Kalp-Kafa İzdivacı

Alabildiğine ciddi bir ortamdı. Söz, kendi akışı içinde okuma tutkusu, hakikat aşkı, araştırma ruhu, yükselme azmi, kalp-kafa bütünlüğü gibi mevzular arasında med-cezir yaşıyordu. Söz bunlardan açıldığında Doğu-Batı, dün-bugün, mektep-medrese mukayeselerinden bahsetmemek tabii imkânsız. Dolayısıyla söz oralara da geldi. Tam bu mukayeseler esnasında latifevari bir edayla öyle bir cümle söyledi ki, salonda bulunanların dudakları geriye doğru gitti. Çokları tebessüm etti yapılan bu teşbihteki letafete. Dediği şuydu Hocaefendi'nin: "Kalp-kafa, beraberliklerini bir manada 8, bir başka manada da 5 asır önce bitirdiler. Ayrıldılar birbirlerinden. Sonra zevc-i aher yaptılar. Hem de bir tane değil; 50 tane. Fıkıhta bir tane deniyor. Bunlar 50 tane ile yaptılar. Artık yeniden evlenmelerine bir mani kalmadı. Öyleyse kalp ve kafa -akıl da diyebilirsiniz- birbirlerine dönmeli ve yeniden evlenmeliler."

Sözün başlangıcı okuma eksikliğimizdi. Hocaefendi'nin en çok dert yandığı, en çok iç geçirdiği hususların başında gelir insanımızın okumaması. "50'li yıllarda çok az kitap vardı ve insanımız okumuyordu. Ama şimdi o kadar çok kitap çıkıyor ki. Ama insanımız yine okumuyor. Nasıl bu insanları okumakolik haline getirebiliriz bilmiyorum ama getirmek lazım. Yalnız kitap alırken de, okurken de seçici olmak şart."

Son tahlilde parayla ve belki de biraz rehberlikle kitabı seçerek almak çok kolay halledilebilecek bir iş; asıl önemli olan, kitap okuma ruhunu ve düşüncesini vermek değil mi? Herkesin evet diye cevap vereceği bu soruya Hocaefendi de evet dedi. Evet ama nasıl sağlayacağız bunu? Nasıl insanımızda okuma tutkusu ve alışkanlığı oluşturacağız? Nasıl hakikat aşkı, öğrenme şevki vereceğiz? İşte cevaplanması zor olan kısım burası.

Aynı mevzu ile alakalı iki farklı ortamda dile getirilen düşünceleri birleştirerek aktarmaya çalışacağım. Önce "Bunları söylemem doğru değil, fakat sahibi olduğumuz imkânların kadr ü kıymetini daha iyi idrak etmek için anlatayım." dedi ve kendi talebeliği döneminde çekmiş olduğu çileleri, ıstırapları anlattı. Medreselerde kaldıkları yerleri, ders çalışma ve barınma ortamlarını, yeme-içme hususunda talebe adına onur kırıcı olan sistemi, şahsi açıdan maruz kaldığı maddi imkânsızlıkları teker teker dile getirdi. Mesela dedi ki: "Yapılan şeyleri takdirle beraber bugünden bakınca diyorum ki; iaşe ve ibate -yeme ve barınma- adına daha onurlu bir sistem geliştirilebilirdi. Talebenin haysiyetini de koruyan bir çizgiye çekilip öyle bir düzenleme yapılabilirdi." Mesela dedi ki: "Bırakın eski dönemleri, 1950'li yılların sonuna kadar imamlar, hademe-i hayrat diye adlandırılan bir kategorideydi. Aldıkları maaş, emsali devlet memurlarından 3-4 kat düşüktü." Ve sözlerini şöyle bitirdi: Şimdi, beyler-paşalar gibi yaşıyoruz."

Sonra döndü ve çok defa seslendirdiği gibi: "Medresenin en büyük hatası İslam'ın ruhi ve ruhani hayatını bağrından söküp atmasıdır. Kalp-kafa beraberliğinin bozulmasını netice veren bir uygulamadır bu. Sonrasında inkılâp ruhu ölmüş, araştırma cehdi yara almış, hakikat aşkı unutulmuştur maalesef. Hâlbuki Kur'an'ın bile muhkemata bağlı ifadeleri olduğu gibi, müteşabihat dediğimiz tevil ve tefsire açık birçok yanları vardır. Bu yanların muhkemata bağlı bir çizgide devrin insanları tarafından doldurulması gerekir. Sahalarında uzman, mütehassıs insanlar gelecekler, çalışacaklar ve bu iradi boşlukları dolduracaklardır. İlla bir şey yapmak için değil, aksine hakikatin tahakkuku için yapacaklardır bunu. İmamı Gazzali gibi, Zehravi gibi, İbni Sina gibi insanların yaptıkları budur. Bugün derinden derine eksikliğini hissettiğimiz şeyler de bunlardır."

Sözün geldiği bu noktada, bir başka hususa işaret etti. Aslında benim işaret dediğim şey; eğer söylenenler yerine getirilirse yani çalışma, araştırma, keşfetme, hakikate erme çabaları ete-kemiğe bürünüp hayat bulursa, bunun bizi sürükleyeceği mecburi istikamet ve son duraktır. O da kulluğun idraki ve hakkıyla yerine getirilmesidir. "Bunlar bizi Allah'a kullukta daha ileri noktalara götürür. Ona kulluk yapma ihtiyacımızı daha derinden hissettirir."

Doğru değil mi denilenler? "Allah'a karşı hakkıyla saygı duyanlar, O'nun emir ve yasakları karşısında tir tir titreyenler ancak âlimlerdir." (Fatır, 35/28) demiyor mu Kur'an? Şahsım adına konuşayım; belki bir papağan gibi tekrar ettiğimiz, bir türlü ait olduğu derinliğe inip duya duya, doya doya söyleyemediğimiz "Seni hakkıyla zikredemedik ya Mezkur! Sana hakkıyla kulluk yapamadık ya Ma'bud! Sana hakkıyla şükredemedik ya Meşkûr!" dizelerinin sahipleri ayetin çizdiği çerçeve içinde kendilerine yer bulan âlimler değil mi?"

Devam edelim Hocaefendi ile: "İşte irfan bu. İrfan, bilginin insan tabiatının derinliği haline gelmesi demektir. İlim, bir argümandır, temeldir. Asıl olan irfandır, marifettir, marifetullahtır ve irfan, ilimden sonra gelir."

Bu cümlelerden sonra çok kısa bir müddet düşündü ve sözlerini şöyle bağladı ki, bu sözler artık herkesin aşina olduğu genel tavrını yansıtıyordu. O tavır, önce ibtida ile intihanın sınırlarını belirlemek, ardından insanları intihaya yönlendirmek, geniş ufuklar çizmek, yüce hedeflere işaret etmek, bu hedeflere ulaşmak için kat edecekleri uzun mesafeler olduğunu söylemek ama bütün bunlarla beraber bilgi, kapasite, düşünce ve ufuk itibarıyla böylesi bir yolculuğa hazır olmayıp yolun başlangıcında duranların da kabul edileceğini beyan ederek ümitsizliğe kapı aralamamak. "Kimseyi hafife almayalım. Herkesin kendi ufkunda yaptığı şey makbul. Fakat kalp ve ruhun yörüngesinde seyahate ihtiyacımız var."

Ne olur o seyahate çıkarsak ya da seyahati başarı ile neticelendirirsek? Hocaefendi, insanın Allah ile olan ilişkisine münasebet, Allah'ın insanla olan ilişkisine ise muamele der. Bu bir cümlelik açıklamadan sonra ne olacağını ondan dinleyelim. "Münasebet ne ise muamele ona göre olur. Bizim burada Rabb'imizle münasebetimiz, ötede Rabb'imizin bize olan muamelesini belirler."

Gördüğünüz gibi okumaktan, okumamaktan, okumanın gerekliliğinden başlandı muhabbete, okumanın insanı ulaştıracağı noktada bitti. Şimdi iş bize kaldı. Ya mevcut halimizle hayatı yaşamaya devam edeceğiz; ya da kendimize, düşüncelerimize, ideallerimize ve tabii ki hayat düzenimize bir çekidüzen verip okuma, düşünme, araştırma ve kullukta nirvanaya ulaşma ekseninden kendimize yeni bir kulvar belirleyeceğiz. Fazla söze hacet yok. Şimdi iş zamanı. Unutmayın, okumaya başlamak için dün çok geçti. Yarın hiç gelmeyebilir. Öyleyse bugün hatta şimdi niye başlamıyoruz? 'Başlayacağım' kararı bile başlamak demektir. Kolay gelsin.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.