1 Temmuz 2008: İlelebet Payidar Olmanın İlk Adımı
28 Şubat günlerinin kanunsuz çalışan BÇG'siyle uygun adım birlikte yürüyen bir kısım medya mensupları, bugün ‘Ergenekon medyası’ olma yolunda hızla ilerliyor. Askerin hukuka uygun davranması bakalım medyanın bir kısım mensuplarını da etkileyebilecek mi?
Hukuku çift başlı, mahkemeleri çift ve belli bir rütbeye gelmiş askerleri yargılayabilecek mercii bulunmayan Türkiye'de bir ilk gerçekleşti.
Genelkurmay emekli iki orgeneralin sorguya alınmasına izin verdi. Hem de orduevindeki ofisinin aranmasına müsaade ederek…
Ve bu aramada kozmik belgelere ulaşıldığına dair haberler geliyordu bu yazı yazılırken…
Kendilerini cumhuriyeti koruma ve kollama görevinden sorumlu gören ordunun, en üst düzey rütbesinden emekli olmuş birisi hükümeti devirmenin, kaos oluşturarak rejimi bir kere daha askıya almanın planlarını, orduevindeki ofislerinde yapıyor, oraya asla dokunulamayacağını düşünmenin verdiği rahatlıkla çalışıyormuş.
Güvenlik kuvvetlerinin giremediği yerler, gözünü karartmış kişiler tarafından, güvenliğin ihlali için korunaklı ofis imkânları oluşturuyormuş.
1 Temmuz 2008 işte bu alanlara ilk neşterin atılmasına verilen iznin tarihidir. TSK'nın imkânlarını hukuka rağmen kullanmak isteyenlere ilk defa açıktan "hayır" demesidir. Arkası gelir mi, yeni genelkurmay başkanı aynı yolu izler mi bunu zaman gösterecek.
Ama kesin olan bir şey var. Bizim gibi "ordu-milletler"de askerin özel bir yeri vardır. Askeri zan altında bırakacak, onun kredisini yanlış yerlerde kullanarak itibarını zedeleyecek çürük elmaların, yargı önüne çıkarılmasında tereddüt göstermek, kangren olmuş bir uzvun kesilmesine izin vermemek gibidir.
Bu hata çok yapıldı. Milletin aziz fertleri, gözbebeği olarak gördükleri askerlerinin yanlışlarına işaret edince "orduyu yıpratan hain" kişi durumuna düşürüldü. Basın akredite uygulamasıyla ikiye bölündü; "bizden-bizden değil" ayrımına tabi tutuldu. Ortaya çıkan belgeler gösterdi ki, sadece akredite olmayanlar değil, akredite olanlar da başka bir ayrıma tabi tutulmuş. Daha da kötüsü bu tür ayrımlara alışan ordu mensupları kendi taraftarlarının kaydını tutmaya başlamış. Hürriyet gazetesinin yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, bir generalin kendisi hakkında sarf ettiği hakaretlerin internet ortamına düşmesinden dolayı 2 Temmuz günkü yazısında feryat etmiş, bu zihniyetten şikâyet etmişti.
Zaten işin garip taraflarından biri de bu:
Hukukun önce devlet, sonra devlet adamı, sonra vatandaş için olduğu bir yerde…
Ayrıcalıklı bir konum elde eden halkın içinden bazı insanlar, o konumu koruyabilmek ve yakaladığı konforu devam ettirebilmek için her türlü çarpıklığa gözünü kapatıyor. Hatta çarpıklıkları alkışlayarak doğru gösteriyor. Ta ki, işin ucu kendisine dokununcaya kadar…
Hatırlayalım…
10 Mart 2004 tarihli Hürriyet gazetesinde "Sosyetik fişleme" ismiyle meşhur olan bir haber vardı. Bugün, bütün açıklığıyla ortaya çıkan darbe girişimlerinin hazırlandığı günlerde, Kara Kuvvetlerine ait bir belgenin, kaymakamlara ulaştırılarak AB ve ABD yanlısı kişilerle, yüksek sosyete hakkında istihbarat toplanması istenmişti. Bu istek medyada küçük kıyametin kopması için yeterli olmuştu o zaman.
Memlekette fişleme ilk defa mı yapılıyordu?
Hayır…
Peki neydi bu kıyametin sebebi?
Bir kısım medya mensubu ve onlarla aynı kastta yer alan seçkinler, o güne kadar seyrettikleri haksızlıkların kendilerine dokunma ihtimalini görmüşlerdi. Hepsi bundan ibaret…
Ve o kıyamet karşısında yapılan açıklamada ne "maksadı bizce belli çevreler" ibaresi yer alıyordu ne de "hakkı ve haddi değildir" gibi tehditler savruluyordu.
"Soysetik fişleme" olayı açıkça gösterdi ki, medya, sorumluluğunu hakkıyla yerine getirirse, hiçbir kurum keyfi davranışlara kalkışamaz. Ama medya haksızlıklardan pay kapma hesapları yaparak sessiz kalır, hatta en temel insani hakları çiğnenenlerin feryatlarını saptırırsa, yetmiyormuş gibi bir de siyasi içerikli isimlendirmeler yaparak kötü niyetli kişiler durumuna düşürmeye kalkarsa bu bataklıkta kendisi de boğulur…
Nitekim 28 Şubat günlerinin tamamen kanunsuz çalışan BÇG'siyle uygun adım birlikte yürüyen bir kısım medya mensupları, bugün de "Ergenekon medyası" olma yolunda hızla ilerliyor.
Ergenekon örgütü hakkında yapılan haberleri "AK Parti yandaşı medyaya sızdırılan haberler" olarak adlandırıp, asılsız göstermeye çalışıyor. Sanki bu haberler kendi muhabirlerine ulaşmıyor. Sanki kendilerine ulaştığı hâlde bu haberleri yayınlamadıkları bilinmiyor!..
O zaman "sosyete"yi ilgilendirmiyor olsa da BÇG tarafından fişlenen ve o fişler gereğince, işinden, itibarından olan binlerce insan vardı.
Mahalle bakkalına kadar küçük esnaf bile "yeşil sermaye" kapsamına alınarak ekonomik ambargoya maruz bırakılmıştı.
Bir sabah YAŞ kararıyla atıldığını öğrenenler asla kendisini savunma hakkı bulamamıştı. Olmadık işlere karışıp, sonra kendisine iş yeri açtıktan sonra, sıra ordudan ayrılmanın yolunu bulmaya gelince sırtına cübbe giyip, Eyüp Sultan Camiinde resimler çektirerek gönderen askerin resimleri "irticaın" delili olarak tam sayfa yayımlanabilmişti. Daha da kötüsü savunma hakkından mahrum kalanlar adım adım izlenerek işsizliğe ve açlığa mahkûm edilmişti. Onlardaki kabiliyeti fark edip işveren belediyeler suçlu durumuna düşmüştü.
Bu gün AK Partinin kapatılması için açılan davada o insanlardan birkaçına BİT'lerde iş imkânı verme payının olmadığı söylenemez.
"Sosyetik fişleme" olayında kıyameti koparan medyamızın bir kısım mensupları, inancıyla yaşamı arasında çatışmaya itilen dindar insanların durumunu "siyasi simgelere" indirgeyerek karartmak isteyenlere tam destek vermekte tereddüt geçirmemişti. Dindarın, inancını yaşama hakkı ve hürriyetiyle, siyasetçinin bunu istismar etme isteğini ayırt etmek için küçük bir çaba olsun göstermemişti.
Aynı kişiler İlhan Selçuk'un sorguya alınmasını insani gerekçelerle ve yaşını ileri sürerek yadırgarken, Necmettin Erbakan'ın yaşını hiç hatırlamamış, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin hastalıklarını hakaret konusu yapacak kadar farklı davranmıştı!...
Ve son olarak Mustafa Balbay'ın bir haftalık çocuğunu ileri sürüp, "Bu durumu çocuklarına nasıl açıklayacaklar?" sorusunu yönelten; lohusa bir hanımefendinin dramını ileri sürerek operasyonu zan altında bırakmak isteyen anlayışlı, kibar beyler, dindar bayanların dramını bir kere bile görmemişti.
Görmekten vazgeçtik, bari yalan haber yapmasalardı!...
Nerdeeee…
Söz bayanların dramına gelmişken bir olayı hatırlatayım:
28 Şubat adına teftiş yapanlar bir özel okula gelirler. Teftiş bittikten sonra komisyondakilerden birisi bayan öğretmenin saçına uzanır ve çeker. Ardından şöyle der: "Peruk değilmiş!"
Bu bayan öğretmen durumu nasıl açıklamıştır acaba öğrencilerine ve çocuklarına!...
Mukayese yapmaktan maksadım kabalıkları olağan göstermek değil. Aksine kabalığın her çeşidine karşı durmanın gereğine dikkat çekmek içindir.
Tek vatan, tek halk, tek hukuk, tek ordu ve tek devlet için…
"Derin ve karanlık" odaklardan arınmış, tam bir hukuk devletinde, kanunlar önünde tam eşitlik için, Genelkurmay'ın iki orgeneral hakkında verilen savcılık kararını engellememiş olması çok önemlidir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet payidar olması bu ikiliklerden kurtulmadan mümkün olamaz zaten. İkilikte ısrar eden Ergenekon tayfasının "Türkiye bölündü bölünecek, satıldı satılacak" yaygarası da bu ikilikten doğan zafiyeti açıkça ortaya koyuyor.
Askerin hukuka uygun davranması bakalım medyanın bir kısım mensuplarını da etkileyebilecek mi? Darbe yapmanın suç olduğu bir ülkede, darbeye hazırlananların suçunu ortaya koymayı bırakıp, onları yakalama görevini yerine getirenleri suçlama çabasından vazgeçebilecekler mi?
Çok zor! Çünkü onlar, karşı olmak bir yana, darbeden çıkar sağlama hesapları yapıyordu. Ve birkaç darbe görmüş memlekette ilk defa bu hesabın ters tepme ihtimali ortaya çıktı.
Ne yapsınlar? Bu da onların talihi…
- tarihinde hazırlandı.