İş Adamlarına Kahramanlık Fırsatı

Eğitim Hizmetlerine Sahip Çıkmak Ne Demektir?

7. Kahramanlaşmak Demektir

Eğitime hizmet eden gönüller, yaşatmak için yaşayan kahramanlardır, evet. Edebiyat değil, kuru övgü hiç değil. Görünen köy kılavuz istemez. Manzara ortada: Millî kurtuluş ruhunun yeniden dirilişine şahitlik ediyoruz. Bizler canlı şahitleriz, şu cihan coğrafyasındaki eğitim-öğretim müesseseleri ve oralarda yetişen "arı nesil" de meydanda. Bu millî uyanış, isimsiz kahramanların eseri. Menfaatçiliğin, bencilliğin ve sekülerizmin, kısaca "para"nın kalplerde din haline geldiği bir modern dünyada, kalbindeki hak dini için parasını gözü kapalı (ama gönlü açık, eli açık) sarfedenden daha kahraman kim olabilirdi ki? Kahraman evet. Peyami Safa'nın ifade ettiği gibi: Kahraman, başkaları için yayaşan insandır, yaşatmak için yaşayandır. Bilvesile, iş adamlarının eğitime hizmet burslarıyla kahramanlaştığı bir mevsim sath-ı mailinde, 64 yılın hiçbir kelimesini eskitemediği bir makaleyi paylaşmak istiyorum. P. Safa, 18 Temmuz 1942 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'ndeki köşesinde "İş Adamı ve Kahraman" başlığı altında bakınız neler diyordu:

"Buhar makinesi doğduğu tarihtenberi bütün Anglo-Sakson dünyasında ideal insan tipini business man (iş adamı) temsil etmeye başladı. Sanayi kapitalizmi inkişaf ettikçe antikitenin kahramanları ve ortaçağın azizleri yerine petrol kralları, kömür kralları, otomobil kralları geçiyordu. Ütilitarizm (faydacılık) felsefesinin buharın keşfinden pek az sonra Bentham'dan J. Stuart Mill'e kadar İngiltere'de doğmuş ve parlamış olması bir tesadüf değildir. Muvaffakiyeti hakikatin yerine koyan pragmatizm felsefesinin de Amerika'da itibar kazanmasına şaşılmaz. Bilgiyi fayda'nın emrine veren, doğru mefhumunun yerine kazanç mefhumunu geçiren ve menfaati bir hak ve ahlak prensibi haline getiren lüpçü felsefe, bir Anglo-Sakson düşüncesidir, ki yüz elli senedenberi kahramanlığın ezeli manasını değiştirmek için olanca hamlesiyle çalışmıştır. Âmmenin menfaati lehine vermekten, canını bile vermekten üstün ideali olmayan kahramanın yerine, kendi menfaati lehine almaktan, başkasının canını almaktan bile üstün ideali olmayan iş adamı geçiyordu.

Kendini topluluk aşkına feda eden kahramanlar çağının kıymet sistemini değiştirip kurnazlığı destânî şereflerin yerine koyan bu faydacılığın kökleri, buharın keşfinden çok evvel ferdiyetçiliği filizlendiren rönesansa kadar dayanır. O tarihtenberi kahraman, kocayınca köpeklerin maskarası olan kurttur: Donkişot. Yeni çağ doğarken bu soysuzlaşan şövalye tipi hayranlık değil, kahkaha uyandırıyordu. Gitgide İngiltere'nin şairleri bile (Emerson – İnsanlığın mümessiller) nazik, zarif ve nikbîn bir rönesans tipine hasret çekiyorlardı.

Kahramanlar neslinin kurumasına razı olmayan büyük sanatkar ve filozoflar yok değildi: Almanya'da Wagner'in operaları, Promete, Herkül, Teze ve Homiros'un bütün kahramanları yerine Siegfrid'i, Hagen'i diriltiyordu. Fichte kahramanlar çağının ferağat felsefesini tazeliyor, Nietzsche uyuşuk ve kancık bir merhamet yerine mert ve dobra bir cesaret koyan, hesap ve ihtiyat yerine tehlike aşkı duyan üst-insan idealini getiriyor, "Beni büyük bir Avrupa harbinden sonra anlayacaklar!" diyordu.

Onun beklediği harb, en geniş çapında, şimdi olmaktadır. İki insan tipi çarpışıyor: İş adamı ve Kahraman. Geçenlerde Manchester Guardian adlı büyük İngiliz gazetesi: "İngilizler hiçbir zaman asker bir millet olamamışlardır" diye yazdı. Halbuki İngilizler de şimal ırkındandırlar ve Walkyries efsanesinin çocuklarıdırlar. Carlyle Kahramanlar adlı meşhur kitabında hayatın utilitaire (faydacı) telakkisinden nefret ettiğini ve hayatın kökünde yalnız uluhiyet ve yalnız kahramanlık bulduğunu söyler. İngiliz mütefekkiri, harb meydanında ölmemeği yüz kızartıcı bir ayıp sayan ve tabii ölümle öleceklerini sezdikleri zaman etlerinde rkendi elleriyle yaralar açan İskandinav kahramanlarına hayrandır; fakat onun modern kahramanı bu en yüksek derecede ferağat vasfını kaybederek hıristiyanlığın merhameti içinde yumuşamış ve incelmiş görünüyor.

İş adamıyla kahraman arasındaki tezat, müspet ve menfi kutuplar tezadıdır: İş adamı kazanka, kahraman kazandırmak ister. İş adamının kendi kazancı memleketinin menfaatinden evvel gelir; kahramanın gözünde memleketin kazancı, kendisine ait bütün menfaatlerden, haklardan ve keyiflerden üstündür. İngiliz mütefekkirinin söylediği şey her kahraman için doğrudur: "Ruhsuz bir dünya ve idealsiz bir hayat iğrençtir." Faydacı Anglo-Sakson felsefesi işte bu imanı yıktı.

Güzel bir dava için kelleyi koltuğunun altına alanlardan mürekkeb olmayan bir dünyanın pis havası kahramanın ciğerine ağır gelir. Bu havayı, altın hırsıyla, zina teriz ve içki kokusuyla, boğucu lüks ve sefahat gazıyla dolan bu zehirli havayı boşaltmak, hayattan üstün ideallere pencereler açmak lazımdır; genç nesillere şimdiden anlatmak lazımdır ki ideal için ıstırap çekmek zevktir; ideal için düşmek yükselmektir; ideal için ölmek yaşamaktır.

Bu dünyanın efendileri, tefecileri, borsa düzenbazları ve milyonerler değil, son yüz elli senelik istisnasıyla bütün insanlık tarihinde görüldüğü gibi, yalnız kahramanlar olacaktır. Buna inanmayanlar, kahramanlar soyundan gelen ve efendiliğini her zaman muhafaza eden Türk milletinden değildirler." [Peyami Safa, Eğitim-Gençlik-Üniversite (Objektif: 7) s.65-67, 4. Basım, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1999].

Sözü daha gayri dolaştırmadan bağlayalım: Bugün dünyanın dört bir tarafında Anadolu Müslümanlarının mutlak hakikatin ışığı altında verdikleri eğitim ve öğretim, evet o zorlu eğitimin gözleri yaşlı, alınları terli ve gönülleri dertli çilekeşleri, bu çağın kahramanlarıdırlar, bunda şüphe yok. Anadolu'nun ferah-feza havasını bırakıp Afrika'nın kavurucu sıcaklarına revan olan öğretmen, kahraman değildir de kimdir kahraman? Evden okula, okuldan eve, geçim için çalışanlar mı? Akdeniz'in harikülade iklimini terkedip de kutupların dondurucu atmosferine yol vuran eğitimciye eğer kahraman demiyecek isek, kime diyeceğiz? Adriyatik'ten Çin seddine, Anadolu bir kere daha kahramanlar doğurmuştur. Ana-dolu topraklardan nice babayiğitler zuhur etmiştir. İnsanın ta kendisini yetiştiren o yetişkinler topluluğunun destanlarını yazmaya kalemşörlerin hızı yetişememektedir. Destan yazmaktan önemlisi, o destanı yaşamaktır. Vermek için kazanan kahraman işadamları, "onlar öyle yiğitlerdir ki, ticaret, ne alım ve satımlar, onları Allah'ı anmaktan, namazı hakkıyla ifa etmekten, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin dehşetten halden hale döneceği, alt üst olacağı bir günden endişe ederler. !.." [Nur, 24/37].

Britanya topraklarında geleceğe dair kahramanlık türküleri mırıldanan bu iman ve amel fukarası ise, kurtuluşunu, şu kıt'alar üstü tuğla tuğla örülen civanmertlik ümranında bir moloz olabilme hülyasına bağlamış öylesine biridir, o semahat yarışının şehsuvarları arasına kalemiyle iştirakle nasiplenmek isteyen sıradan, belki de sıra-altı birisi...

Bugün Peygamber Gelseydi, Ne Yapardı?

8. Peygamber Misyonuna Varis Olmaktır

Bugün bir peygamber gelmiş olsaydı, acaba ne yapardı, nasıl bir yol tutardı? Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa veya Hz. Muhammed Mustafa aleyhimüsselam gelmiş olsaydı... Bu soru, hayatî bir sorunu çözen sorudur. Cevabı, hayatımızı üzerinde yürüteceğimiz yol haritasının koordinatlarını veren sorudur. Sahiden, eğer bir peygamber gelmiş olsaydı, bu çağda nasıl bir güzergâhı takip ederdi acaba? Peygamberlerin hayatlarının ortak paydaları toplandığında ortaya çıkan sonuç bize bu sorunun cevabını verecektir. Ayrıntılar ayrı zamanların ve farklı kavimlerin peygamberi oluşun gereği, takılmaya gerek yok. M. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin kaleminde özetle bu gayeleri şöylece görebiliriz:

Kulluk: "Peygamberin gönderiliş gayesi, insanın yaratılış gayesiyle aynı noktada birleşir. O da Allah'a kul olma çizgisidir. Cenâb-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk yapsınlar diye yarattım." (Zâriyât, 51/56) buyurulmuştur. (...) İşte peygamberler bize, bu sırlı yolu göstermek için gelmişlerdir. Âyette: "Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona; 'Benden başka ilâh yoktur; o halde Bana kulluk edin' diye vahyetmiş olmayalım." (Enbiya, 21/25) denilerek bu hususa işaret edilmiştir. Diğer bir âyette de: "Andolsun Biz, 'Allah'a kulluk edin, tâğuttan sakının' diye her millete bir peygamber gönderdik. Allah o insanlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı için de sapıklık hak oldu. Öyleyse yeryüzünde gezin de görün. Hakk'ı yalanlayanların sonu nasıl olmuş?" (Nahl, 16/36) denilerek, yine peygamberlerin gönderiliş gayesi putlardan sakınıp, Allah'a kul olma yolunda insanlara önderlik yapma hikmetine bağlanmıştır.

Tebliğ: Peygamberlerin gönderiliş gayelerinden bir diğeri ise, dini tebliğdir. Eğer onlar gelmeseydi bizler, ibadete ait meseleleri bilemez, emir ve nehiyleri hiçbir zaman alamaz ve mükellefiyetlerimizi kavrayamazdık. (…) Buna kısaca "risalet vazifesi" de diyoruz ki, bütün peygamberler aynı mesajlarla gelmiş ve teferruatta farklılık olsa bile ana meselelerde hep aynı şeyleri söylemişlerdir.[1] İşte, nebîlere ait bu umumi gaye ve vazife Kur'ân'da şöyle dile getirilir: "Onlar (peygamberler) ki, Allah'ın gönderdiklerini tebliğ ederler, O'ndan korkarlar ve Allah'tan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah yeter." (Âhzab, 33/39). .. B u mevzuda, Efendimiz'e şöyle seslenilir: "Ey Resûl! Rabb'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez." (Mâide, 5/67).

Güzel Örnek: Peygamberlerin gönderiliş gayesi olarak söyleyebileceğimiz diğer bir husus da, onların ümmetlerine güzel birer örnek olma keyfiyetleridir. Allah (cc), Kur'ân-ı Kerîm'de: "İşte onlar Allah'ın hidâyet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy!" demektedir (En'âm, 6/90). Düşünmeli ki Efendimiz'e dahi, kendinden evvel geçmiş peygamberler isim isim sayıldıktan sonra onlara uyması söylenmektedir. Zaten bizlere de Kur'ân-ı Kerîm şöyle seslenir: "And olsun, size, Allah'ı ve ahiret gününü umanlara ve Allah'ı çokça zikredenlere Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır." (Ahzâb, 33/21). Peygamberler bizler için bir önder ve imamdır. Namazda imama uyduğumuz gibi, hayatın her bölümünde de O'na iktidâ ederiz. Zira bizler için gerçek hayatı O ve diğer nebîler temsil etmişlerdir.

Dünya-Ukba Muvazenesini Temin: Peygamberler dünya ve ukbâ muvâzenesini kurmak için gelmişlerdir. Onların getirdiği muvâzene ile insanoğlu ifrat ve tefritten kurtulacak ve istikameti bulacaktır. (…) Kur'ân-ı Kerîm bu dengeyi şu şekilde anlatır: "Allah'ın sana verdikleri ile ahiret yurdunun peşinde ol, dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsanda bulunduğu gibi sen de ihsanda bulun; yeryüzünde fesad peşinde olma. Şüphesiz ki Allah bozguncuları sevmez." (Kasas, 28/77). Bu ilâhî dengenin bir tarafında, "Rabb'inin nimetlerini anlat da anlat." (Duha, 93/11) hakikatının anlattığı kefe, diğer tarafında da "Sonra kasem olsun, o gün bütün nimetlerden sorulacaksınız." (Tekasür, 102/8) âyetinin ikaz dolu ifadesiyle anlattığı kefe vardır. Ve, işte muvâzene bu ölçüler içinde korunacaktır!

İtiraz Kapısını Kapatmak: Peygamberler insanların ahirette, Cenâb-ı Hakk'a karşı herhangi bir itiraza hakları kalmasın diye gönderilmişlerdir. Bir âyet bu hususu şöyle anlatır: "Müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler (gönderdik) ki insanların, peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah Azîzdir, Hakîmdir." (Nisa, 4/165). (…) Her peygamber insanları inandırmak ve inanmayanların da bahanelerine meydan vermemek için bir kısım mu'cizelerle gelmiştir. Efendiler Efendisi ise, bütün peygamberlere ait mu'cizelerin hepsini getirmiş ve mukteda-i küll olduğunu göstermiştir. (..) Artık bundan böyle kimsenin itiraza hakkı yoktur. (…) Ayrıca önemli bir nokta da Cenâb-ı Hak, "Biz peygamber göndermedikçe azab edici değiliz." (İsra, 17/15) buyurmaktadır. Demek ki peygamberler gönderildiği için mizan ve terazi kurulacak ve kimsenin mazeretine bakılmadan herkesin hesabı sorulacaktır." [M.Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, 1/66-80, Nil Yayınları, İzmir, 2004].

Evet bu beş gaye ile gönderilen Peygamberlerden bir tanesi bugün gelmiş olsaydı, bütün bu maksatları gerçekleştirmek için yine geçmişteki bütün peygamberler gibi eğitim ve öğretim yolunu, bütün teknolojik imkanları da değerlendirerek en geniş çapta inşa edecek, insanların kalabalıklar halinde akın ettikleri geçitlerin başını tutacak ve her türlü resmî yahut sivil talim-terbiye metotlarını kullanarak sözkonusu beş maksatlı misyonlarını ifa edecek idi. Şer'î maksatlar beş tane olduğu gibi, peygamberlerin de beş gaye ile gönderilmiş olması manidardır.

Eğitim ve öğretim de temelde Allah'a layık bir kul yetiştirmeyi esas alır. Hakk ü hakikati tebliğ etmeyi ödev edinir. Güzel örnek olmayı görev bilir. Dünya-ukba dengesini temine yardımcı olur. "Biz bilmiyorduk!" mazeretini ortadan kaldırma istikametinde cihanın en soğuk ve en sıcak kara parçalarına kadar, donmayı ve yanmayı göze alarak bir eğitim seferberliği tertipleyen Anadolu gönüllüleri, netice itibariyle aynı zamanda mezkur beş nebevî maksada hizmet etmek suretiyle peygamberâne bir misyon görüyor değiller mi? Elbette ki... Hazreti İsa'nın lisanıyla "Allah'ın davasında benim yardımcılarım kimlerdir?" diye soran peygamberlere "Allah'ın dininin yardımcıları bizleriz!" cevabını veren Havariler misali, aynı kutsal vazifenin ahirzaman uzantısını şahs-ı manevi (tüzel kişilik) olarak üstlenmiş bulunan yardımcılar (nebevî eğitimin emekçileri), o Havâriyyûn'un, o Ensâr ve Muhacirûn'un günümüz izdüşümleri değiller midir?

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.