Travma Döneminde Özgürlük
ABD'de Müslümanlara bakan yanıyla bir şeylerin yanlış gittiği muhakkak. Müslümanlar söz konusu olunca din özgürlüğü kavramının seslendirilmese de farklı bir şekilde yorumlandığı ya da tanımlandığı kesin. Bu sürece girilmesinde hiç şüphesiz 11 Eylül ve sonrasının etkisi inkar edilmez. Halbuki ABD'yi ABD yapan en önemli unsurlardan birisi araştırma ve bilgiye verdiği ehemmiyettir.
New York City Belediye Başkanı Michael Bloomberg, finansal kurumlara yapılacak muhtemel bir saldırı sebebiyle yükseltilen alarm ve güvenlik önlemlerini anlatan basın toplantısında her çeşit özgürlüğün sembolü olduğu için New York'un teröristler tarafından hedef seçildiğini anlattı. Her ikisi de yani hem New York City'nin özgürlükler kenti hem de bu nedenle hedef olması el-hak doğrudur. Ama vakti geçmek üzere olan akşam namazını bir mağazanın park yerinde kılan kişinin terörist olabilir endişesiyle yerel ve federal görevliler tarafından inceden inceye sorguya çekildiği de doğru. ABD içinde eyaletler arası seyahat yaparken ismi Ahmet, Mehmet, Mustafa, Muhammed olan kişilerin herkesten farklı ve herkesin gözü önünde özel kontrol ve aramaya tabi tutulduğu da doğru. İşin garibi havaalanı görevlilerinin bu konuda hiçbir sui-taksirleri yok. Çünkü uçağa biniş kartı alırken bilgisayarlar otomatik olarak bu isimlere sahip olanlara -double security check- işareti koyuyor.
Sadece bunlar mı? Elbette değil. 11 Eylül sonrası basın yayına yüzlerce defa konu olan ve özellikle Müslümanlar üzerinde yoğunlaşan nice sorgulama hadiseleri var ki, bunların yekunu Bloomberg'in ifade ettiği özgürlüklerden din özgürlüğünün varlığına kuşku ile bakılmasını haklı kılacaktır. ABD'de Müslümanlara bakan yanıyla bir şeylerin yanlış gittiği muhakkak. Müslümanlar söz konusu olunca din özgürlüğü kavramının seslendirilmese de farklı bir şekilde yorumlandığı ya da tanımlandığı kesin. Bu sürece girilmesinde hiç şüphesiz 11 Eylül ve sonrasının etkisi inkar edilmez. Hele kamuoyunun mağlubiyet olarak değerlendirmesine dayanak teşkil eden savaş sonrası her gün Irak'ta yaşanan terör olayları bu sürecin ateşleyici faktörü. Öyle ki bu faktör emir komuta zincirini de, sağduyuyu da, ABD'nin 200 yıllık tarihi içinde savunucusu olduğu özgürlük kavram ve kapsamı içine giren her türlü değer ve disiplini de unutturacak kadar etkin.
11 Eylül Sonrası Korku Paranoyası
Halbuki ABD'yi ABD yapan en önemli unsurlardan birisi araştırma ve bilgiye verdiği ehemmiyettir. Üniversite sayısı, araştırma fonları, fen bilimlerinde yapıla gelen icatlar ile bunların teknik ve teknoloji vasıtasıyla hayata aktarımı ve yaygın kullanımı, sosyal bilimlerde think-tank kuruluşları, isimleri marka olmuş, düşünceleri dünya genelini etkileyen bilginler... Hasılı neresinden bakarsanız bakınız bilgi bu ülke medeniyetinin temelini oluşturuyor.
Dolayısıyla din özgürlüğü ve Müslümanlar özelinde ABD'den beklenen Türk insanının hiç de yabancısı olmadığı korku, endişe, çıkar, intikam, yanlış istihbarat gibi unsurlara dayalı vatandaş-devlet arasında uçurum meydana getiren zihniyet ve yaklaşımdan ziyade, uzmanların yıllar süren çalışmaları sonucu ortaya koyduğu ilmi yaklaşımları esas alarak insanlara davranmasıdır. Bu çerçevede yapılacak ilk iş, hiç ama hiç şüphesiz terör ve terörist kavramını nasıl tanımladığını açıklamaktır. Böylece herkes buna göre tavır belirleme şansına sahip olacaktır. Adı Ahmet, Muhammed, Mustafa olan -ki bu isimlerin bir Müslüman nezdinde ne kadar kudsi bir yer teşkil ettiği herkesin malumudur- her erkeğe, başı kapalı olarak çarşı pazarda dolaşan her kadına, Ortadoğu orijinli herkese potansiyel terörist muamelesi yapma, ilmi zihniyetle bağdaşmayan bir yaklaşım tarzıdır.
İstatistikler dünya genelinde Müslüman nüfusunun 1,7 milyar olduğunu söylüyor. Bunun üçte biri ise yabancı ülkelerde yaşıyor. Bu demektir ki Müslüman ve İslam, 9 milyon Müslüman'ı bünyesinde barındıran ABD başta olmak üzere bütün Müslüman olmayan ülkelerin tartışılmaz bir gerçeğidir. Bundan sonra insanlık ulaşmış olduğu özgürlük düşüncesi, medeniyet seviyesi, tarihi geçmiş, din müntesipleri arası ferdi ve kurumsal olarak yürütülen diyalog faaliyetleri gereği bir devlet başkanının seslendirdiği "ya bizdensin ya onlardan" anlayışına prim vermediği ve vermeyeceğine göre, en akıllı davranış ortak paydalar üzerinde birleşen herkese eşit davranmaktır. Hele sistem gereği vatandaş, yarı vatandaş, geçici süreli çalışma izni verilmiş yabancılara bahsi geçen ve geçmeyen türden işlemler düşman üretme ile eşdeğer bir özelliğe sahiptir.
Müslümanlara Düşen Görev
Bu arada bazı ilim adamları ve köşe yazarlarının tespitlerine göre sistemin travma geçirdiği böylesi bir ara dönemde Müslümanların da davranışlarına dikkat ederek ilgili ülkeye yardımcı olması gerekmektedir. Ne kadar masumane olursa olsun sistemin ya da medyanın çarpıttığı imaj sonucu kuşku ile karşılanan hareketlere özen gösterilmesi şarttır. "Usturaya kafa sallama"nın hiçbir anlamı yok. Özgürlük deyip sanki 11 Eylül hiç olmamış gibi hareket etme son tahlilde bu travma dönemini uzatmadan başka hiçbir işe yaramaz. Dünya gerçeklerine gözü kapalı yaşamanın bir başka adıdır bu. Yukarıda tenkidini yaptığımız ilmi düşünce ve akl-ı selime göre hareket etmemenin bir başka çeşididir. Ve bu süreçte kaybeden hiç şüphesiz usturaya kafa sallayanlar olur. Bu açıdan bakıldığında 11 Eylül, ABD'den çok Müslümanları ve İslam'ı vurmuştur. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin dediği gibi Usame b. Ladin, İslam'ın dırahşan çehresini kirletmiştir. Bu kirlenen çehrenin temizlenmesi İslam'ın ancak Hz. Peygamber dönemi misali gibi temsili ile mümkün olur ki; bunun da asırlar alacağı muhakkaktır.
Evet, bütün bunları derken yıllardan beri Batı'nın Müslüman ülkeler üzerindeki sömürge faaliyetlerini ve bu faaliyetlerin oluşturmuş olduğu Batı düşmanlığı zihniyetini unutuyor değiliz. Mızrağın çuvala sığmadığı Filistin, Irak, Sudan vb. ülkeler ve mızrağın çuvala sığdığı diğer Müslüman ülkelerdeki ekonomik alanda sömürge deyimi ile ancak açıklanabilecek çalışmaların, kültürel, siyasal, sosyal alanlarda Müslüman kimliğinin oluşmasına zarar veren çabaların da farkındayız. Hepsinden öte, belki çoklarının gözden kaçırdığı Müslüman ülkelerdeki genç nüfus çokluğunun da şuurundayız. Özellikle akıl, mantık, muhakeme, uzun vadeli plan ve programlardan ziyade gençlik hevesatı, bir başka tabirle delikanlılık heyecanı ile hareket eden bu büyük potansiyeli zabt u rabt altına almanın zorluğu da meydanda. Ama başka çare de yok. Dünyanın neresinde olursa olsun bütün Müslümanların sadece yabancı bir ülkede değil, dünya genelinde tüm Müslümanlığa karşı girilen travma dönemini atlatmak için ciddi gayret sarf etmesi gerekiyor. Bu çerçevede herhalde ve hiç şüphesiz en büyük sorumluluk Müslüman toplum ve toplulukları yönlendiren sivil veya resmi lider ve kuruluşlara düşmektedir.
- tarihinde hazırlandı.