Şahs-ı Manevi

Bu sütunun daimi okuyucularının bildiği gibi, yine Hocaefendi'yi, yine onun bir ders halkasında verdiği mesajları merkeze alarak okuma ve anlama çabası içinde bulunacağız. Bir başka ifadeyle sesli düşüneceğiz.

Şahs-ı manevi, günümüz Türkçesinde tam anlamıyla karşılamasa da, tüzel kişilik ya da o tüzel kişiliğin taşımış olduğu ruh, mana, misyon olarak izah edilebilir. Bu manada bir tüzel kişiliğin olması için resmî veya gayri resmî bir birliktelik şart. Şirket, cemaat, cemiyet, toplum vs. türü kuruluşlar olmalı ki şahs-ı maneviden söz edebilelim.

Dinî bir kavram olması sebebiyle, şahs-ı manevi dendiğinde ilk defa akıllarda çağrışım yapan, dinî cemaatler oluyor. Dinî cemaat yerine dinî değerleri önceleyen, misyon ve vizyonunda dine ağırlıklı yer veren küçük veya büyük çaplı topluluklar da diyebiliriz. Bu şu açıdan önemli: Müslüman zihin, şahs-ı manevinin müzakereye açıldığı her yerde meseleye bu zaviyeden bakar. Yapılan konuşmalarda sözün eksenini bu ön kabul oluşturuyor.

Geçenlerde Elmalılı tefsirinin mütalaa ve müzakere edildiği bir zeminde kendimi buldum. Konu şahs-ı maneviye geldi. "En önemli şahs-ı manevi, cemaat-i İslamiyedir." dedi. Bir başka ifadeyle ümmet demek bu. Ümmet için şahs-ı manevi tabirinin kullanılması her ne kadar lugat ve muhteva açısından doğru olsa da, gelenek açısından başkalarında çok örneğini görmediğim bir kullanım oldu. En azından benim için bu böyleydi. Sonra devam etti; dedi ki: "Ama cemaat-i İslamiye içinde alt grup sayılan cemaatlerin her birinin ayrı ayrı şahs-ı manevileri vardır."

Burada akla bir soru geliyor; bu cemaatler arasında Hakk'ın kabulü açısından faikiyet yani üstünlük söz konusu mudur? Cevap çok net: "Tabii ki söz konusudur, ama bunu sadece Allah bilir." Yine bir soru: "Allah bilir ama bunun adına ölçüler, kıstaslar verilemez mi? O mertebeye ulaşmak için gerekli olan özelliklerden söz edilemez mi?"

"Evet" dedi Hocaefendi ve peşi peşine bu ölçüleri, aranılan özellikleri sıralamaya başladı: "Başka değil, sadece en önemli gayeyi gerçekleştirmek için, yani Allah'ın yüce adının bayraklaşması istikametinde bir araya gelmeleri. Şu isim olmayınca kıyamet kopmaz ama yeryüzünde Allah'ın adının anılmayışı, hadisin ifadesiyle, kıyametin kopuş nedeni deyip, dava şuuru ile meseleye sahip çıkmaları. Bakın ayette, siz insanlar içinden çıkartılmış hayırlı bir ümmetsiniz diyor, ardından adeta bunu iyiliği emretme, kötülükten insanları sakındırma şartına bağlıyor.

İkincisi; bu heyeti teşkil eden fertlerin dünyevî ve şahsi arzularından, heveslerinden, beklentilerinden sıyrılmaları ve O'nun rızasından başka hiçbir şeyin peşinde koşmamaları. Eğer ben arpa-buğday peşinde koşarsam arpa buğdaydan farkım kalmaz diyecek kadar kendini rızaya adamaları."

Hocaefendi devam edecek ama benim aklıma bu yaklaşımı teyid eden Mevlânâ'nın enfes dizeleri geldi. Onu sizlerle paylaşayım: "Neyi arıyorsan sen, o'sundur." der Mevlânâ bir şiirinde ve devam eder: "Can konağını aramadaysan, cansın/Bir lokma ekmek arıyorsan, ekmeksin/Şu nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir/Neyi arıyorsan o'sun sen/Ve neyi aradığını bilmekteysen, kendini biliyorsun demektir."

Üçüncüsü; birbirlerini ölesiye sevmeleri. Ölçü istiyordunuz, alın size bir ölçü; o öleceğine, ben öleyim diyecek kadar yürekli olmaları. Birbirlerinde fani olup, birbirlerini çok iyi okumaları, anlamaları, maddi-manevi ihtiyaçlar söz konusu olduğunda görüp-gözetmeleri. Kur'an'ın teşbihiyle hablü'l metin olma ancak bununla mümkün olur. Hablü'l metin, küçük, zayıf, parçalardan müteşekkil iplerin bir araya gelmesinden oluşmuş, güçlü, kuvvetli, kopmaz halat demek. Burada bir parantez açıp şunu da diyebiliriz; ene'den Hüve'ye yürümeleri. Ama ene'den direkt Hüve'ye yürünemez. Arada bir nahnü var. Öyleyse ene'den nahnü'ye uğrayacak, cemaat içinde kendi benliğinizi eritecek ardından Hüve'ye doğru yol alacaksınız."

Aynı istikamette bundan bir yıl kadar önce geçen bir sohbette de aynı şeylere parmak basmıştı Hocaefendi. Makam münasebetiyle o dönemde kaydettiğim o önemli tesbiti de paylaşayım sizlerle: "Vifak ve ittifakı koruma adına gösterilen gayretler ibadet sayılır. Günümüzde vifak ve ittifakı koruyan sıradan bir insan olmak, mukarrabinden, asfiyadan, evliyadan bir insan olmaktan daha önemlidir. Ene'yi bırakıp nahnü'ye bağlamalı; hatta nahnü de ayağımıza bağ oluyorsa huuu deyip geçip gitmeli. Unutmayın vifak ve ittifak iradeye emanet edilmiş bir meseledir. Efendimiz'in 'ümmeti Muhammed'e ihtilaf verme' duasının kabul edilmemesinin altında yatan sır budur."

Maddelendirme bana ait, sözün akışı içinde sıralanan bu vasıflardan sonra bir dakikaya varan derin bir düşünme safhası oldu. Çoğu zaman yaptığı gibi gözlerini bir yere dikti ve düşünceye daldı. Benim bu türlü atmosferlerde bir müşahedem, bir de hissiyatım var. Müşahedem şu: Eğer Hocaefendi böyle derin bir düşünceye dalıyorsa, sonrasında söylediği ve söyleyeceği sözlerin ayrı bir derinliği oluyor. Hissiyatıma gelince; gözünü diktiği yerin perde arkasına vakıf oluyor gibi geliyor bana. Bir cümle ile açayım isterseniz; söz gelimi baktığı yer duvarsa, duvarın ötesinde olan şeyleri; birisinin yüzüne, gözlerinin içine bakıyorsa, kalb atışından kalbinin derinliklerinde taşıdığı duygulara kadar vakıf olduğu hissine kapılıyorum. Başta söyledim, benim hissiyatım ve tabii ki sübjektif bir değerlendirme.

Biz o atmosfere geri dönelim; bir dakika sonra o derin düşünceden sıyrıldı ve halkada yerini alan bir arkadaşa ismini de vererek "günah günahtır değil mi?" dedi önce ve ardından "söyle bakalım bana; günahtan daha büyük günah nedir?" dedi. Soruya muhatap olan arkadaş "mazeret" diye cevap verdi. Tek kelimelik bir cevaptı ama kasdedileni herkes anlamıştı; günaha mazeret üretmek, ona bir kılıf bulmak demek istiyordu. Hocaefendi cevabı beğendi. Beğendi; çünkü bu türlü zeminlerde söylediği dua mahiyetinde aldığımız meşhur sözünü söyledi: "Berhudar ol!" Ve devam etti: "Lafz-ı kafir olan yalan beyanlarla kendini paka çıkartma gayreti, günahtan daha büyük günahtır."

Buz gibi bir hava kapladı ortalığı. Sebebi Hocaefendi'nin tabir caizse odayı esir alan kararlı ses tonuydu: "Bu şeytan çok müfrit bir mahluk. Çok profesyonel. Kine, nefrete kilitlenmiş. Olumlu düşünecek kapasitesi yok. Yitirmiş o kabiliyetlerini. İnsanı yere sermenin her türlü fendini biliyor. İnsanoğlu ise çok toy. Onun için günde bin defa 'Rabbi euzubike mine'ş-şeyatin ve euzubike Rabbi en yahdurun: Rabbim! Şeytanların vesveselerinden Sana sığınırım. Rabbim! Onların benimle birlikte olmalarından Sana sığınırım' desek sezadır."

Bu yazıda, sözün özü, hulasa gibi kelimelerle başlayıp yazıyı en azından ana fikri istikametinde özetleyen bir paragrafa gerek yok. Çünkü anlatılanların hepsi sözün özü ve hulasa mahiyetinde. Mühim olan onları hayata geçirmek.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.