Boyundan büyük günahlar
Sizin de kendinizi zaman zaman ip cambazı gibi hissettiğiniz oldu mu? Yeri geldiğinde bir yandan yere düşmemek için sürekli dengede kalmaya çalışan ama hedefe varma gayesiyle sendeleyerek de olsa yürümeniz gereken bir durumla her gün belki de her saat karşılaşmadınız mı? Zira yolu her şekilde ayrımlara çıkan, sağ ve sol duyularının sürekli çatıştığı, dahası 7/24 uyumayan bir nefisle mücadele etmek zorunda değil mi insan? Bu sebeple inandığımız değerler bize sürekli ihtiyat dairesinde bulunmayı öğütlemiyor mu? Ya da problemlerin çözümünde aklın yolu hep ifrat ve tefrit arasında bir noktaya çıkmıyor mu? İşte Emr-i bi'l ma'ruf nehy-i an'il münker ile sorumlu olan insan, Yaratıcısı'nın koyduğu buyruk ve yasaklara itaat etmeye çabalarken de aynı dengede durmaya çalışıyor. Ayaklarının sağlamlığından hiçbir zaman emin olamayacağı için günde beş vakit hem de defalarca sırat-ı müstakim üzere kalma temennisini dile getirişi de, daha dünyadayken sırat köprüsünde yürüyormuş gibi yaşama çabası da bu sebepten. Zira günahın uygulaması kolay, neticesi kötüyken; sevapların uygulaması daha zahmetli ama neticesi güzel olduğu için bu ters orantı, insanda kısmî yanılsamaya yol açabiliyor. Bunun sonucunda ise günah-sevap ayrımını gözden kaçırma veya içine düşülen hatayı hafife alma ihtimali doğuyor.
Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) "Cennetin etrafı mekarihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) sarılmıştır. Cehennemin etrafı da şehevî (nefsin arzuladığı, cazip) şeylerle sarılmıştır." demesinin sanırız en önemli hikmetlerinden biri de bu ters algıyı doğrusuna kanalize etme fikri. Nitekim insanoğlunun günaha düşmeme gibi şansı yok. Dolayısıyla hepimiz ister küçük ister büyük olsun bir şekilde ona bulaşıyoruz. Zira ismet, yani günahsızlık sıfatı sadece peygamberlere mahsus. Fakat bu durum bizim günah işlememizi sadece olası hale getirebilir, asla normalleştirip kesin ve ulaşılması gereken bir sonuç şekline dönüştüremez. Aksi takdirde "Battı balık yan gider" düşüncesiyle insanın aşağıların da aşağısına düşme ihtimali belirir. Zaten bir fiil dinen ister küçük isterse büyük günah şeklinde nitelendirilsin, bu onun Rabb'in hoşnut olmayacağı ve yasakladığı haram bir davranış olma gerçeğini değiştirmez. Sadece kişinin onun neticesinde girdiği vebal ve alacağı ceza farklılık arz eder.
Kaldı ki küçük günahlar dahi nihayetinde birike birike heyula gibi önümüze çıkmıyor mu? Gelgelelim insan kendine acıdıkça, "Kaygı bünyeye zarar" deyip işlediği hataların vicdan muhasebelerinden kaçtıkça tövbe kapısını unutuyor. Allah'ın rahmeti geniş, amenna. Ama buna mukabil bizim kalplerimiz tertemiz, amel defterimiz sağlam olmadığına göre herhangi bir hata neticesinde o rahmet kapısını tövbe ile çalmamız gerekmiyor mu? Fakat buna rağmen bırakın kapının tokmağına dokunmayı, biz girişin önüne günahlardan teşekkül bir barikat kurup kendimizi dışarıda, yılanların-çıyanların arasında bırakıyoruz. Sonra nasıl oldu da bu korkunç varlıklar içimize girdi diye düşünüyoruz. Halbuki Fethullah Gülen Hocaefendi'nin ifadesiyle gerçekten inanmış ve rüşte ermiş bir müminin, işleyeceği her günahla, kendisine bahşedilen iman kristalinin kirleneceğine, hatta çatlayacağına inanması gerekiyor. Böylece kişi, her an sırtındaki o Kafdağı'ndan daha ağır yükle Rabb'inin huzuruna gitmeyeceğine dair elinde bir senet olmadığı için tövbe ve istiğfarla arınma ameliyesini tehir etmemiş oluyor. Ve günaha bir dakika bile ömür bağışlamanın kendi aleyhine olduğunun idrakine varıyor. Zira tövbesi geciktirilen her günah, yenisine davetiye çıkarabilir. Bu sebeple nasıl mekanik bir araba bile en yağışlı ve kaygan zeminde fren yapıp yoldan sapmayabiliyorsa, insanın da imanla filizlenen ve ibadetle şekillenen otokontrol mekanizmasını tehlike anında devreye sokması gerekiyor. Böylece hem büyük hatalara düşülmeyen kontrollü bir sürüş sağlanıyor hem de ufak bir dikkatsizliğin boyundan büyük kazalara yol açması engellenmiş oluyor.
- tarihinde hazırlandı.