Namus Belasına Gardaş

Cem Karaca, vasiyeti üzerine dün tekbir sadalarıyla ebedî aleme uğurlandı. Alkış istememiş merhum. Küçük bir camiden, tekbirler ve dualarla son yolculuğuna çıkmayı vasiyet etmiş. Yattığı yer nurla dolsun, tekbirler onu hiç yalnız bırakmasın.

Her ölüm bir demet çağrışımdır; acıların sökün edip geldiği, sevinçlerin meltem olup ruhlarımızı kuşattığı çağrışımlar... Cem Karaca, uç noktaların ahengi, zıt kavramların uyumuydu.

Bir zamanlar solun sembolüydü o. Aslında kendini "ezilenler" arasında gören herkesin tok ve heybetli sesiydi. 80 öncesinde solun bayraklaştırdığı, sağın gizliden gizliye hayranlık duyduğu bir adamdı o. "Tamirci Çırağı" hangi yürekte iz bırakmadı ki !

12 Eylül darbesi, her gençten, her aydından bir şeyler alıp götürdü. Onurunu, idealini kaybetti bir nesil. Bir yanlışın başka bir yanlışla düzeltilmesiydi darbe. Sekiz yıl yurtdışında "hep kahır, hep kahır" demek zorunda kaldı. Zamanla sürgün, iç âlemine doğru yaptığı bir hicrete dönüştü. Kendini keşfetti. Türkiye'ye döndüğünde Nokta Dergisi'ne verdiği röportajda bu iç seyahatini anlatıyordu. Özetle diyordu ki: "Avrupa'da aydınlar gördüm, onlarla beraber oldum. Fark ettim ki adamların kimlik problemi yok. 'Sen kimsin?' sorusuna 'sosyalistim, demokratım' demekle yetinmiyor 'Alman'ım, Fransız'ım..' diyebiliyor. Hatta bu kimliklerinin yanına 'Hıristiyan'ım' cümlesini eklemekte mahzur görmüyor."

İşte Cem Karaca'nın kendini keşfetmesini sağlayan tablo buydu. O zamana kadar "Ben kimim?" sorusuna cevap vermekte zorlanıyordu ünlü sanatçı. Aynı röportajda arayışına son noktayı şöyle koyuyordu: "Ben Cem Karaca, Müslüman ve Türk olan Cem Karaca."

Statüko bu duruşa tahammül edemedi. Alnına "dönek" yaftasını vuruverdi. Oysa o, baştan beri hep aynıydı; kendini arıyordu, hakikati arıyordu. Ona bulduğu kimliği yakıştıramadı uç noktalarda ahkam kesenler. Annesinin Ermeni, babasının Bektaşi olmasını diline dolayanlar oldu. O hiç aldırış etmedi. 12 Eylül onu vatandaşlıktan çıkarmıştı; Turgut Özal bağrına bastı. Bunu da içine sindiremedi statüko. O, 'Zaptiye zap zap, raptiye rap rap, rep rep' şarkısıyla darbecilerden öcünü aldı.

Dedeman Otel'de Fethullah Gülen ile bir araya geldiğinde flaşlar patlıyor, sorular yağmur gibi yağıyordu. Onu Hocaefendi ile birlikte görmek istemiyordu kurulu düzenin baronları. Eleştirilere verdiği cevap Karaca'nın karakterini de ortaya koyuyordu. "Fethullah Gülen ile ilk defa bir araya geldim. Gözlerini gözlerimin içine dikmiş samimi bir insanla karşı karşıya olduğumu hissettim. Böyle bir insanla görüşmekte ne sakınca olabilir." diyordu. Rock'ın efsanevi sembolü, –tıpkı Fethullah Gülen gibi– sözlerin değil, gözlerin ışıltısına inanıyordu...

Onunla özdeşleşen çok şarkı var; asla unutulmayacak. Beyaz Atlı, Kara Yılan, Parka, Ceviz Ağacı, Kendim Ettim Kendim Buldum... Kanaatim o ki sonsuzluğa emanet edilen şarkılarının başına Namus Belası'nı yazmak gerekiyor. Anadolu'da sıkça görülen namus davaları üzerine söylemişti bu şarkıyı. O, fikrin namusuna inanıyor; inandığını eğip bükmeden, dosdoğru söylüyordu.

"Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası" demişti Necip Fazıl. Doğru söylüyordu. Hele ortalıkta düşüncenin "fahişe"si ve dahi "zampara"sı olmuş onca aydına şahit olduktan sonra "Sultan üş Şuara"ya hak vermemek elde değil. Fikir namusu, dimdik ayakta durmayı gerektiriyor. Bu duruş, yanlışlardan vazgeçmeyi, yeni doğrular karşısında yeni tavır almayı da mecbur kılıyor. Bir yanlışa kırk yıl çakılı kalanlar, Cem Karaca'ya hayatı zindan etmek istedi. Oysa o gürül gürül "Namus belasına gardaş, verdiğimiz can bizim" diyordu. Düşünce namusunu kimseye peşkeş çekmeden Hakk'a yürüyen sanatçıya Allah'tan rahmet diliyorum...

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.