Neo-Osmanlılık Hakkında..
Gülen Sempozyumu vesilesiyle Alman kamuoyunda Gülen Hareketi ve muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında yeni yazılar gündeme geliyor. Bir hafta evvel Südwest Presse'de Elisabeth Zoll yazdı, şimdi de Marxist günlük bir gazete olan Junge Welt konuyu ele aldı. Ne var ki Junge Welt haberinde gerek hareket gerekse Hocaefendi'nin zatı hakkında eksik kısmen de yanlış bilgiler var. Bu itibarla naçizane yanlış olduğunu düşündüğüm bir noktaya temas etmek isterim, şöyle ki:
Junge Welt'ten Nick Brauns halkların kardeşliğini savunan özgürlük savaşçısı zannettiği PKK terör örgütü kokan yazısının sonuna 'Hocaefendi'nin Kemalistlerin korktuğu gibi bir Ayetullah Humeyni olmadığını, Gülen'in bunun çok daha ötesinde neo-osmanlıcı bir hegamonya projesi emelinde olduğunu ifade etmiş. Amerikalı stratejist George Friedman'ı referans vererek bu hegamonyanın Balkanlar, Arap Dünyası, Rus sınırı ve Çin seddine kadar uzanan bir bölgeyi kapsadığını iddia ediyor. Kısacası Neo-Osmanlıcılığın Avrupa ve Amerika algısı bu çerçevede.
Sabah Gazetesi'nden Mahmut Övür 6.03.2009 tarihli yazısında Hocaefendi'den naklediyor:
"Bölgede gerginlik var. Bir otorite boşluğu var. ABD o boşluğu oluşturdu. Şu an kendi içlerinde çok ayrıldılar. Aralarında kin ve nefret var. Şiiler'in bile içlerinde bu var. ABD de bunu istiyordu. Girip çıktıkları her yerde problem bıraktılar. O bölgelerin kaderi bu maalesef. Hariciler, Moğollar, Emeviler, Bizans geçti o bölgelerden. Osmanlı'ya kadar hep kan revan içinde kaldı. Jeopolitik olarak çok önemli bir yer. En sorunsuz zamanları Osmanlı dönemi olmuş. Dileriz yeni Osmanlı ruhu olur oralarda. Neoconlar'a karşı Neo Osmanlılar..."
Soru Amerika'nın Irak'tan çekilmesi durumunda neler olabileceğine ilişkin sorulmuş. Hocaefendi de bu cevapları vermiş. Dikkat edilecek olursa, zulüm ve işkencenin karşısında huzur ve güvenceyi esas yapan dörtyüzyıllık bir Osmanlı siyaseti açısından dile getirilmiş. Yazık ki ifadeler siyak ve sibakından (kontextinden) çıkarılınca bambaşka anlamlara bürünebiliyor, büründürülebiliyorlar. Hele hele de bu tüm dünyada emniyet ve barışın tesisi için çalışan bir topluluğun dünya stratejisi gibi lanse edilince mutlaka doğrusunu yazmak icab ediyor.
Neo-Osmanlılık ve AKP hakkında strateji yazıları kaleme alan Kostantinides Stephanos, George Friedman gibi insanların bu kavrama olumlu bir anlam yükleyip yüklemedikleri tartışılır. Gülen Hareketi gibi, insan ve insani değerler merkezli bir oluşumun siyasi hegemonyacı bir emel peşinde olduğunu iddia etmek son derece gülünç, hareket uzmanlarınca da mesnetsiz hezeyanlardan ibarettir.
Bir şeyde uzmanlaşmak bazen insanı bir başka şeyde kör haline getirebilir. Araplar 'hafizte şey'en ve ğabet ankel eşya' 'Bir şeyi muhafaza ettin amma bir çok şeyi kaybettin' derken bu manaya işaret ediyor olmalılar. Bazen strateji uzmanları rüzgarın esmesi, yerin depremesi gibi hadiselere bile strateji rengi verebiliyorlar. Onlar için hukuki olan, siyasi olan, ilmi olan ve kalbi olan diye bir şey olmayabiliyor. Her şeyi sosyo-stratejik açılardan değerlendirmek, her eylemi siyasileştirmek gibi anlamsız bir şeydir. Uyumak, uyanmak, dişini fırçalamak gibi işlere bile siyasi elbiseleder giydirmek hezeyandan başka ne olarak ifade edilebilir?
Stratejistlerin Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve halkının tarihi ve jeo- stratejik konumu göz önüne alındığında, mücavir ülkelerde hatırı sayılır bir kredisinin olması başka bir şey, Gülen Hareketi gibi transnasyonal bir hareketin izlediği seyir başka bir şeydir. Junge Welt'in Gülen yorumu siyasalla, toplumsalı, siville devleti, sapla samanı, almayla armutu birbirine karıştırmanın bariz ifadesi değildir de nedir? Bilen varsa beri gelsin!
- tarihinde hazırlandı.