Şehribanu Nine'nin Hatıraları

1915 yılları idi. Ben küçük bir kız çocuğu idim o zamanlar. Bu hain Ermeniler şimdi olduğu gibi o zamanlar da her fırsatta bize saldırıyor, çoluk-çocuk demeden kesip geçiyorlardı bizi. O hainler komşu devletlerden her türlü destek ve yardım aldıkları halde bize ise kimse yardım etmiyordu. Her gün akıl almaz felâketlerle karşılaşıyorduk. Ama sesimize ses veren yoktu maalesef... Nihayet Allah, ahu nalelerimizi ve dualarımızı kabul etti. Sabahın birinde tüm Karabağ'a bir haber yayıldı... ''Türk kardeşlerimiz bize yardıma gelmiş...,'' ''Osmanlı askeri bizi kurtarmak için gelmişler...'' en kısa zamanda Osmanlı askerleri bu düşmanları temizleyip topraklarımızdan attılar. Ama bu sevincimiz fazla sürmedi. Birkaç sene sonra da kafir bolşevik hükümeti geldi. Yüz binlerce insanı kesip geçtiler. Yüz binlerce insanı da Sibirya'ya, Kazakistan'a vs. sürdüler... Bizim de nasibimize Kazakistan sürgünü düştü. Babamla annem sürgünde vefat etti. Çocuklarımın babasıyla da sürgünde evlendik. O zaman babam yaşıyordu... O felaket ve acı dolu yıllarda bile herkes ''... Neler oldu?, Türk kardeşlerimiz bizi unuttular mı?..'', ''Ne zaman Osmanlı askeri gelip de bizi kurtaracak?..'' diye hep o günleri özlüyordu. Ama özlenenler, ama beklenenler gelmiyordu bir türlü...

Yeniden Vatana Dönüş

Cellad Stalin gittikten sonra ancak vatanımıza dönebildik... Oğlumuz Ahmet'in de okula gitme zamanı gelmişti. 25-30 sene önce karanlık bir gecede annem ve babamın evimizin köşesine gömdükleri Kur'an kitaplarını çıkardığımızda sanki dün gömülmüş gibiydi... Bir gün çocukların babası eve bir resim getirdi. Uzun uzun baktıktan sonra evin çatı katında sakladığımız Kur'an ve dini kitapların arasına koydu. Ben, ''O kim?'' diye sorduğum zaman sağa sola bakarak birilerinin duyabileceğinden korkarcasına ''Kemal Paşa'' hazretleri diye cevap verdi. Ve o günden sonra her perşembe akşamları kendi odasına saklanarak bütün geçmişlerimizin ve özellikle de resmini önüne koyduğu paşa hazretlerinin ruhuna Yasin okurdu... Çocukların babası da 80 yılında vefat etti. Son nefesinde de bir şeyler sayıklıyordu. Kulaklarımı daha da yaklaştırdım... ''Mutlaka gelecekler... gelecekler''...diyordu. Ama özlenenler, ama beklenenler bir türlü gelmiyordu.

"İşte Geldiler..." Müjdesi

Ermeniler bizi yine sırtımızdan vurdular. Oğlum 93 senesinde şehit düştü. Karabağ işgal olundu, binlerce insanımız, çoluk ve çocuğumuzu katledildiler. Evimizden, yurdumuzdan çıkarıldık, bin bir felaketten sonra buraya yerleşebildik. Altı tane yetim torunumu beslemek sanki azmış gibi ben de gelinime ayrıca bir yük oldum. Talihsiz gelinim de bizi geçindirmek için gece gündüz demeden çalıştı, çalıştı ve sonunda yataklara düştü. O zamanlar büyük torunum Yusuf'un on beş yaşı vardı. Savaştan önce okul birincisi idi. Ama artık o da küçük kardeşi ile annesine yardımcı olmak için kâh sağda -solda hamallık yapıyor, kâh da amelelik ediyordu. Ben de yavrularıma daha fazla yük olmamak için hep ''Allah'ım canımı al...Artık beni yaşatma''...diye dualar ediyordum. İşte böyle sıkıntılı ve ızdıraplı günler devam ederken bir gece rüyamda çocuklarımın babasını gördüm. O çok neşeli idi. Sanki sevincinden uçuyorcasına bana ''Şehribanum işte onlar... işte geldiler...'' diye haykırıyordu. Gece gördüğüm rüyanın tedirginliği içinde sanki olacak bir şeyleri beklerken, birden torunum Yusuf'un çığlıklarını duydum... ''Nineciğim onlar geldiler.. geldiler... Ben istasyonda yük taşırken bana yaklaştılar. Yüküme yardımcı olup benimle tanıştılar. Onların sorduğu bütün matematik sorularını cevaplayıp bütün matematik sorularını cevaplayıp bütün denklemlerini çözdüm. Adresimizi aldılar. İki saat sonra gelecek, beni okutmak için alıp götürecekler nineceğim...

Nasıl geçtiğini bile fark edemediğimiz iki saat. İşte onlar idi... Onlar...İki delikanlı genç... İşte onlar... Yetmiş seneden beri özlemleri nesillerin sinelererini yakıp yıkan onlar... Her Perşembe akşamları ruhuna Yasin okunan paşa hazretlerinin evlatları, hatırlandığı zaman gözleri yaşartan Osmanlı'nın torunları...

Onlar vaat ettikleri gibi iki gün sonra yeniden geldiler. Ama bu kez üç kişi idililer. Arabaları da dolu idi. Hepimize ve hatta komşulara bile bir sürü hediye ve erzak mahsulleri getirmişlerdi. Torunum Yusuf'a getirdikleri takım elbise de ona çok yakışmıştı. Ayrılırken ayrıca bir poşet daha verdiler. İçlerinden biri "Geçen kez buradan sonra hastaneye uğrayıp doktorla görüştük. İşte bu yengenin ilaçlarıdır..." dedi.

"Bizim İçin Ağlayan Hoca..."

Şehribanu nine bütün bu olup bitenlerin bir rüyaymış gibi anlatıyor ve bazen heyecan, bazen neşe, bazen de gözyaşlarına da boğulurdu. Ama bütün bunlara bakmayarak dikkatimi çeken bir şey daha vardı onda. Evet yaşının seksen küsürlere gelmesine, saçlarının kar gibi beyazlayıp, belinin bükülüp, gözlerinin ferinin gitmesine, biraz da hafızasının zayıflamasına rağmen hâlâ da ruhen canlı ve güçlü görünüyordu Şehribanu nine.

Torunu Yusuf'un üç günlük izne geldiğini, aradan geçen bu altı ayda mektebinin en başaralı öğrencilerinden olduğunu, sık sık ödüller aldığını da söyledi büyük bir sevinç duygusu içinde. Hem de iyi burs aldığını, bu burs ile de ailesine büyük katkıda bulunduğunu, hasta annesinin ilaçlarını kesintisiz olarak temin ettiğini ve Allah'a şükürler ederek artık gelininin de iyileştiğini ilave etti bunlara. Tahminen bir ay önce Yusuf'un okuduğu mektebe Türkiye'den devlet adamlarının geldiğini, öğrencilerle görüşüp tanıştıklarını ve onlardan çok memnun kaldıklarını da orda duydum Şehribanu nineden. Ve sonra şöyle devam etti. Her namazdan sonra "Allah'ın sen Türk devletine ve Türk hükümetine kuvvet ver. Onu bize fazla görme. Türk ordusu ve Türk askerini her zaman muzaffer kıl. Bizi, Türkiye'den uzak düşürüp bizi yalnız bırakma. Türkiye'nin büyüklerine güç ve sağlık ver..." diye dua ediyorum. Yusuf'un dediğine göre; Türkiye'de insanlar hep bizi düşünüyormuş. Reiscumhurun, başnazırın ve başka büyüklerin de bize nasıl yardımcı olabilmek için çalıştıklarını söylemişler, Türkiye'den gelen devlet adamları da. Hem de Türkiye yakın zamanlarda yeni yeni mektepler açıp bütün çocuklarımızı bedava okutacaklarmış. Şimdi bunun için çalışıyorlarmış. Özelliklede İstanbul'da bir hoca varmış. Yusufçuğum diyor ki: Bizi o okutuyor, maaşı ve kazandığı paraları bize gönderiyor. Kendisinin de evi barkı bile yokmuş, hiç evlenmemiş de. Hep bizi düşünüp ağlıyormuş..."

Şehribanu nine çadır evinin köşesinde oturmuş olduğu yatağının baş tarafına doğru eğilerek temiz bez parçasına sarılmış kitaplardan birini aldı ve sayfalarının arasında bir şeyler arayarak şöyle devam etti: Yusufçuğum geçenlerde geldiğinde o hocanın bir gazeteden kesilmiş resmini de getirmişti. Ben de o resmi alıp paşa hazretlerinin de resmini sakladığımız bu kitabın arasına koydum. "İşte bu...'"dedi. Resmi bana uzattı. Alıp bir süre baktım. Evet bu idi. O... Azerbaycan için ağlayan hoca... Yani Fethullah Gülen'di...

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.