Hocaefendi'nin Edebiyata Dair Fikirlerini Anlama Yolculuğu-8
Edebiyatı; 'bir milletin ruhî yapısını, sanat telâkkisini ve estetik anlayışını ifade eden önemli bir dinamik'[1] olarak tarif eden Hocaefendi'nin edebiyata dâir fikirlerinin sarih şekilde anlaşılabilmesi için, 'sanat'tan sonra estetiğe dâir görüşlerinin de ortaya konması gerekmektedir. Batı ve Doğu medeniyetleri açısından farklı referanslara yaslanan 'estetik' ise oldukça geniş bir semantik havzaya sahiptir. Bu durum, meselenin vuzuha kavuşturulması adına, söz konusu iki farklı medeniyet arasında zihnî bir yolculuğu gerekli kılmaktadır.
Estetik
Günlük dilde 'güzellik', 'yakışmışlık', 'zariflik' ve 'şıklık' anlamlarına gelecek şekilde kullanılan ve 'hoşlanma-beğenme' duygusunu ifade eden 'estetik', 'güzeli arama felsefesi' olarak tarif edilir. Menşe bakımından Yunanca 'aisthesis' [duyum, duyulur algı] veya 'aisthanesthai' [duyu ile algılamak] kelimesine dayanan estetik, bu mânâda, duyulur algının, duyusallığın sağladığı bilgi ile ilgili bir bilim dalı olarak düşünülür.[2] Yukarıda da belirttiğimiz üzere, oldukça geniş bir semantik havzaya sahip olan, tarihî süreç içerisinde hem sanat güzelliğini hem tabiat güzelliğini hem de onların kaynaklarını kapsayacak şekilde kullanılan estetik, Baumgarten'den sonra 'güzelin bilimi' olarak tanımlanmış ve genellikle güzel sanatlar çerçevesinde ele alınıp yorumlanır olmuştur.
Estetik, ele aldığı mevzular açısından insanları kadîm zamanlardan beri ilgilendirmiştir; ancak onun bir bilim dalı olarak kabul görmesi, Alexander G. Baumgarten'in "Aesthetica"yı (1750) yayımlamasından sonradır. Estetiğin bir bilim dalı olarak gerçek bağımsızlığına kavuşması ise, Kant'la olur.[3] Baumgarten'in 'güzel üzerine düşünme bilimi' olarak tanımladığı estetiğe sözlüklerde 'sanat eserinin genel kaideleriyle sanatta ve hayatta güzelliğin nazarî bilimi, güzel duyu, bedii, bediiyat'; 'güzelliği, güzelliğin insan aklı, ruhu ve duyuları üzerindeki tesirlerini ele alan felsefe dalı'; 'güzellik kaidelerinden bahseden bilim'; 'güzellik duygusu ile ilgili olan'; 'güzellik duygusuna uygun olan' gibi mânâlar verilmiştir. Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü'nde estetiği özetle şu şekilde tanımlar: Felsefenin güzeli veya güzelliği konu alan, iyi, çirkin, hoş, yüce, trajik gibi güzellikle bağlantılı kavramları araştıran, tabiî nesne veya insan elinden çıkan eserlerde sergilenen güzelliklerle ilgili yargı ve yaşantılarda sözkonusu olan değerleri, tavırları, haz ve tatları analiz eden dalı.[4] Ancak bu bilimin 'estetik' olarak isimlendirilmesi ve sadece güzelliği konu alması Avrupa'da çeşitli isimlerce tenkit edilmiş, bu konudaki tartışmalar günümüzde de çeşitli yönleriyle devam etmektedir.
Baumgarten ve Estetik
Estetik, Baumgarten tarafından 'duyum bilgisi' mânâsında, mantığın referanslarından hareketle, mantığın altında bir bilim olarak temellendirilmek istenmiştir.[5] Baumgarten'in altını çizdiği şekliyle estetik; duyu ve hislere bağlı bilginin bilimidir. Ona göre mantık nasıl ki, düşünceye ve zihne bağlı bilgilerin doğruluğunu inceliyorsa, estetik de duyu ve hislere bağlı bilgilerin doğruluğunu incelemektedir. Bu noktada estetik gözlemlenebilen ve denenebilen zihnî bilginin dışında, bir tasavvur ve sezgi bilgisi olarak ortaya çıkar. Diğer bir ifadeyle estetik, mantığın giremediği sahaları konu edinir. Mantık zihnî bilgiyi araştırırken, estetik, duyulur ve sezilir bilgiyi konu edinir. Bir yerde estetik, sezgiye dayalı bilginin mantığı olarak belirir.[6] Mahiyetlerindeki farklılıklara rağmen "mantık da, estetik de doğruyu ve hakikati aramaktadırlar. Yalnız estetiğin hakikati burada biçim bakımından farklılaşmaktadır. Mantık, zihnin nesnelere uygunluğunu, estetik ise güzelliği aramaktadır. Yani estetik, güzelliğin kendisi değil, güzellik arayışının mantığıdır."[7]
Güzel Nedir?
'Güzeli ve güzelliği arama felsefesi' olarak tanımlanan estetiğin mahiyetinin anlaşılabilmesi için "Güzel nedir?" sorusu üzerinde durmak gerekir. 'Güzel'e herkesin tartışmasız kabul edeceği ortak bir tarif getirmek oldukça güçtür. Nitekim tarih boyunca birçok önemli ismin 'güzel'e getirdikleri farklı tanımlar bunun bir göstergesi gibidir.
İlkçağ filozofları güzeli, ya matematikî olarak belirlemeye çalışmış veya ahlâkî değerlerle özdeşleştirmiştir.[8] Güzeli, iyinin duyulur bir şekil alması[9] olarak tarif eden Pythagorasa karşılık Herakleitos onu unsurların birbirine katılması, birbiriyle uyuşumu, karşıtlardan doğan harmoni olarak tanımlar.[10] "Güzel nedir?" sorusunu felsefî olarak ilk soran kişi kabul edilen Plâton (Eflâtun) ise güzelliği, tözlerin[11] en parlak olanlarından kabul eder[12] ve güzeli 'hakikatin muhteşem manzarası'[13] şeklinde tarif eder. Eflâtun, güzelliği ahlakî iyiliğin bir sıfatı olarak değerlendirir.[14] Güzel şeylerin güzelliklerini mutlak güzel olan ortak bir kaynaktan aldığını söyleyen Eflâtun, görüntüler dünyasının üstünde olduğunu söylediği bu kaynağı 'güzellik ideası' olarak isimlendirir.
"Estetik"e sanat eseri çerçevesinde anlamlar yükleyen Aristoteles'e göre güzellik, esas olarak düzen ve sınırlılığın ortaya çıkardığı bir şeydir. O, güzelliğin sırrını oran ve orantıda, yani parça ile bütünün uyumlu birlikteliğinde bulur. Bu tür bir güzelliği ise, ancak sanat eserleri sağlar. Dolayısıyla Aristoteles'in, güzele bakışı sanat eseri üzerinden belli bir temele oturur. Onun bu yaklaşımı sanat eserinin ne olduğu sorusunu da gündeme getirir: "Ona göre sanatın mahiyeti mimesistir. Ancak Aristoteles'in anladığı mimesis, Plâton'un gerçeği olmayan dünyanın kopyası, sahte ve aşağı bir uğraş olarak gördüğü taklitten çok farklıdır. Aristo için mimesis bir taklit, tabiatı kopya etmeye dayanan lüzumsuz bir faaliyet değildir. Eğer mimesis böyle bir taklit anlamına gelseydi, onun doğrudan doğruya var olan bir şeye yönelmesi gerekirdi. Oysa Aristo'ya göre sanat, yalnız gerçeği, var olanı değil, var olması mümkün olanı da tasvir eder. Çünkü Aristoteles'e göre sanatçı, gerçek nesneleri olduğu gibi tasvir edebileceği gibi; hayâl ürünü, efsane ve insanların inanışlarına ait şeyleri ve nesneleri olması gerektiği şekliyle de tasvir eder. Sadece duyulur nesneleri değil, karakterleri, duygu ve aksiyonları da taklit eder. Ona göre bir sanat eseri, tabiatın eksik bıraktığı(!) şeyleri sanatçının tamamlamasıyla orantılı olarak güzeldir. Aristo, güzelin genelde bulunabileceğine inanır ve güzelin hem lâtif, hem de iyi olduğunu belirtir. Onun için güzel olan şey, aynı zamanda faydalı olan şeydir."[15]
Kendinden önceki filozofların, güzelliğe ahlâkla olan münasebeti çerçevesinde anlamlar yüklemesine karşılık metafizikçi ve panteist bir düşünür olan Plotinos, güzelliği, psikolojik ve metafizik yönlerden ele alır.[16] Nesneler âlemindeki güzellikle ruhlar âlemindeki güzelliği birbirinden ayıran Plotinos'a göre, tabiî nesneleri güzel yapan simetri ve ölçü değil evrensel bir kaide olan formdur (şekil, biçim). Ona göre "Güzel tenasüp değildir; ama tenasüple parıldayan şeydir. Güzel, maddeye geçen ve ona kendi birliğini veren surettir."[17] Ona göre idea ışık ve renk hâlinde yansıyarak ve bir form tesirinde bulunarak duyulur dünyanın güzelliğini sağlar.[18] Güzelliğin prensibinin 'suret' olduğunu ileri süren Plotinos'a göre, madde ancak bir surete/şekle kavuştuktan sonra güzelleşir. Maddî güzellikle ruhî güzellikler arasında irtibatlar kuran Plotinos, maddî güzellikleri ruhî güzelliklerin bir ifadesi olarak değerlendirir ve güzelliklerin hissedilebilmesi için ruhların güzelleştirilmesi gerektiğine temas eder.[19]
'Güzel' ve 'güzellik' Baumgarten'in "Aesthetica"yı (1750) yayımlamasına kadar 'duyum' veya 'duyulur şeyler'le sınırlandırılmamış, bütün antikçağ ve ortaçağ boyunca 'duyularla algılanamayan güzelliği de kapsayacak ve ontolojik, dinî, ahlâkî hususiyetler arz edecek şekilde, en nihayetinde 'Tanrı' ile münasebeti mevzubahis edilerek ele alınmıştır. (Taşkent, 2009: 62) Baumgarten sonrası ise yeni isimler, yeni yorumlar ışığında 'estetik' ve 'güzel'e dâir çeşitli fikirler ileri sürmüştür. Kant, güzeli 'zihnin kanunlarıyla anlaşma hâlinde olarak, hayâl gücünün hür hareketlerini tatmin eden şey' olarak ifade ederken, güzel olmayla faydalı olmayı birbirinden ayıran Theodore Jouffroy 'görünmeyenin görünen şey tarafından belirtilmesi'; Hegel, 'fikrin, duyumsal hâlde gözükmesi';[20] Schiller 'madde ile biçim arasındaki denge/bütünlük, görünüş içindeki özgürlük'; Schopenhauer, 'insanda estetik temaşaya vesile olan şey' olarak tarif eder.
İslâm Dünyasında Güzel ve Güzellik
İslâm medeniyet ve kültüründe "ilmü'l-cemal, ilm-i hüsn, ilm-i mehâsin, hüsn, cemal, bedi' ve kemal…" estetiğe anlam bakımından yakın kelime ve kavramlardır. Lügatlerde 'güzellik' mânâsı verilen 'cemâl', bir sanat felsefesi terimi olarak genellikle eşya ve hâdiselerde varlığı hissedilen ve insan ruhunda beğenme, hoşlanma, zevk alma gibi hisler uyaran nitelikleri ifade eder. 'Güzellik ilmi' mânâsına gelen 'ilmü'l-cemâl' ise, estetik kelimesinin çağdaş Arapçadaki karşılığıdır.[21]
"Arapçada estetik karşılığında ilmü'l-cemâlin yanında el-cemâliyyât, felsefetü'l-cemâl, felsefetü'l-fen gibi tabirler de kullanılmaktadır. Osmanlı aydınları güzellik bilimi olarak anladıkları estetiği 'ilm-i hüsn' diye adlandırmayı düşünmüşlerdir. Estetik hakkında derli toplu ilk makaleleri yazan ve belli başlı estetik teorilerini gözden geçiren Hüseyin Cahit Yalçın, bu bilime Türkçede ilm-i ihsâsât yahut ilm-i hüsn denilebileceğini söylerse de bir yığın mantıkî çıkarımdan sonra estetiğin güzel sanatlar felsefesi olduğu, dolayısıyla hikmeti bedâyi' diye adlandırılabileceği sonucuna varır. 1912'den sonra, Kur'ân'da geçen[22] ve Allah'ın yaratmasındaki eşsizliği ifade eden bedî' kelimesinden türetilen bedîiyyât kullanılmaya başlanmış, daha sonra estetik yerleşmiştir."[23]
İslâm dünyasında İbn Sînâ, Fârâbî ve İbn Rüşd gibi Müslüman filozoflar Grek felsefesinden ve onun 'güzel'e dâir fikirlerden ciddi şekilde etkilenmişler ve bu felsefenin estetiğe dâir fikirlerinin gerek telif eserleriyle gerekse tercümeleriyle İslâm kültürü içine taşınmasında rol almışlardır. Bu sebeple sözkonusu isimlerin 'güzel' ve 'güzellik'e yükledikleri mânâ eski Yunan ve ortaçağ düşüncesinden ciddi izler taşımaktadır. Fârâbî'nin Telhîs u Nevâmîs-i Eflâtûn, İbn Rüşd'ün Telhîsü's-siyâse li Eflâtûn [Muhâveretü'l-Cumhuriyye] isimli eserleri Platon'un sanat ve taklide dâir düşüncelerinin; Kitâbu'l-Îzâh fi'l-hayri'l-mahz isimli eser ile İbn Nâima el-Hımsî tarafından Arapçaya tercüme edilen Esûlûcyâ Aristûtâlîs ve İbn Sînâ'nın Şerhu Kitâbi Esûlûcyâ elmensûb ilâ Aristûtalîs adlı eseri Yeni Platonculuğun estetiğe dâir fikirlerinin İslâm dünyasına nasıl taşındığının izlenmesi açısından önemlidir.[24] Ancak Müslümanlar, eski Yunan'dan çeşitli yollarla gelen estetik düşünceleri, gerek güzeli ve güzelliği nazara veren âyet ve hadîsler, gerekse rûyetullah, cemalullah meselesi ve tevhit akidesinin nizamını belirlediği bir kültürün değerleriyle harmanlayarak kendilerine has bir estetik telakkiye ulaşmayı başarmışlardır.
Tarihî süreç içinde İslâmî kültürün içinde neşet eden 'estetiğin' kavram anlamı bugünkü Batılı filozofların algıladığından farklıdır.[25] İslâm düşüncesinde, varlıklarda tecelli eden güzellik -antik ve orta çağdaki Batı'nın güzellik anlayışına benzer şekilde- 'duyum' veya 'duyulur şeyler'in çok ötesinde metafizik temelli bir güzellik anlayışıyla -Allah'ın Cemal isminin bir tecellisi olarak- izah edilmiştir. İslâm düşüncesinde eserden müessire giden bir bakış açısı vardır. "Ayvazoğlu'nun da belirttiği gibi, 'İslâm sanatlarında 'güzel' deyince anlaşılan, Batı kaynaklı objektivist ve sübjektivist estetiklerin anladığı mânâda bir güzellik değil, 'mutlak güzellik' ve bu güzelliğin görünen âlemdeki içkinliğidir [İmmanent oluşudur]. Müslüman sanatçı için, sözgelişi gül, kendiliğinden güzel olmadığı gibi, bizim onda kendimizi yaşamamız [einfuhlung] da değildir. Gülün güzelliği, Allah'ın 'cemal' sıfatının ondaki görünüşüdür [tecellisidir]. Batı kaynaklı bazı estetik teorilerinin kavram çerçevesindeki 'çirkinlik', bu estetiğin konularının tamamen dışında kalır. Çünkü çirkinlik itibaridir; başka bir deyişle güzellik 'mutlak' olduğu için, çirkinlik yoktur."[26]
Güzelliğe [cemâl], parlaklığa [behâ] ve ihtişama [ziyne] sahip her varlığın, mükemmel olduğunu belirten Farabî'ye göre, İlk Olan'ın [el-Evvel] varlığı en mükemmel olduğundan, güzelliği [cemâl] de bütün güzelliklerin üstündedir.[27] Fârâbî, kâmil mânâda güzellik sahibi olan Allah'ın güzelliğinin kendine mahsus olmasına karşılık diğer varlıklardaki güzelliklerin birer arazdan ibaret bulunduğunu belirtirken, İbn Sina da hakikî güzelliğin Allah'a ait olduğunu ve O'nun katından kâinata yayıldığını ifade eder. Güzellikle sevgi arasında münasebetler kuran Gazzalî ise güzelliği 'güzelliği kendinden olan' ve 'güzelliği kendinden olmayan' olmak üzere iki ana başlık altında ele alır. Gazzalî'ye göre hakikî ve kalıcı güzellik olan Allah'ın güzelliği kendindendir; geçici güzelliğe sahip kılınmış O'nun hâricindekiler ise, güzelliklerini Allah'a muhtaçtırlar. O'na göre, Mutlak güzellik sahibi Allah sevilmeye en çok layık olandır.[28] Gazzalî ayrıca, güzelliği gözle görülen ve gözle görünmeyen -iç güzellik- olarak ikiye ayırır ve zamanın yıpratıcılığı karşısında bozulan dış güzelliğe karşılık gerçek güzellik olarak değerlendirdiği iç güzelliği kalıcı olarak vasıflandırır.[29] İnsanda ve dünyada tecelli eden güzelliklerin, kaynaklarını Allah'tan aldığını, güzelliğin fıtrî olduğunu ve insanın fıtraten güzelliği aradığını belirten Mevlânâ ise şiirlerinde 'güzel' ve 'temiz' arasındaki münasebete dikkatleri çeker ve 'Allah güzeldir, güzelliği sever.' mealindeki hadîse çeşitli telmihlerde bulunur. Risale-i Nur'da, din felsefesinin 'estetik delil' diye tarif ettiği kâinatın 'estetik boyutu' ile ilgili oldukça zengin bir mâlzeme sunan Bediüzzaman ise; her şeyin, hattâ sathi bir nazarla bakıldığında çirkin görünenlerin bile bir güzellik tarafının olduğunu söyler.[30] Ona göre mevcudatta muhabbete vesile olan güzellik, ihsan ve kemâl, Bâkî-i Hakikî'nin güzellik, ihsan ve kemâlâtının işaretleri ve birçok perdeden geçmiş zayıf gölgeleridir, belki Esmâ-i Hüsnânın gölgelerinin gölgeleridir.[31] "Hüsün ve cemâl, görmek ve görünmek ister."[32] diyen Bediüzzaman, kâinatı sonsuz bir hüsün ve cemal-i sermedînin âyinesi ve cilveleri olarak değerlendirir.[33]
"Kâinatta hüsn-ü san'at, bilmüşahede vardır ve kat'îdir."[34] diyen Bediüzzaman'a göre, kâinat âdeta bir güzellikler meşheridir. O kâinattaki güzellikleri 'sergi-yi İlâhî', 'harika nakışlar', 'sanat-ı İlâhî', 'güzel masnular', 'işlenmiş bir eser', 'harika sanatlar', 'meşher-i sanat-ı İlâhîye', 'murassa bir levha-i sanat', 'masnuat', 'şu semanın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzü', 'birer kitab-ı marifet', 'acaib-i sanat', 'mu'cizat-ı sanat', 'bir tek çiçeğin sun'u'[35] gibi kelime ve tamlamalarla nazara verir.
Kur'ân'da Güzel ve Güzellik
Müslüman düşünürlerin 'güzel ve 'güzellik'e ait hususları felsefî mânâda, Eski Yunan felsefesiyle karşılaştıktan sonra düşünmeye başladıkları kanaati yaygın olsa da, Kur'ân-ı Kerîm'de, 'güzel' ve güzellik'i; husn [ahsen, hüsn, muhsin, muhsinin], tayyib, zinet, cemil, ni'me, sürur, Esmaû'l-Hüsna [Bedi', Bâri, Musavvir, Latîf] gibi kelime ve kavramlarla çeşitli açılardan (Allah'ın isimlerini ve yaratmasını, içtimâi, ahlâkî, fizikî, ruhî…) nazara veren birçok âyet vardır. Güzelliği bir sistem hâlinde ele alan Kur'ân'da, sanat güzelliğinin yanında kâinattaki nizam ve intizamdan kaynaklanan güzelliği ve kaynağını imandan alan ahlâkî güzelliği de kapsayan bütüncül bir güzellik anlayışı vardır.[36] Her şeyi ya bizzat veya neticeleri itibariyle güzel yaratan Allah, bu güzellikleri 'en güzel şekilde' yaratmış olduğu insanın fark etmesi için kitaplar indirmiş, rehberler göndermiştir. Bir açıdan vahiy, insanda potansiyel hâldeki olumsuzlukları güzele
dönüştürme anlamı taşır. Nitekim ahlâk güzelliğine vesile olan İslâm'ı tebliğle vazifelendirilen Peygamberimiz'in; "Ben, güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim."[37] mealindeki hadîsi de bu hakikate işaret eder. Başka bir hadîste Efendimiz "Allahü Tealâ güzeldir, güzelliği sever."[38] buyurur. Kur'ân'da Allah'ın, en güzel isimlerin sahibi olduğunu beyan eden âyetler[39], bir açıdan bu isimlerin İlâhî bir estetiğe sahip kılındığına da işaret eder. Bu İlâhi isimlerin kâinattaki tecellileri de Bediüzzaman'ın "Cemil-i Mutlak'tan güzellik gelir."[40] sözüyle işaret ettiği gibi güzeldir. Güzel ve güzellik ise yine Bediüzzaman'ın ifade ettiği gibi görmek ve görünmek ister.[41]
Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'tan, 'Yaratanların en güzeli'[42] olarak bahsedilir ve O'nun yaratma sıfatının özellikleri 'yoktan var etme'[43], 'modelsiz ve örneksiz yaratma'[44] 'ölçülü yaratma'[45] şeklinde nazara verilir. O, insana şekil vermiş ve bu şekli güzelleştirmiştir.[46] Kur'ân'da kişilerin huylarını, ahlâklarını güzelleştirmeleri, faydalı ve güzel işler yapmaları ve gelip geçici şeyler yerine gerçek güzelliklere talip olmaları tavsiye edilir. "Kur'ân-ı Kerîm, güzelliğin her türüne yöneltmede bulunarak, eserden müessire geçilmesini ister. Yani, tabiî güzellikten, canlılardaki güzelliğe, canlılardaki güzellikten ruhlardaki güzelliğe ve ruhlardaki güzellikten davranışlardaki güzelliğe geçilmelidir."[47] "Kur'ân-ı Kerîm'in insanlara anlattığı güzel ve güzellik, bizzat hayatın içinde ve hayattan bir parçadır. Hatta bu iki kavram olmadığı zaman, yaşamanın ve ölümün bir anlamı kalmaz. Böylece Kur'ân-ı Kerîm, güzel ve güzellik kavramını, müzeden çıkarır, duvardaki tablodan indirir ve kullandığımız tabağa, yediğimiz yemeğe, ailemizle olan ilişkimize, arkadaşımızla yaptığımız selâmlaşmaya, muhtaç durumdaki komşumuza yaptığımız yardıma, hatta ölüm sonrası hayatımıza kadar yayar ve düzene sokar. Bu yüzden, İslâm estetiğinin içinde Tevhid inancı vardır."[48]
Bunun yanında kâinat ve insanda âhenk ve nizamdan beslenen müthiş bir matematikî güzellik vardır. Kur'ân-ı Kerîm'de bu husus "Muhakkak ki Biz her şeyi bir kaderle, bir ölçü ile yarattık."[49]; "Güneş ve Ay bir hesaba göre hareket etmektedir."[50]; "Göğü yükseltti ve ölçüyü (dengeyi) koydu."[51]; "Allah, O'dur ki sizin için yeri bir karargâh, göğü de bir bina yapmıştır. Size şekil vermiş, sonra şekillerinizi güzelleştirmiştir…."[52]; "Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.";[53] "Allah, yarattığı her şeyi güzel yaratmıştır…"[54] gibi âyetlerle nazara verilir ve insanlar göze, kulağa, akla ve kalbe hitap eden âhenk ve nizamdan beslenen 'estetik' yoluyla tefekküre/imana davet edilir.
Müslüman toplumlarda heykel ve portre gibi putperestliği çağrıştıracak Batılı anlamdaki estetik anlayış, Tevhit hassasiyetinden dolayı hoş karşılanmamış; İslâm'da, tapınma maksatlı, heykel ve resim vb. yasaklanmıştır.
Estetiğe Dâir Bazı Problemler: Sanat Felsefesi Estetik Münasebeti
Estetiğin ilgi sahası, sadece sanat eserleri midir yoksa içine bütün kâinatı da alacak şekilde geniş midir? Meselâ tabiattaki güzellikler estetiğin ne kadar ilgi sahasına girer? Bahçede açmış bir çiçekle bir ressamın çizdiği çiçekten hangisini estetik incelemeye tabi tutulması gerekir? Aristoteles, Kant, Hegel gibi bazı düşünürler tabiat güzelliğinin sanat güzelliği ile ilgisinin olmadığı üzerinde dururlar. Bu düşüncedekilere göre insanın emek vermediği bir nesnenin sanat değeri yoktur.[55] Durum gerçekten böyle midir? Estetik üzerine yaptığı değerli eserleriyle tanınan İsmail Tunalı, 20. asırda estetikbilim için çizilen sınırların, bu kavramın kuşatıcılığını görmemize yetmediğini belirtir. Bu sebeple estetiğin konu edindiği "duyusallığa bağlı güzellik" olgusunun bir "ontolojik bütün" şeklinde anlaşılıp incelenmesi gerekir.[56] Nejat Bozkurt'un sanat felsefesi, estetik münasebetinin anlaşılmasına katkıda bulunacak düşünceleri özetle şöyledir: Sanat felsefesi, sanatın, sanat eserlerinin, beğenilerin özü ve anlamını konu edinen felsefe dalıdır. Sanat felsefesi, dinî, ahlâkî ve içtimaî faktörleri nazar-ı dikkate almasıyla estetikten daha geniş; tabiattaki güzeli değil de sadece sanata dâir güzeli konu edinmesiyle de daha dar bir sahayı kapsar. Baumgarten'ın 'Aesthetica' isimli eserinden bu tarafa estetik, 'güzelin bilimi' olarak anlaşılmıştır. "Estetik yalnızca sanattaki güzeli, dolayısıyla yalnız sanat felsefesini değil, doğadaki güzeli de kapsar; bu bakımdan sanat felsefesi, estetiğin ancak bir bölümüdür; estetiğin öteki bölümleri ise, sanat sosyolojisi, sanat psikolojisi gibi disiplinlerdir."[57] İsmail Hakkı Baltacıoğlu ise, meseleyi biraz daha berraklaştırıcı şu ifadelerle izah eder: "Üç türlü estetik vardır: felsefî, psikolojik, sosyolojik (...) Felsefî demek mutlak hakikati arayan demektir. Din felsefesi 'din nedir?' sorusuna cevap verir. Ahlâk felsefesi 'ahlâk nedir?' sorusuna cevap verir. Felsefî estetik, yahut bu anlayışla estetik de 'güzel nedir?' sorusuna cevap verir (...) Psikolojik estetik mevzu olarak güzelliği değil, sanat eserini alır. Çünkü mevzua ait olarak elle tutulabilir olgu budur. Sonra bu olgunun ne olduğunu araştırmaz, nasıl olduğunu araştırır. Meselâ sanat eserinin bizim ruhumuz üzerinde yaptığı tesirleri tetkik eder (...) Psikolojik estetik sanat eserinin ve sanatkârın psikolojisinden başka bir şey değildir (...) Sosyolojik estetiğin mevzuu psikolojik estetikte olduğu gibi sanat eseri değil, sanat müessesesidir (...) şahsî ve bir esere mahsus olmayan bu kolektif vasıf ve karakterlerin mukayeseli bir surette tetkiki sosyolojik estetiğin mevzuudur. Sosyolojik estetik sanat müesseseleri tarihinin mukayeseli tetkikidir. Bu ilim sanat tiplerinde gördüğümüz umumî ve kolektif karakterlerin sosyâl sebeplerini araştırır. (...) Sanat yahut güzel eser diye bir şey var. Psikoloji bunun iç mekanizmasını bulmak istiyor. Sosyoloji dış mekanizmasını bulmak istiyor. Felsefe de bu mekanik taraf bir tarafa, sanatı canlı bir şahsiyet olarak kavramak istiyor, onun asıl hüviyetini araştırıyor. Bütün bu spekülasyonlar kafamızın ayrı ayrı ihtiyaçlarına cevap vermeye uğraşıyor. Öyleyse tam bir estetik bu estetiklerin hepsidir."[58]
Sanat eserini esas alan estetik, insandaki hoşlanma duygusunu, özellikle bu duygunun sanat eserleri üzerindeki yoğunlaşma tarzını inceler. Estetik ise 'insanlar sanat faaliyetleriyle neyi hedeflemektedir', 'sanat insanlar için nasıl bir mana taşımaktadır', 'insanların sanat faaliyetlerine tesir eden kıstas veya prensipler var mıdır, varsa nedir', 'sanatın mahiyeti nedir', 'sanat boş bir fantezi midir yoksa bir ihtiyaca mı karşılık verir' sorularından hareketle hem güzel olanı hem de sanatı tartışır.[59]
Estetiğin Kaideleri Evrensel midir?
Sanat felsefesi açısından estetiğin sahası, sanat [edebiyat, şiir, resim, mimarî vb.] eserlerindeki güzelliktir. Bu çerçevede güzelliğin niteliği, mahiyeti, keyfiyeti, sanatla ilgili değer yargıları, güzellik teorileri, tabiat güzelliği ile sanat eserindeki güzellik arasındaki münasebet, güzelliğin evrensel kaidelerinin olup olmadığı onun araştırma sahasını oluşturur. Estetik, sanat eserlerindeki güzelliği derinlemesine incelemesi dolayısıyla 'güzellik bilimi' olarak tarif edilmekle beraber, sosyoloji, psikoloji, tarih, felsefe, antropoloji, biyoloji gibi birçok bilimle münasebeti bulunan teoriler toplamıdır.[60] 'Estetik'e dâir ilk teorik tartışmalar, Eski Yunan'da yapılmıştır. Bu teoriler Rönesans ve Aydınlanma süreci ile Modern dönemlerde çeşitli bakımlardan geliştirilmiş, bugün itibariyle de bu kavram Batı'da içselleşmiştir. Bu sebeple dayandığı sosyololik, tarihî ve felsefî referanslar itibariyle Batı'ya ait bir kavram olan ve farklı kültürel kodlara sahip 'estetik'i İslâmî kimliğe sahip kişilerin inşa ettiği kültüre birebir aktarmak mümkün değildir.[61] Çünkü, Batı medeniyetinin temellerinde Roma, Grek medeniyeti ve Hristiyanlık vardır. İslâm medeniyetinin temelindeki en önemli dinamik ise, 'tevhid'i merkeze alan İslâm dinidir. Buna bağlı olarak İslâm estetiği; tevhid ve tenzih anlayışıyla helâl ve haram hassasiyetinin sınırlarını belirlediği bir zeminde doğup gelişmiştir. Bu iki medeniyetin temelindeki farklılıklar hayatı, kâinatı ve eşyayı yorumlayışta belirleyici olmuştur. Doğu ve Batı'da benzer görünen kavramların menşeine inildiğinde ortaya çıkan temel farklılık, estetik kavramında da kendini göstermektedir. Bu sebeple özellikle Müslüman toplumlarda doğup gelişmiş sanatları, referansları tamamen Greko-Lâtin kültürünün içinde doğup gelişmiş sanata dâir teorilerin bir ifadesi olan estetikle izaha kalkışmak bazı problemleri beraberinde getirir.[62]
Bu problemlerin temelinde "güzel"in mahiyeti ile ilgili algının farklılık arz etmesi vardır. Şöyle ki; bazı düşünür ve sanatkârlar estetiğe ait bir kavram olan 'güzel'i, asıl varlık alanı veya reel varlık alanı olarak belirlerken bazıları da 'güzel'in kaynağını reel varlığın dışında aramıştır. Kimileri onu tabiatta veya hayatta bulurken; kimileri de sanatçının zihnî bir olgusu ve sanat eserinin yapısına özgü bir özellik olarak belirlemiştir.[63] Batı, Rönesans'la birlikte Antik Yunan'a yönelmiştir. Bu sebeple çağdaş Batı sanatının temellerinde paganist [putperest] Antik Yunan düşüncesinin harcı vardır.
"Bilindiği gibi antik çağ ve Aydınlanma sanat anlayışının temelinde doğa ve insanı taklit etme/mimesis düşüncesi vardır. Aslında bu bakış açısında varlık aşkın olandan koparılır. Çünkü güzel, üryan ve cinsellik öğeleri öne çıkarılan bir insan bedeniyle sınırlandırılır. Tanrı ve ilâhlık, insan imajında somutlaştırılır. Artık Tanrı'nın yerini insan almıştır. Böylece, tanrısal alana insanî biçimler vermek ve her alanda insanlığın ve uyumun bu yansısını aramak, pagan estetiğinin başlıca özelliğini oluşturmuştur. Greko-Romen uygarlığının temelinde paganizm vardır. Tarihte pagan kalıbında eriyen Hıristiyanlığın tevhit ilkesi böyle parçalanmıştır. Aslında putçuluk, salt Allah'tan kopmak değil, Allah'a ulaşmada bir aracılık olarak başlamıştır. Tarihî süreçte paganlaşma kalıbında tevhit ilkesi parçalanan ve A. Pavlus gibi teologları kanalıyla ahkâm boyutu reforma tabi tutulan Hıristiyanlık, Helenizmin insan biçimci bakış açısında ikonlaştırma figürlerinden kurtulamamıştır. Çünkü tevhit ve tenzih noktasında ipin ucunu kaçırmıştır."[64]
Yazının baş tarafında da ifade edildiği gibi 'estetik' kelimesi menşe olarak eski Yunan'a dayanır ve paganist bir sanat ortamının 'güzellik' anlayışı üzerinde yükselir. Nitekim güzel ve güzelliği felsefî olarak belirli bir sitem içinde ele alan ve bu mânâda ilk olarak "Güzel nedir?" sorusunu soran kişi olarak kabul edilen Platon, 'bütün güzelliklerin kaynağı mutlak bir üst güzel'den hareketle 'güzellik' ile iyilik kavramları arasındaki münasebeti ele alırken öğrencisi Aristoteles'te güzellik ideal bir kavram olmaktan çıkar. Aristoteles güzelliği maddî yapıda, yani dünyada arar. Ona göre, "güzel, tabii ve canlı bir şeydir. Bu yüzden maddeye güzellik kazandıran şey, o maddenin içindedir. Biz maddedeki bu güzelliği fark edebildiğimiz ölçüde ona güzel deriz."[65] Güzelliğin sırrını oran, orantı, sınırlılıkta, yani parçanın bütünle uyumunda arayan Aristoteles bir noktada maddeci estetik anlayışın temellerini atmıştır. Aristoteles'in, güzelliği maddî unsurlara indirgeyen anlayışı kendinden sonraki filozoflara -özellikle Rönesans dönemi sanatkârlarına- derinden tesir etmiştir.[66]
Hâlbuki güzellikler, sadece maddî gözün gördüklerinden ibaret değildir. Özellikle Rönesans sonrası Batı düşüncesinin kalıba/sûrete/bedene indirgediği estetik, İslâm coğrafyasında içine mânevîyatı, ahlâkı, fiilleri ve huyu da alacak şekilde daha geniş telâkki edilmiştir. Evlenme ile ilgili bazı hadîslerde, kadınlarda derunî güzelliğinin dış güzellikten daha ön plânda tutularak dengelerin bâtın güzelliğin lehine değiştirilmesi; inançta, ibâdette ve davranışlarda bir estetik boyut gözetilmesi bunun bir ifadesidir.
Mutlak Güzel'i Arama Yolculuğu: Tecrid
İslâm sanatında tecrid ile bedîiyât arasında sıkı bir münasebet vardır; bir güzellik keşfedicisi olan sanatkâr, varlığın yüzündeki güzelliklerden o güzelliklerin hakikî kaynağına - Bediüzzaman'ın ifadesiyle mânâ-yı ismîden mânâ-yı harfîye- doğru yürüyen bir seyyahtır. 'Tecrid' sayesinde gözlerini varlığın çehresinden derununa çeviren Müslüman sanatkâr, sanatında, varlığın görünen yüzündeki güzellikten o güzelliğin asıl kaynağına ulaşmayı hedefler. "Yarattığı her şeyi güzel yaratan"[67] Allah, sanatı olan kâinatı da 'Mutlak Güzelliği'nin tecellileri ile donatmış ve o güzellikleri temaşa edip kudsî hadîsin ifadesiyle gizli bir hazine olan varlığını tefekkür etmesi için "en güzel biçimde yaratmış olduğu insana"[68] duyu ve duygu organları bahşetmiştir. Varlıkta temaşa edilen güzelliğin aslında Allah'ın cemâl sıfatının bir tecellisi olduğunun şuurunda olan Müslüman sanatkâr, sanatında "gizli bir hazine" olan Yaratıcı'nın güzelliğinin gönül ve ruh dünyasındaki yansımalarını sergilemeyi hedeflemekte; bunun için varlığa, Divan şairi Nâilî'nin "Mestâne nukûş-ı sûver-i âleme bakdık/Her birini bir özge temâşâ ile geçdik" beytinde ifadesini bulan bir ruh hâliyle bakmaktaydı. İnsan fıtratına iyi, doğru ve güzel olana meyil duygusu konmuştur. Bu duygu insanı sürekli bir arayışla baş başa bırakmaktadır. Fakat bu arayışta hedefe ulaşanlar "Güzel görüp güzel düşünenlerdir." Yoksa Bediüzzaman'ın ifadesiyle "Kâinattaki her şey ya bizzat veya neticeleri cihetiyle güzeldir."
Bediüzzaman'dan Estetiğe Dâir Bir Ölçüt
Bediüzzaman insan elinden çıkan sanatı ve onda kendini gösteren güzelliği, sanatçı "Kesbî san'atçığıyla Sâni'-i Zülcelâl'in ibdâ-i san'atını anlar."[69] sözü ve 'vâhid-i kıyâsî' anahtarıyla Mutlak Güzel'in sanatını anlamaya vesile bir vasıta olarak değerlendirir. "İnsanın, farazî ve hayâlî benlik hissi ile sahiplendiği cüzî ilim, irade, kudret, mülk gibi vasıtalarla Allah'ın küllî sıfatlarını bilmesi, anlaması ve kıyaslaması" demek olan 'vahid-i kıyasî', Müslüman sanatkârın inşa ettiği eserle arasındaki münasebetin anlaşılmasına da yardım eder. Batı'da hatalı olarak 'yaratma' fiiliyle anılan ve yarı ilâh konumuna yükseltilen sanatkâr, 'vahid-i kayasî' kavramı çerçevesinden değerlendirildiğinde, gerçek konumunu bulur ve cüzî iradesini kullanarak ortaya koyduğu eserler ve onların güzelliğiyle Hakikî Sanatkâr'ın sanat, kudret, ilim ve iradesinin anlaşılmasına vesile olur. Yani sanatkâr, ortaya koyduğu eserin sınırlılığı ile Yüce Sanatkâr'ın sanatının büyüklüğünü ve güzelliğini daha iyi anlamış ve anlatmış olur.
[1] M. Fethullah Gülen, "Düşüncenin Edebiyatla Sunulması", Fasıldan Fasıla-5 (Fikir Atlası), s. 152-153, Nil Yay., İst., 2008.
[2] İsmail Tunalı, Estetik, s.13, Remzi Kitabevi Yay., İst.,1998.
[3] İsmail Tunalı, Estetik Beğeni, Birinci Baskı, s. 73, Say Kitap Pazarlama, İstanbul, 1983.
[4] Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 255, Ekin Yay., Ankara, 1997.
[5] Vefa Taşdelen, Kıerkegaard'ta Benlik ve Varoluş, s. 164, Hece yay., Ankara 2004.
[6] Peyami Gürel, "Estetiki Doğru Anlama Üzerine", www.istanbulsanatevi.com, eklenme tarihi: 20.01.2005.
[7] Peyami Gürel, agy.
[8] İsmail Tunalı, Grek Estetiği, Remzi Kitabevi, s.5. İstanbul 1983.
[9] Cemil Sena Ongun, "Sanat ve Güzelliğin Felsefesi", Estetik, s. 22, İstanbul 1972.
[10] Tunalı, Estetik, s. 365.
[11] Töz: Değişenlerin özünde değişmeden kaldığı varsayılan idealist kavram, cevher; Spinoza'nın ifadesiyle 'Varoluşu için başka bir şeye ihtiyaç duymayan şey.'
[12] Ongun, age., s. 22.
[13] Nurettin Topçu, Felsefe, s. 114, 3. bas., İst., Dergâh Yay., 2006.
[14] Suut Kemal Yetkin, Estetik Doktrinler, s. 14, Bilgi Yayınevi, Ankara 1972.
[15] Emine Güzel, İslâm Sanat ve Estetiğinin Kur'ân Temelleri, Yüksek Lisans Tezi, Dijital yayın, Ulusal Tez Merkezi, Konya, 2008; Bknz: İsmail Tunalı, Estetik Beğeni, s. 40, Say yay., İstanbul 1983; İhsan Turgut, Sanat Felsefesi, s. 28, İzmir 1991; (Cemil Sena Ongun, Estetik, (Sanat ve Güzelliğin Felsefesi), s.23, İstanbul 1991; Türk Ansiklopedisi, "Estetik", C. XV, Ankara 1967, s.452-453.
[16] Yetkin, age. s. 27-28.
[17] Yetkin, age. s. 31-32.
[18] Tunalı, Estetik, s. 257.
[19] Ongun, age., s. 26-27.
[20] Nurettin Topçu, Felsefe, s. 114, 3.bas., İst., Dergâh Yay., 2006.
[21] Beşir Ayvazoğlu, "İlmü'l-Cemâl", TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 22. s.146, İst. 2000. Bknz: Cemîl Salîbâ, 1, 407-408.
[22] el-Bakara 2/117; el-En'âm 6/101.
[23] Ayvazoğlu, "İlmü'l-Cemâl", TDV İslâm Ansiklopedisi, s.146.
[24] Ayşe Taşkent, Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd'de Estetik, Doktora Tezi, s.38-39, Dijital Yayın, Ulusal Tez Merkezi, İstanbul 2009.
[25] Selim Sönmez "Esma'ya Açılan Kapı: Estetik" Köprü, s.71, Yaz 2000.
[26] Sönmez, agy., Bkz: Beşir Ayvazoğlu, Aşk Estetiği, s. 191, İstanbul, Ötüken Yay., 1997.
[27] Fârâbî, Kitâbü's-Siyâseti'l-medeniyye (el-mulakkab bi mebâdiu'l-mevcûdât), Fevzî Mitrî Neccâr ( nşr.), 2. Basım Beyrut: Dâru'l-Maşrık, 1993, s.42; bkz. el-Medînetü'l-fâzıla, s.52.
[28] Gazzali, İhya'u-Ulumi'd-din, c. 4, s. 551-552, (Terc. A. Serdaroğlu) Bedir yayınları, İstanbul 1975.
[29] Gazzali, age. s. 542.
[30] Bediüzzaman Said Nursi, 18. Söz, 2. nokta.
[31] Nursi, 3. Lem'a.
[32] Nursi, 10. Söz.
[33] Nursi, 15. Şua.
[34] Nursi, 18. Söz, 3. Nokta.
[35] Sönmez, agy.
[36] Dölek A., "İslâm Estetiği Nasıl Mümkündür?", İzlenim Dergisi, s.35, Nisan 1996 Sayı:32.
[37] Mâlik b. Enes, el-Muvatta, Hüsnü'l-Huluk, 8.
[38] Müslim, İman, 147.
[39] Haşr, 59/24; A'raf, 7/180.
[40] Nursi, 10. Söz.
[41] Nursi, 10. Söz.
[42] Mü'minun 23/15; Saffet, 37/125.
[43] En'âm, 6/14,79; Yunus, 10/3; Şûrâ, 42/11.
[44] Bakara, 2/117; En'âm, 6/101.
[45] Furkan, 25 /2.
[46] Mü'min, 40/64; Teğabun, 64/3.
[47] Osman Mutluel, Kur'ân-ı Kerim ve Estetik, s. 58, Doktora Tezi, Dijital Yayın, Ulusal Tez Merkezi, Ankara 2008. Bkz: Kutup M., İslâm Düşüncesinde Sanat, (Terc: Akif Nuri) Fikir Yayınları, İstanbul, 1981, s. 285.
[48] Mutluel, age, s. 58, Bknz: Dölek A., "İslam Estetiği Nasıl Mümkündür?", İzlenim Dergisi, s. 34, Nisan 1996 Sayı:32.
[49] Kamer, 54/49.
[50] Rahman, 55/5.
[51] Rahman, 55/7.
[52] Mü'min, 40/64.
[53] Tin, 95/4.
[54] Secde, 32/7.
[55] Mutluel, age. s.21-22.
[56] Fundagül Apak, Evreni Kalbinde Bulan Adam Burhan Toprak ve Sanatının Türk Edebiyatındaki Yeri, s. 20, Doktora Tezi, Dijital Yayın, Ulusal Tez Merkezi, Edirne 2009.
[57] Nejat Bozkurt, Sanat ve Estetik Kuramları, Asa Kitabevi, s. 23, Bursa 2000.
[58] Apak, age., s. 26-27, Bkz: İsmail Hakkı Baltacıoğlu, (1937b): "Halk Üniversitesi Estetik Dersleri 2: Estetik Nedir?", Yeni Adam, Sayı: 171, s. 14.
[59] Selçuk Mülayim, (1994a): Sanata Giriş, Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul: s. 27.
[60] Ayvazoğlu, "İlmü'l-Cemâl", TDV İslâm Ansiklopedisi, s.146.
[61] Sönmez agy.
[62] Ayvazoğlu, "İlmü'l-Cemâl", TDV İslâm Ansiklopedisi, s.146.
[63] Kemal Gurulkan "Estetik'te 'Güzel'i Görmek, Köprü, S.71, Yaz 2000.
[64] "Prof Dr. Ramazan Altıntaş'la Tevhid ve Estetik İlişkisi Üzerine Söyleşi" Konuşan: Azmi Ermurat, Vuslat, Kasım 2006.
[65] Mutluel, agy. s. 9.
[66] Anver Ziss, Estetik, s.174, De yayınları, (Çev: Yakup Şahan), İstanbul 1984.
[67] Secde, 32/7
[68] Tin, 95/4.
[69] Nursi, 3o. Söz.
- tarihinde hazırlandı.