İrticacı Olmak!

Seksenlerden önce en etkin suçlama aleti"komünistlik"ti. Komünistlikle itham edilen bir kişinin iflah olması çok zordu. Böyle bir kişi hem devlet hem de toplum nezdinde beklenmedik pek çok sıkıntıyla karşı karşıya kalabilir, başına bazı olaylar gelebilirdi. Tutuklanır, yargılanır, hapis yatar, vatan hainliğiyle suçlandırılabilir, gayet rahatlıkla karalanabilirdi.

Bizim sosyal ve siyasal tarihimiz devamlı düşman üretmekte ve bu düşmana karşı verilen mücadeleye sahne olmaktadır. Nerede ise bir türlü düşmansız yapamıyoruz. Düşmanın kimliği zaman zaman değişmekte, çoğu kez de uluslar arası konjonktür yeni düşmanlar edinmemize eşsiz fırsatlar sunmaktadır. Bu düşmanlar edinmemize eşsiz fırsatlar sunmaktadır. Bu düşman bazen yurt dışında, bazen de yurt içinde bulunmaktadır. Aslında düşmanların mekanlarının yurt dışı ve içi şeklinde ayrılması biraz zorlama bir çaba olarak gözükmektedir; çünkü tanımlanan düşmanların yurt için ve dışı bağlantıları da iyi kurgulanmakta olup "dış mihraklar" ve onların "içerideki maşaları" her zaman tercih edilen bir söylem biçimi olmuştur.

"İrtica" düşmanıyla tanışmamızın aşağı yukarı bir asra varan geçmişi var. II. Abdülhamit'in askıya aldığı Kanun-u Esası'yi tekrar yürürlüğe koymaya zorlanmasıyla temin edilen II. Meşrutiyet'in ilanından sonra ittihat ve Terakki'nin oldu bittileri ve Halife/Sultan'ın geleneksel konumunu sarsmaya yönelik politikalarının İstanbul halkında meydana getirdiği tepkinin bir sonuca olan 31 Mart Vakası, ilk defa siyasal dilimize "irtica" kavramını sokmuş ve İttihat ve Terakki yanlıları bu olayı "irtica" olarak değerlendirmişlerdir. "Şeriat isteriz!" diye haykıran Halife/Sultan yanlıları "mürteci" olarak damgalanmışlardır. 1909'da İttihat ve Terakki yanlılarınca yerleştirilmek istenen ulusçu, devletçi, baskıcı, Türkçü, Batıcı, pozitivist ve materyalist görüşler ve politikalar "Muasır" olarak görülüyor buna karşılık gelenekten yana yerel olanlar gerilik olarak değerlendiriliyordu. İşte o gün bugündür zaman zaman yoğunluğu farklı olmak üzere devamlı "irtica", "mürteci" gibi kavramları duymaktayız.

Cumhuriyet kurulduktan sonra iktidardakilerin izledikleri politikalara karşı çıkanlar, muhalefet edenler, iktidar kadroları gibi düşünmeyenler "mürteci"likle suçlandırılmışlardır. Bu kişilerin eylemleri, eğilim ve düşünceleri "irtica" olarak değerlendirilmiştir. Cumhuriyete, Atatürk'e, ilkelerine, onun hatırasına ve devrimlerine karşı olmak şeklinde değerlendirilmişler. Suçlandırılmış ve çoğu kez de mahkum edilmişlerdir.

İki yıldır "irtica" tartışmalarının akıl almaz bir suçlamaya, karalamaya, tahkir ve tezyife dönüştüğü bir dönemi yaşamaktayız. Nerede ise her şey "irtica" ile irtibatlandırılarak karalanmakta, "irtica" ile suçlandırılanlar toplumun, idarenin, siyasetin dışına itilmekte, köşeye sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. "İrtica" ile ilişkili görülen her şey Milli Güvenlik Konseyi'nin gündeminin baş köşesine yerleştirilmekte, çeşitli mücadele yöntemleri geliştirilmekte, planlar yapılmakta, yasalar Meclis'e sevkedilmektedir.

Muhtemelen beş on yıl sonra komedi yazarları bugünkü gazeteleri karıştırarak trajikomik senaryolar çıkaracaklardır. Önümüzdeki yıllarda tiyatro salonlarında "irtica" konulu güldürüler izlersek şaşmayalım.

Haftaya milyonlarca Müslüman'ın keseceği kurbanın derisi de irtica konusu oldu. Deriyi THK'na verirseniz "mütedeyyin samimi Müslüman" olduğunuzu hükmedilir, yok eğer kendi mülkünüzdeki deriyi başka bir yere vermek isterseniz "irticai faaliyet"te mi bulunmuş olursunuz? Mesela toplumun kendi gayreti ve çabasıyla inşa ettiği camiler de irtica ile ilişkilendirilmektedir. Camilerin artması "irtica"nın göstergesi olarak kabul edilip buna bir çekidüzen verilmesi tasarlanmaktadır. Başörtüsü ile sokakta dolaşırsanız, otobüse biner, parkta gezerseniz bir şey lazım gelmez; ama üniversite kampüsüne girerseniz cumhuriyeti ve laik düzeni karşı olduğunuzu göstermiş olursunuz! Dolayısıyla buna izin verilemez, çünkü bu bir "irtica" davranış olur. Mesela kravat takmıyorsanız, yakasız gömlek giyiniyorsanız, sakal bırakıyorsanız "irticai davranış"ta bulunmuş olursunuz. Sayın Ecevit, Fethullah Gülen'i savunurken "kendisi kravat takmıyor ama etrafındaki arkadaşların hepsi kravat takıyorlar.." diye dikkat çekmiyor mu?

Meclis'te "irtica"nın önüne geçilmesiyle ilgili bir dizi kanun tasarısı görüşülüyor. Hiçbirinde "irtica"nın ne olduğu tanımlanmıyor, yine keyfiliğin önü açılıyor. Bunlarla toplumun bir kesiminin iktidardan uzak tutulacağı hesapları yapılıyor, ama Türkiye'nin ne kadar geri götürüldüğü, dünyanın vardığı çağdaş düzeyin ne kadar gerisinde düşüldüğü hiç düşünülmüyor. Daha doğrusu bütün bu tartışmaların ve getirilmeye çalışılan tasarıların kendilerinin "irticai" bir görüntü verdikleri gözlerden kaçmıyor. Türkiye'yi yıllardır ve bugün çağdaş dünyanın ve gelişmelerin gerisinde tutanların faaliyetleri "irtica" değil de nedir?

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.