Savaş Bu, Psikolojik Savaş...

Konu, yakından izleyenlerin, "Bozacının şâhidi şıracı" benzetmesini yapabilecekleri biçimde gelişiyor... Hürriyet'in iki yazarı, Hitler'in propaganda nâzırı Joseph Goebbels'in ünlendirdiği 'psikolojik savaş' yöntemlerini kullanarak üzerime saldırıyorlar. Psikolojik savaşta önemli olan iddiaların gerçeklere dayanması değildir; karşı tarafa zarar vermek için iddianın sıkça tekrarlanması yeterli. Emin Çölaşan ile Fatih Altaylı, bazen çelişip bazen birbirine destek çıkarak işte bunu yapıyorlar... Özel eğitildikleri belli oluyor...

Fatih Altaylı, "Emin Çölaşan, Takkeli Bond'un MİT ajanı olduğunu belgeleriyle ortaya koydu; takkeliden ses yok" diyor... (23 Haziran 2000) 'Psikolojik savaş'ta 'düşmanı' sıfat kullanarak küçültmek önemli bir taktiktir; bana yakıştırılan 'küçültücü sıfat' epeydir 'takkeli', kendi yandaşları için 'parola' gibi bir şey bu. Ne olmuş peki 'takkeli'ye? "Emin Çölaşan MİT ajanı olduğunu belgelerle ortaya koymuş, ama takkeli ses vermemiş..."

Tartışmayı yakından izleyenler, Emin Çölaşan'ın gerçekten de böyle bir iddiası olduğunu biliyorlar; ancak aynı kaynaktan beslenen Fatih Altaylı'nın bu iddiayı kabul etmediğini, onun 'yabancı bir servisin ajanı' olduğumu ileri sürdüğünün de farkındalar. 'Psikolojik savaş' eğitimi aldığı anlaşılan Altaylı, "İnsan unutur, önemli olan son söylediğindir, kesin olarak söyle, önceki iddianı hatırlamazlar bile" ilkesine sımsıkı yapışıyor. Yapıştığı bir başka ilke daha var: "Gerçekleri işine yarar biçimde değiştirmekte tereddüt etme..." Son haftayı, başka konuları ihmal etme pahasına, ikisinin iddialarına cevap vermeye ayırdığımı okurlarından saklıyor ve benden hiç ses çıkmadığını yazabiliyor... Hürriyet okurları nasılsa beni okumuyorlar...

"İftira et, tutmasa da izi kalır" yine bir 'psikolojik savaş' taktiği; Altaylı, üzerime oturmayacağını bile bile, Fethullah Hoca'yla ilgili kasetleri medyaya benim verdiğimi yazıyor... (Başvurduğu bir başka 'psikolojik savaş' yöntemi: 18 Haziran 1999 tarihli olayı, Zaman'dan ayrıldığım 1998 eylül ayına kaydırıyor...)

İki Hürriyet yazarı aynı odaktan besleniyor ve bambaşka senaryoları neredeyse aynı cümlelerle yazıyorlar... Sıkı bir kurstan geçmiş olmalılar. İkisi de, benimle ilgili 'MİT ajanı' iddialarının 'belgelerle' ispat edildiğini ileri sürüyorlar sözgelimi... Belgelerle...

Peki, nedir bu 'belgeler'? MİT'e verdiğim bir raporu mu köşelerinde yayımladılar? Ya da, 'devlet arşivi' dedikleri yerden ellerine tutuşturulan bir 'resmi belge'de "Fehmi Koru MİT ajanıdır" diye yazıyor da, onu tarih ve sayısıyla mı alıntıladılar? Yok! Şimdi Emin ağabeyinin iddiasını kabul etmiş görünüyor, ama kendisi gibi 'numaralı vatansever' olduğumu içine sindirmekte hâlâ sorunları var Altaylı'nın. İkisini de besleyen odağın bütün yaptığı, "Siz yazın, gerisine karışmayın" demekten ibaret...

Şimdi de var olan 'belgeler'e bakalım: Biri, Kanal-7 'İskele-Sancak' programı çekilirken benim de Mehmet Eymür'ün evinde bulunmam; daha once burada yazdığım "Hayatımın hiçbir döneminde -eski MİT Müsteşarı Teoman Koman'ın MİT'teki yemekli toplantıları dışında- istihbaratçı olduğunu bilerek, hiçbir kişiyle, hiçbir biçimde, doğrudan veya dolaylı temasım olmadı" cümlesinden hareketle "Gördünüz mü, yalanları nasıl ortaya saçılıyor! Yoksa taa Washington'da evinde ziyaret edip günlerce konuştuğu ve televizyon çekimi yaptığı Mehmet Eymür'ü istihbaratçı değil de, toptancı halinde kabzımal mı zannediyordu?" diyor Çölaşan… Oysa, daha önce hiç tanımadığım Eymür'le görüştüğümde, o, 'istihbaratçı' sıfatını taşımıyordu ki?

Daha önce burada defalarca cevap verdiğim, "1997 yılında MİT tarafından düzenlenen toplantıda 'Gazetecilikte hepimiz bir MİT uzmanı olma ihtiyacındayız. Bu toplantıyı çok önemli bir adım olarak görüyorum. Netice itibariyle MİT ve gazeteciler memleket hizmeti yapıyor' dedin mi, demedin mi?" ve "10 Ocak 1997 tarihli Zaman Gazetesi'nde çıkan yazında 'MİT, kamuoyuna mal edilmesi gereken hususlar varsa, bunları basına usulünce mal etsin' diye yazdın mı, yazmadın mı?" sorularına hiç bir cevap vermediğimi, "Tık" demediğimi ileri sürüyor Çölaşan...

Oysa, o iddialara cevap olarak,18 Haziran'da şunu yazmıştım: "İstihbaratçılık elbette önemli, istihbaratçılar elbette şerefli bir iş yapıyorlar; tıpkı gazetecilik ve gazeteciler gibi... Bu iki mesleğin mensuplarının, kullandıkları kaynaklar ve ilgi alanı olarak, birbirlerine 'yakın' durduklarına da kuşku yok; ancak istihbaratçının kendini gazeteci kimliğiyle kamufle etmesini de, gazetecinin istihbarat örgütünden aldığı emir ve tâlimatlara uymasını da yanlış ve 'gazetecilik etiği'ne aykırı bulurum. 'Ajan-gazeteci' kimliği MİT için de yanlıştır, o kimliği kendisine revâ gören gazeteci için de..."

Çölaşan'ın "Gerçekleri işine yarayacak biçimde değiştirmekte tereddüt etme" 'psikolojik savaş' taktiğini uyguladığı "MİT tarafından düzenlenen toplantıdaki konuşma" diye aktardığı olayda da görülüyor. O toplantı, "MİT tarafından" değil, Ankara Gazeteciler Cemiyeti (AGC) tarafından düzenlenmiş halka açık bir paneldi. Aralarında Hürriyet'in de bulunduğu dört gazetenin temsilcisi konuştu Bilkent'teki panelde. Bir 'ilk'ti yapılan aslında; çünkü MİT'in üst düzey yöneticilerinden Cevat Öneş de, 'medya ve istihbarat örgütleri' konusuyla ilgili fikirlerini aktardı ve teşkilâtı adına "Kabul edilmeyecek tarzda ilişkilerden kaçınma" sözü verdi. Diğerlerini bilmem ama, beni oraya, paneli yöneten AGC başkanı Nazmi Bilgin çağırmıştı... Sedat Ergin'i oraya başkaları mı dâvet etmiş yoksa?

'MİT elemanı' olmadığım gibi 'psikolojik savaş elemanı' da değilim; ama çok şükür, her iki konu da 'uzmanlık' derecesinde yakın ilgi alanıma giriyor...

Ben aslında hergün 'psikolojik savaş' yöntemlerine mâruz kalan Hürriyet okurlarına acıyorum... Eh, Aydın Doğan ile Ertuğrul Özkök düşünmüyorlarsa, onları düşünmek bana mı kaldı?

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.