Fethullah Gülen Muamması...
1982 Anayasası, neresinden bakılırsa bakılsın, neresi çekilirse çekilsin artık çok dar geliyor. Pantolonun beli çatlıyor, orasını dikiyorsunuz bu defa ceketin sırtı patlıyor.
Diğer ilginç bir gelişme, bazı kavramların tartışılmamasına rağmen yaşanır olması.
Örneğin, tekke ve zaviyelerin kapatılması ile ilgili yasa hala geçerli, ancak tekke ve zaviyeler de hala çalışıyor. Görmezden gelinilen bir gerçek...
Diğer bir gerçek, İslam'a ağırlık veren grupların giderek artan şekilde geliştikleri, serpildikleri ve güçlendikleri...
Bunlar İki Gruba Ayrılıyorlar...
1. Siyasal İslam'ı kendilerine ideoloji olarak seçenler toplumu İslamileştirmenin yolunu "cihad" ile deniyorlar. Yani, İslami bir devrim peşinde koşuyorlar. Çağdaşlıkla kavga ediyorlar. Demokrasiyi benimsediklerini ileri sürmelerine rağmen, hiçte demokratik olmayan bir yaklaşım içinde hareket ediyorlar.
2. Diğerleri ise, geleneksel İslami savunuyorlar. Yani bireyin dine önem ve öncelik vermesini sağlamaya çalışıyorlar. Toplumlarda radikal değişiklikler yaratmak peşinde değiller. Zamanla, anlatarak, eğiterek İslami anlayışı bireye indiriyorlar. Kavga yerine hoşgörüyü, uzlaşıyı tercih ediyorlar..
Bu iki yaklaşım arasında karşılıklı ve sert bir eleştiri kampanyası sürüp gidiyor.
Fethullah Gülen ikinci gruba giriyor
Fethullah Gülen'in etrafını çevirenler ikinci gruba giriyorlar.
İslami rengi ağır basan bu cemaat 3-4 milyonluk bir topluluğu etkiliyor.
Vakıflarıyla, medyası, ticaret-finans kurumları ve eğitim kadrolarıyla çok etkin bir dev mekanizma oluşturulmuş.
Kendine özgü, yumuşak yaklaşımlı bir mekanizma.
İşte sorunlar da, bundan kaynaklanıyor.
Fethullah Gülen'i çözemiyoruz.
Bir türlü damga vuramıyoruz.
Oysa, alışkanlığımız var. Ya irticacı, yani kötü veya laik yani iyi damgası vuramazsak rahat edemiyoruz. Ya din devleti kuracağına karar vermeliyiz veya cumhuriyetçi ve Atatürkçü olduğuna inanmalıyız.
Hepimizin içini bir kurt kemiriyor.
Fethullah Gülen'e net bir damga vuramamanın sıkıntısı içindeyiz.
Fethullah Gülen'i 'çözmenin' güçlüğü
Kafamızdaki tipik irticacı değil.
Kavgacı, dayatmacı kimliği de yok. Veya bize göstermiyor. Hoşgörülü diğer dinlere el uzatan bir kimlik sergiliyor.
Ama yine de içimizdeki o kurt varya...
Ya gizleniyorsa, ya gerçek yüzünü göstermiyor ve ilerde sürpriz yapıp bir din devleti kurma peşinde koşuyorsa...
Bu şüphe herkesi mahvediyor...
Tabii böyle oldukça da, ne biz rahat edebiliyoruz ne de karşımızdakileri rahat ettiriyoruz.
Salı akşamki 32. Gün işte bütün bu gerçekleri ortaya çıkardı.
Fethullah Gülen'i en yakından tanıyan iki incelemeci Nevval Sevindi ve Oral Çalışlar'ın değerlendirmeleri de aynı kuşkuları taşıyordu.
Şimdi hepimizin yanıt araması gereken bir soru ile karşı karşıyayız:
"Dini ön plana çıkaran kişilerden oluşmuş faaliyetleri hemen irtica diye damgalayıp, din devleti kuracakları varsayımına dayanıp darmadağan mı etmeli, yoksa kendi inandığımız dünyanın güzelliklerini anlatmak için daha fazla mı çaba harcamalıyız."
Bu soruları dengeli biçimde yanıtlayabildiğimiz taktirde, önümüz açılacak ve istikrar sağlanabilecektir. Aksi halde gerginlik ve kavgadan kendimizi kurtaramayacağız.
Ben, "başkalarıyla kavga etmekten çok laik ve demokrat Türkiyemize sahip çıkalım. Onu yüceltelim ve topluma benimsetelim" derim.
- tarihinde hazırlandı.