Abant'ta Şeytanın Avukatlığı!

Maalesef Türkiye'de ne zaman Ortadoğu konuşulsa olmayan ya da kaybedilen ortak değerler öne çıkıyor, olan ve bir türlü aşılamayan sorunlarsa yok farz ediliyor.

Ortadoğu'da nefret ve güvensizliğin tavan yaptığı bir ortamda; Türkiye'den Ortadoğu'ya bakışın hala 'ortak tarih-ortak kültür-ortak din-ortak coğrafya retoriği' ile temellendirilmesi bana fazlasıyla hayalperest geliyor.

Ortadoğu'da kan gövdeyi götürürken şeytanın avukatlığına soyunup bu konuyu gündeme getirmek istemezdim ama bir kere oldu!

Hem de Filistin'den İsrail'e, Mısır'dan Amerika'ya konuşmacıların bulunduğu, önyargı ve suçlamaların havada uçuştuğu hayli gergin bir platformda.

Şu meşhur Abant Platformu'nda.

Hafta sonu bu yıl 11.'si düzenlenen "Küresel Politikalar ve Ortadoğu'nun Geleceği"nin tartışıldığı Abant Platformu'na katıldım.

Baştan şunu itiraf edeyim, Abant Platformu'nun tüm uzlaşmacı ruhuna rağmen, konu Ortadoğu, konuşmacılar da Ortadoğulu olunca, bir de bunların üstüne tartışmaların yapıldığı sırada Ortadoğu'dan kanlı haberler gelince en temel meselelerde bile uzlaşma sağlamak imkansız oldu.

Düşünün sonuç bildirisinde geçen "Kudüs üç dinin ortak mensuplarınca yönetilsin" masum önerisi bile en şiddetli tepkiyi aldı.

Türkiye'den katılımcıların tüm uzlaşma arayışına rağmen Mısır ve İsrailli katılımcıların aşırı tepkisi nedeniyle platform ilk kez bir sonuç bildirisi yayınlayamadı.

Aslında benim şeytanın avukatlığına soyunmamın sebebi ne Kudüs ne de Kudüs'ün statüsü.

Beni esas ilgilendiren Türkiye-Ortadoğu ilişkilerinde yarattığımız illüzyon!

Maalesef Türkiye'de ne zaman Ortadoğu konuşulsa olmayan ya da kaybedilen ortak değerler öne çıkıyor, olan ve bir türlü aşılamayan sorunlarsa yok farz ediliyor.

Ortadoğu'da nefret ve güvensizliğin tavan yaptığı bir ortamda; Türkiye'den Ortadoğu'ya bakışın hala "ortak tarih-ortak kültür-ortak din-ortak coğrafya retoriği" ile temellendirilmesi bana fazlasıyla hayalperest geliyor.

Nitekim Abant'ta da hayalle gerçek birbirine giriyor.

Sakın yanlış anlaşılmasın ne uzlaşma arayışına, ne de ortak noktaların öne çıkarılmasına itirazım var. Hele de Ortadoğu gibi farklılıkların keskinleştiği bir coğrafyada.

Fakat ne zaman Türkiye-Ortadoğu ilişkileri konuşulsa aynı plağı dinlemekten sıkıldım. Ayrıca bu bozuk plağı çalıp durmanın kimseye bir faydası da yok.

Eğer Türkiye'nin Ortadoğu'da gerçekten önemli bir rol oynamasını istiyorsak, yapmamız gereken ilk şey "ortak noktaları" değil "bizi ayıran noktaları" dürüstçe konuşmak olmalı.

Yoksa biz "gururlu" bir biçimde Osmanlı'ya atıf yaptıkça Arap dünyası "aşağılanmış" hissetmeye devam edecek.

Biz "şanlı tarihimiz" dedikçe onlar "bedbaht asırları", "din kardeşliği" dedikçe "mezhep kavgalarını", "aynı coğrafyanın çocuklarıyız" dedikçe, bir zamanlar nasıl da "abilik tasladığımızı" hatırlayıp içten içe köpürecek!

Doğru oturalım doğru konuşalım.

Bugün Türkiye bazılarının hayal kurduğu gibi Ortadoğu'da "abilik rolüne" soyunamaz.

Bırakın siyasi nüfuzu ekonomik bir çekim merkezi bile olamaz. Çünkü Türkiye ile Ortadoğu ülkeleri arasında siyasi-ekonomik ilişkilerin gelişmesinin önünde çok önemli üç engel var. Ve biz bunu konuşmadıkça hayal dünyasında yaşamaya devam edeceğiz.

Platformda hem MÜSİAD Başkanı Ömer Bolat hem de Doç. İbrahim Öztürk; "Türkiye Ortadoğu ile ekonomik ilişkilerini tüm ortak noktalarına rağmen istenilen seviyeye neden çıkaramıyor?" sorusuna cevap aradılar.

Doğrusu çok yetkin analizlere ve durum tespitine rağmen tatmin edici bir cevap çıkmadı. İkisi de 1980'lerde Turgut Özal ile başlayan, AK Parti Hükümeti ile son yıllarda yeniden öne çıkan gelişmelerin önemine dikkat çekti.

İşte tam bu noktada ben şeytanın avukatlığına soyundum ve uzlaşma ruhuyla kurulmuş Abant Platformunda, "gelin bir de tersinden bakalım bu kez uzlaşmazlıklarımızı konuşalım" dedim.

Başta Enerji Bakanı Hilmi Güler ve oturum başkanımız Eser Karakaş olmak üzere birçok katılımcı ilgi ve şaşkınlıkla dinledi. Şunu söyledim. Türkiye-Ortadoğu ilişkilerinde daha en başta yüzleşmemiz gereken 3 temel uzlaşmazlık noktası var.

1- Yönetim biçimi: Siyasi yapılarımız uyumsuz, bu farklılığın yarattığı uçurumu anlatmaya kitaplar yetmez.

2- Ekonomik yapılarımız: Taban tabana zıt. En basit örnek Türk ekonomisi tüm eksiğine rağmen küçük ve orta ölçekli işletmelere yaslanan, girişimci-üretimci-sanayici bir burjuva sınıfına ve serbest piyasa ekonomisine sahip. Arap ülkeleri ise hem petrol zengini hem de petrol fakiri. Zengini enerji gelirleri ile sağlıksız şişkin bir ekonomiye sahip, enerji dışında doğru dürüst bir üretim modelinden yoksun, fakiri ise zaten yokluk içinde. Böyle olunca da enerji ithalatı ve mal alıp satmak dışında çok ciddi bir ekonomik işbirliği gelişmiyor.

3- Psikolojik eşik: Bence en önemli sorun bu. Çünkü iki taraf da tüm ortak değer retoriğine rağmen hala bir birine önyargı ile yaklaşıyor.

Turgut Özal Arap zenginlerini güney sahillerine çekmek istediğinde ortalık "Amma da pismiş şu Araplar!" vari ırkçı yorumlardan geçilmez olmuştu.

Aynı şeyi şimdi de yatırım için Türkiye'ye gelen Dubaililer'e yapıyoruz. Bir de bunların üstüne AK Parti Hükümeti'nin suyu bulandıran "ahbap çavuş usulü" iş yapma biçimi eklenince psikolojik eşik hepten geçilmez oluyor.

Biliyorum Ortadoğu'da kan gövdeyi götürürken bunları konuşmak bir çoğumuza afaki gelebilir. Fakat dedim ya bir kere şeytanın avukatlığına soyunmuş oldum.

Şiddetin gölgesinde bugünü kurtarmak zor, hiç değilse Abant Platformu'ndan yarına bir katkı olsun.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.