Gayr-i Resmi ve Gayr-i Meşru Yargı
Türkiye'de biri diğerinden bağımsız, biri diğerine karşı gibi görünen paralel yargılama sistemleri var. İlki her devlette, meşru temeller üzerinde inşa edilmiş, görev ve yetkileri anayasa ve yasalarla açıkça belirlenmiş resmi yargı sistemi; diğeri resmi toplumun görünmez tabakaları arasında gizlenmiş, zaman zaman medyada iş ve fonksiyon gören gayr-i resmi yargı mekanizması.
Devlet Herkese Eşit Mesafede Olmalı
Yargı devletin güvencesi altındadır; siyasi otoriteden bağımsızdır; taraf tutmaz ve hukuk neyi öngörüyorsa ona göre iş görür. Yargı demek tarafsız, düzgün, doğru ve muhakeme usullerine göre adaletin tesisi demektir. Küreselleşme ve sivilleşmenin güçlü dalgaları önünde her şey sivilleşebilir, sivil toplumun inisiyatifine terk edilebilir; ama iç ve dış güvenlik ile adalet sistemi sivil inisiyatiflere terk edilemez. Özellikle kamu hukuku alanında devlet herkese karşı eşit mesafede uzak durur; adaleti tesis etmekle yükümlü olan organlar ve bunların yetkili görevlileri dünya görüşleri ve siyasi eğilimleri ne olursa olsun, kendi öznel tutumlarını yargıda etkileyici bir faktör olarak kullanamazlar. Dini, siyasi ve ideolojik görüşleri sizce ne kadar "zararlı" olursa olsun, karşınıza bir sanık olarak gelen insana hukukun çizdiği sınırlar içinde kalarak davranmak zorundasınız. Rengi, ırkı, dini inançları, mezhebi, mensup olduğu sınıf, içinde yer aldığı toplumsal grup/cemaat veya siyasi tutumu dolayısıyla hiçbir sanığa hiçbir yargıç "farklı bir muamele" içinde olamaz. Eğer aksi olursa hiçbir şeyin ve hiç kimsenin güvencesi kalmamış olur, sonunda gücü elinde bulunduran hasımlarını istediği gibi ezmeye başlar. Büyük imparatorlukların ve yüzyıllarca ayakta kalmış devletlerin yıkılışında başrol oynayan faktör, yargının taraflı tutumu ve adaletin artık haklı ile haksızı birbirinden ayıramaz hale gelmesidir.
Son yıllarda Türkiye maalesef giderek "resmi ve hukuki yargı" yanında "gayr-i resmi ve gayr-i ahlaki" diyebileceğimiz ikinci bir yargı mekanizmasının açık tehdidi altında bulunuyor. Devlet içinde güç ve inisiyatif mücadelesi veren birtakım odaklar, hasımlarına karşı avantaj elde etmek amacıyla birçok grubu, cemaati, şahsiyeti veya kurumu "basit bir siyaset aracı" olarak kullanıp toplumda onların itibarlarıyla oynamaktan; onlara olmadık iftiralar atmaktan; yıllar önce söylenmiş sözleri, yapılmış konuşmaları belli bir çerçeve içine oturtup onları suçlu göstermekten çekinmiyorlar. Medyada açıkça insanlar, kurumlar, cemaatler yargılanıyor, haklarında ağır hükümler veriliyor ve birtakım kurumlara infaz çağrıları yapılıyor.
Atv ve İkinci İmralı
Bunun en son örneğini geçen hafta Atv'nin "Siyaset Meydanı"nda gördük. Bir zamanlar ülkenin zihninde yepyeni ufukların açılmasını sağlayan bu program, son üç sene içinde format değiştirip "ikinci İmralı"ya döndü. Nereden bakılırsa bakılsın, herhangi bir hukuk devletinde hiçbir suç unsuru taşımayan konuşmaları dolayısıyla Fethullah Gülen Hocaefendi açıkça yargılandı ve infaza çağrılar yapıldı. Eğer milyonlarca insanın gözü önünde "Bu programdan sonra artık Hoca'nın suyu ısındı" veya "Bu programı bir ihbar olarak değerlendirmek lazım, her halde devletin savcıları harekete geçer artık" veya "Umarım bundan sonra Abdullah Öcalan'ı yargılayan İmralı Mahkemesi, hiç vakit kaybetmeden Fethullah Gülen'i yargılamaya başlar." deniyorsa, artık bu bir "tartışma programı" olmaktan çıkar, gayr-i resmi ve gayr-i ahlaki bir mahkemeye dönüşür. Bu paralel yargı mekanizması her gün iş görüyor ve tabii ki hukuksuzluğu sivilleştirip kurumsallaştırıyor. Türkiye'nin en büyük sorunu bu gayr-i meşru yargı -belki de derin yargı- mekanizmaları dolayısıyla anayasada belirtildiği üzere "hukuk devleti" olma vasfını kaybetmekle karşı karşıya gelmiş bulunmasıdır.
- tarihinde hazırlandı.