Bilgi Kesreti, Mârifet Vahdeti

Günümüzde, -bir yönüyle- hiçbir dönemde olmadığı kadar kitaplar yazılıyor, eserler hazırlanıyor, çalışmalar gün yüzüne çıkıyor. Entelektüellerimiz sadece dinî sahada değil, aşağı-yukarı her alanda birbirinden farklı yüzlerce önemli-önemsiz çalışmaya imzâ atıyor. Gün geçmiyor ki yeni yeni onlarca kitap piyasaya sürülmüş olmasın! Biz, öncelikle tabii ki kendi duyarlılık alanımızdan bahsetme durumundayız.

Daha da yakın dâireye, kendi dünyamıza bir atf-ı nazar ettiğimizde, aynı olayı daha net bir şekilde müşâhede ediyoruz. Artık ilgi sahamıza giren yayınlar, birer adet değil, bir anda üç-beş çeşit olarak geliveriyor. Muhakak ki tüm bunlar, bir yönüyle "takdir edilesi" şeyler. Kitaplar, dergiler, kasetler, internet yazıları, vs… "Bir yönüyle" diyorum, çünkü bu durum karşısında yaşadığımız bir handikap da var. Nedir o? Bu bilgi kesreti içinde, mârifet vahdetini yakalayıp yakalamama meselesi! Bunca eser yayımlanıyor, onca kitap neşrediliyor, ama acaba bu mebzullük bizi bunları kâle almamaya mı götürüyor! Yani bu kesret, bunca kıymetli eseri, nazarlarımızda günbegün basitleştiriyor mu! Şahsen bu konuda ciddi endişem var. Endişem öncelikle kendimden başlıyor; sonrasında, müşâhede ettiğim bazı olaylar... Ha ne yapalım yani, olmasın mı tüm bunlar! Hayır, onu da demek istemiyoruz elbette, ama bu konuda önümüzde bir handikap olduğu kesin ve bizler bunu aşma mecburiyetindeyiz.

Çocukluğumdan hatırlıyorum. Abimin kalınca bir kitabı vardı. İsmini, o çocuk hâlimle bellememişim, ama deri ciltli bir kitaptı. Bu kitabı, köyümüzden, şimdi rahmetli olan bir tanıdığımız okumak için almıştı. Sonra o zatın evi yandı, bu kitap da kül olup gitti… ve biz, ailecek, günlerce üzülmüştük. Hâlâ unutmadık. Ama şimdi ne kitaplar geliyor, gidiyor, kayboluyor, atılıyor, unutuluyor… Üzülen var mı! Çünkü çoğaldı, basitleşti, ucuzladı, sıradanlaştı, üflet perdesine takıldı. Çalışmaların değeri ve hürmeti kalmadı. Kitabın asaleti, nazarlarımızda kayboldu. Halbuki kültürümüzde kitaba hürmet edilir. Ona hürmet de, ondan istifâdeyle olurdu. Arı çok gibi, çiçek de mebzul. Ama bal nerede! Ondan biraz, bundan biraz, sonra herşey hava civa!

Yoksa çok karamsar mı düşünüyorum! Okumaya okumaya, ya da yanlış okuyarak beyinler iyice sığlaşıyor, yozlaşıyor, çürüyor. Bilgi bombardımanı var, ama zihinler berraklaşacağına iyice kirleniyor. Herkes birşeyler biliyor ama kırıntı hâlinde, net değil, flu. Günümüzün en ciddi sorunlarından birisi de, bu bilgi kirlenmesinin zihinlerde bıraktığı tortu ve kirlenme. Bunca kitap var, ama mârifet bereketi var mı! İlgisizlikle, veya yanlış ve usulsüz okumalarla, iyice bereketsizleşiyoruz sanki! Papağan gibi ezberlemeler, yorgun bellekler, zihinsel aptallaşmalar!

Öncelikle hayâtî eserler usulünce okunmuyor. Evlerde kapağı bile açılmayan dergiler yığınla. Okumamız da tıpkı yeme kültürümüz gibi. Adam gibi değil; atıştırıyor, tıkıştırıyor, fast-food okuyoruz. Böyle bir okuyuştan ne çıkar! Böylesinden fayda muhal! Okuma ârızası var cidden. Sonunda aşırı şişmanlık, şişkinlik, hormonlu bilgi yığını! Yani zihin hantallığı ve lüzumsuz bilgiler ansiklopedisi gibi bir hâle müptelâ olma durumu. Beslenme için nasıl usûl-âdâp varsa, okuma kültürü için de olmalı. Gıda çok ama ağız tadıyla, sağlıklıca ve asâletle yiyebilen kim? Kitabı ve okumayı, âdî ve ucuz Çin malı mesâbesine mi düşürdük acaba! Ne de olsa kolayca kavuşuyoruz ya! Düzensizce atıştırınca, hazımsızlık da oluyor. Kolaycılık kültürü hâkim herşeye. Ayrı bir nefsâniyet, ayrı bir zaaf ve ayrı bir gaflet! Usûl ve üslup çatlaması. Bu garâbetin sebebi, alt yapısı olmadan ve gayr-i nizâmî bir okuyuş şeklidir. Ya da mebzullükten nâşî, ilgisizlik.

Bu durumdan âcilen vazgeçmeli. Bunun hiçbir parantezi, te'vili, kaçar göçeri yok. Okumak ve okumanın kalitesini yükseltmek için, ölçüleri evrensel insânî standartlara erişmek için beraberce çalışıp, didinip, çırpınmalıyız. Öncelikle bu sakat anlayışı, bu kör takozu önümüzden çekip atmalıyız. Doğru, güzel ve çıkar yol işte bu! İlim öğrenme heyecanıyla dolmalı içimiz. Her yeni kitaptan, dünyâ-âhiret saadeti adına ışıltılar devşirmeliyiz. Bakınız, Dr. Kemal Yeşilçimen ne der: "Bilgi çağında sonsuz bilgi ile karşı karşıyayız. Bu bilgi ummanı, bilimsel yöntemlerle elde edilen doğru ve güvenilir bilgiyle beraber, yanlış-yararsız ve hatta zararlı bilgiyi de içeriyor. Çağımızda önemli sorun, bilgi kıtlığı veya bilgiye ulaşmak değil, bilgi denizinde kaybolmadan doğru ve güvenilir bilgi adasına çıkabilmektir. İnternetin bilgi evreninde uçuyor olmamız bile toplum olarak ne düşüncelerimize bilimsellik katıyor, ne de günlük yaşantımıza ve davranışlarımıza. Bu uçsuz bucaksız bilgiye erişime rağmen sağlıklı bir yaşam tarzı kuramıyoruz." Yerden göğe haklı.

Hatırlıyorum, Muhterem Hocamız birgün, galiba Ahmet Selim veya Ali Çolak beyin, gazetedeki bir köşe yazısından bahsetmiş, "okudunuz mu!" diye sormuştu. Herhalde olumlu bir cevap alamayınca, "Ben, fikre hürmet için bunları okurum. Yapılan iyi bir iş, fikir mahsûlü bir çalışma ve emek var. Özenle yazılmış. Değer vermeli, okumalı, fikre hürmet etmeli." meâlinde bir yorumda bulunmuşlardı. Ama günümüzde, köşe yazıları olsun, bunca kitap olsun, tıpkı çocuk oyuncağı! Evlere giriyorsun, her yer kütüphane, tıklım tıklım kitap. Çok hoş tabii. Çok hoş da ya okuyan, ya biraz inceleyen, hürmet eden! Bir kitabın, belki iki-üç baskısı aynı evde var. Ama tek sayfası bile açılmamış ne yazık ki, bir köşeye atılıyor, meleklerin okuması bekleniyor herhalde! "İnternet" dersen bilgi çöplüğü. Faydalı faydasız herşey var. İnsan istese bir gecede iki-üç kitap hazırlar oradan. Ama israftan başka neye yarar!

Evet bu, günümüzün bir handikabı, yeni bir hastalığı. Bilgi ucuzlaştı, değersizleşti, sıradanlaştı. Tıpkı fotoğraf gibi. Hatırlar mısınız, fotoğrafın pahalı ve önemli olduğu günleri. Meselâ benim, küçükken çekilmiş bir-iki fotoğrafım var. Onları gözüm gibi korurum. Âilemizin hepsi o fotoğrafları bilir. Sonraları bu yeni digital makinalar çıktı, her şeyi fotoğraflıyoruz artık, ama anlamı kalmadı. Şimdiki nesillerin küçükken o kadar resmi var ki! Mübârek bebek emeklerken üç bin kez fotoğraflanmış! Ama hangisine merak edip de bakacağız? Ucuz ve bol; filimlerine de para vermiyoruz! Benzerinden binlerce var. Bu bir yönüyle güzel tabii. Ama ülfet hastası insanoğlu, bol şeylerin kıymetini bilemiyor. Bollaştıkça değerini yitiriyor. Fotoğraf meselesi bunun bir misâli.

Bu kadar mebzullük ve bunca kesret içinde "vahdet"i yakalayabilmek, mârifete erebilmek, işin özüne inebilmek lâzım. Bunca eser bizi, esas kaynağa götürüyor mu? Kur'ân'a, Kur'ân dâvâsına hizmete, Allah Resûlüne (Aleyhisselâm), hadîs-i şeriflere, fıkıha, siyere… Bizi ibâdette derinleştiriyor mu! Ağzımızı açtığımız zaman hikâye lakırdısı mı yapıyoruz, yoksa hakîkatlerden mi dem vuruyoruz! İki saat hikâyeyle insanları avutacağımıza, üç-beş hadis okusak, fenâ mı olur! Yoksa vakit doldurayım nev'inden, incir çekirdeğini doldurmaz şeylerle, sohbeti işgal etmek abesle meşgûliyet ve israftır. "Akşam anlatacak bir hikâye var mı Hocam" diyor birisi. "E bizim arkadaşlar ondan hoşlanıyorlar da..!" Allah aşkına, konu sıkıntısı mı çekiyoruz, o kadar anlatılacak şey, o kadar istifade edilecek kaynağımız varken! Hâlâ konu sıkıntısı çekiyorsak, burada bir problem var demektir. En güzel dokümanlara ulaşmak "tıklamaya" bağlı. Ama o, hikâye peşinde. Ha insanların hoşuna bunlar gidiyormuş! Peki daha başka önemli şeylerin hoşa gitmesi gerektiğini onlara kim öğretecek?
Meselâ, her bir beldede, her birimde müzâkere şeklinde birtakım konular, belli eserler tâkip edilebilir. Allah aşkına İngilizce'ye verdiğimiz değeri, öz değerlerimize neden veremiyoruz ki! İngilizce kursu oluyor da, ne bileyim müzâkere hâlinde bir ilmihâl neden mütâlaa edilmez! Kalbin Zümrüt Tepeleri'ni, anlaşılmaz deyip atıyoruz bir kenara! Allah aşkına, üç-beş arkadaş kafa kafaya verip, bunu anlamaya çalışamaz mıyız? Bunca bilgi ve belge arasında, neden hâlâ anlatım ve konu sıkıntısı çekeriz biz! Neden hâlâ sohbetlerimizi dolu dolu geçiremiyoruz! Hikâyenin yeri hikâye kadar; neden bir Hayâtü's-Sahâbe'yi hâlâ, ele alıp derslerimizde tâkip edemiyoruz! Halbuki temel kaynaklar bunlardı, yanlış hatırlamıyorsam!

Sorular uzayıp gidiyor. Ama çözüm bizde. Rabbim yâr ve yardımcımız olsun. Yeni müjdesini aldık, çok sevindik, Sızıntı başyazıları yeniden başlıyormuş. Hamdolsun, bu kudsî kurna, tekrar aynı yerden çağıldayacak. Büyük bir nimet. Ama ben yine de endişeliyim! Korkum şu, eskisi gibi yine bunun kadr-u kıymetini takdir edememek! Düşünmek lâzım, Müellif-i Muhterem, bir ara neden bırakma kararı almıştı! Ya bir daha olursa aynı şey, ne olur? O ince ruhlu insan daha ne desin! Bilenler ne çilelerle, nasıl doğum sancılarıyla özene bezene hazırladığını biliyorlar. Her ay insanı ve insanla ilgili en mühim şeyleri, avucunun içi gibi tesbit edip önümüze sunuyor. Aynı duyarlılık ve özeni hepimizin göstermesi gerekiyor. Yani meselâ, her ay çıkar çıkmaz, hattâ internete verilir verilmez, o yazıyı almalı, herkes önce kendisi bir güzelce okumalı, sonra bir kez daha, ama bu sefer biraz daha detaylandırarak, Pırlantalar'a, Risâle'lere ve temel eserlere atıfta bulunarak notlar alıp, kitaplar arasında mekik dokuma mahâreti göstererek, oya örme ustalığıyla hazırlanmalı. Sonra kafa dengi arkadaşlarla bir araya gelmeli, bir kişi yavaş yavaş ve seslice okumalı, alınan notlar orada müzâkere edilerek herkesin istifâdesine sunulmalı.

Bir metni anlamada, evrensel ve müsellem bir metot olan "müzâkere" sistemi çok önemlidir. Böylece bir nebze olsun anlaşılmış olur. Hele hele -varsa- biraz mürekkep yalamış birisinin refâkatinde, kafa kafaya gönül gönüle vererek yapılırsa daha verimli ve bereketli olur. Göz gezdirerek değil, akıl-beyin-gönül ve irâdeyi de kullanarak okumalı. Büyüklerimizin yöntemdir bu. Evet, alnımızdan emeğin ve gayretin terleri süzülecek, nefsâniyetin zulmet dehlizlerinden çıkıp, ufuksuzluktan kurtulup, ışığa-güneşe-aydınlığa doğru yürüyeceğiz. Gecikmeden, ertelemeden, fırsat eldeyken. Eninde sonunda bu olmalı. Takdir edilen sonuca, kitap okumanın ışıltılı dünyasına, heyecanla, sorumluluk şuuruyla ve dengeli bir şekilde ulaşmalıyız.

Hâsıl-ı kelâm, sevgili dostlar; hatalı bir olgunun içerisindeyiz, vesselâm. Medeniyetin getirmiş olduğu nimetlerin, teknolojinin esiri ve kurbanı olmadan, bunca nimetin şükrünü edâ etmeliyiz. Bütün bunları aşıp, gelenekteki usûlle kitap okuma, inceleme, istifâde etme konusunda daha ciddi olmalıyız. Yeni yeni çıkan kitapları, özenle okumalı, hadis ezberlemeli, önemli eserleri -sıradan bir gazeteyi göz gezdirir gibi değil de-, yutarcasına yeniden okumalıyız. Okumalı ve derslerimizi bunlarla doldurmalıyız. Tabii ki önce yanlış telâkkilere iyi bir format çekerek!

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.