata geçiremiyoruz. Bu da zamanla ıslah, tecdit vb. kavramların tükenmesine, eskimesine, itibarını kaybetmesine neden oluyor. İşte Abdulfettah Bey buna işaret etti ve ardından Gülen ve Gülen Hareketi'nin bu kavramlara kazandırdığı itibardan dem vurarak tebliğini bu ana eksen etrafında şekillendirdi.
Dinleyenleri Şaşırtan Tefsir
Abdulhamid Mezkur, kendisine konuşma hakkı tanınan bir başka öğretim görevlisiydi. İki hususa temas etti. Birincisi çoklarının kafasında soru işaretleri oluşturan bir hususa cevaptı: "Gülen Hareketi şahıs, fikir ve müessese çizgisinde varlığını devam ettiren bir harekettir." Bununla Mezkur'un işaret ettiği şey; Gülen Hareketi isimlendirmesine fazla takılmamak gerektiği idi benim yorumlarıma göre. Çünkü son tahlilde hiç kimsenin varlığını inkar etmediği fikrî anlamda öncü bir rolü var. Hocaefendi'nin bu yapıda. Bu yapı onunla başlıyor, fikirleri ile bir yere oturuyor ve kurumsallaşarak devam ediyor. İkinci söylediği şey ise; aslında bir serzeniş ve temenni. Dedi ki Mezkur: "Arap dünyası olarak Gülen'i çok tanımıyoruz; çünkü onun Arapçaya tercüme edilen eserleri alabildiğine az. Umarım daha fazla eseri kısa zamanda tercüme edilir; biz de kendisini daha iyi tanıma fırsatı buluruz."
"Geleneğin Modern Çağa Tanıklığı" kitabıyla Gülen Hareketi üzerinde oldukça seviyeli bir çalışma yapan Enes Ergene de tebliğciler arasındaydı. Hareketin temel karakteristik özelliklerini Türkiye zemini ve bu zemin üzerinde neşet eden diğer cemaatlerle mukayese ederek anlattı Ergene. Simultane tercümenin kaybettirdiği manalara rağmen sosyolojik vurguları ağır basan bu tebliğ çok soru aldı. Özellikle meallerde genellikle "onlar zekâtlarını verirler" şeklinde mana verilen ayete Hocaefendi'nin "onlar, zekât vermek için çalışır, mücadele derler" şeklindeki yorumunu aktarması salonda bulunanlar tarafından dikkatle not edildi. Nitekim kapanış konuşmacılarından İbrahim Beyyumi, buna atıfta bulunarak 'yeni ve oldukça önemli bir tefsir' diyerek söz konusu yorumun altını çizdi ve peşi sıra esnaf ve tüccar kesiminin yaptığı maddi fedakârlıklarla bu düşüncenin pratik hayata nasıl yansıdığını örnekleri ile anlattı.
Recep Kaymakcan, din eğitimi alanında çalışmaları ile tanınan bir akademisyen Türkiye'de. Gülen'in eğitim anlayışını ele aldığı tebliğinde neredeyse bütün dünyaya yayılan eğitim-öğretim kurumlarının yerelden globale bir eğitim tarzı benimsediğini, maneviyatı inkâr etmeksizin modern bir tarzdan yana olduğunu söyledi. Hareketin siyasî İslam ile arasında koyduğu mesafenin ve günümüz dünyasının en sık kullanılan kavramları olan insan hakları ve demokrasi etrafında söylemlerini örgülemesinin, hareketin bütün dünyada kabulünün altında yatan sebeplerden biri olduğuna değindi. Akademik bağlamda oldukça seviyeli olan bu tebliğ, sahasında yapılacak alan çalışmaları ile ayrı bir derinlik kazanabilir.
Jill Caroll, Gülen ve Gülen Hareketi etrafında yıllardır çalışan Amerikalı bir akademisyen. Texas kökenli Caroll, ülkemizde de Hocaefendi hakkında yazdığı kitapla tanınan bir kişi. Konferansta oturum başkanlığı yapan ve düşüncelerini bu esnada dile getiren Caroll, tıpkı Kaymakcan benzeri Batı dünyasında neden kabul gördüğünü kendince şöyle izah etti: "Çünkü Gülen, din daimi ve değişmez bir siyasî sistem önermiyor, diyor. Bu bağlamda siyasî İslam yorumlarına destek vermiyor. Bunun yerine dini merkeze koyarak iç cihada, insanın kendini temizlemesine önem veriyor. Bana göre bu özellik Gülen Hareketi'nin Batı'da başarılı olmasının nedenidir."
Aslında Caroll'ın söylediği siyasî sistem adına dinin sabit bir model önermemesi Efendimiz'in (sas) vefatından bu yana binlerce defa dile getirilen bir gerçek. Ama burada dikkat çeken şey, bu düşüncelerin Batı'nın radikalizm, siyasî İslam, intihar saldırıları vb. söylem ve eylemler karşısında duyduğu endişe esnasında bu kadar net bir şekilde dile getirilmesi. Buna bir de dünya geneline yayılmış gönüllüler kadrosunun sulh ve sükûnun temsilcileri olmasını ilave etmek gerek. Aksi bir tablonun hayali bile insanı ürkütmeye yetiyor.
İman ve Kur'an Hizmeti
Konferansa Cezayir'den tebliğci olarak katılan bir başka akademisyen Ahmet Ceydel idi. Çok ateşîn bir hatip ve 20 dakikalık sunumu süresine 200 dakikalık düşünceleri sığdırmaya çalışması kimsenin gözünden kaçmadı. Demek ki söyleyecek sözü vardı ve bu sözler onun acele etmesini netice verdi. Harekete dışarıdan bakan bir insan olarak Ceydel'in yapageldikleri tespitler oldukça önemliydi. Bir başka ifadeyle Ceydel'in söylediklerini önemli kılan unsur, dışarıdan bir kişi olarak bunları görebilmesiydi bence. Mesela dedi ki Ceydel: "Gülen Hareketi bir örgüt değildir. İmanı hayata taşıyan bir yapılanmadır o. Adı üzerinde iman ve Kur'an hizmetidir." Devam etti: "Gülen Hareketi hiçbir şeyin ama hiçbir şeyin alternatifi değildir; aksine o kendi olan bir harekettir." Zannediyorum bu tespitler çoklarına hizmet-i imaniye ve Kur'aniyye kavramları ile Hocaefendi'nin bir kitabına isim olan "Örnekleri Kendinden Hareket" makalesini hatırlatmıştır.
Benim not aldığım Ceydel'in bir diğer tespiti şuydu: "Gülen okunurken ya aşırı yorum yapılıyor ya da hiç yapılmıyor. Bence bunun ortası bulunmalı; bulunmalı ama önce Gülen'in ne dediği kendi ifadelerinden çok iyi okunmalı; sonrasında yoruma gidilmeli." Hekimoğlu İsmail'den hatırımda kalan ve Gülen ya da Gülen Hareketi etrafında "okumadan alim, yazmadan katip" olanlara söylenebilecek güzel bir tespit bu bana göre. Keşke Ceydel'in bu tavsiyelerine uyarak, Hocaefendi'yi de, hareketi de önyargılarımızdan kurtularak hakkaniyet ve adalet prensiplerinin bizleri istemesek de sürükleyeceği bu perspektiften okuyabilsek.
- tarihinde hazırlandı.