Aleviler, Abant ve Türkiye'yi "Çatlatmak" İsteyenler

1995 yılının Ekim ayıydı. Gazi Mahallesi olaylarının ardından kurulan CEM Vakfı'nın Başkanı Sayın İzzettin Doğan ile Kabataş'ta hukuk fakültesinin Boğaz'a nazır odalarından birinde röportaj yapıyoruz.

Özelikle merakımı celp eden iki şey vardı o günlerde. Birincisi vakfın isminin zihinlerde çağrıştırdığı mânâya dairdi. İkincisi de Alevilerin sayısıyla ilgili...

Cem, toplanmak, bir araya gelmek manalarına geldiği gibi Alevilerin cem evi ve orada yapılan cem ayinlerini de ifade ediyor.

Yapılmak istenen çalışmalardan anladığım kadarıyla Alevilerin bir vakıf kanalıyla toplanması ve sivil toplum faaliyetleri vasıtasıyla problemlere çözüm aranması hedefleniyordu.

Sayın Doğan'a sordum: Bilebildiğim kadarıyla tek bir Alevilik anlayışı yok. Farklı Alevilikler var. Bu farkları nasıl cem edeceksiniz?

Doğan, ayrılık gayrılık yok demişti.

İkinci merakımı da şöyle dile getirmiştim: Nüfus cüzdanlarımızda din hanesi dışında inanç farklarını gösterebilecek bir bölüm yok. Siz ise net rakam veriyorsunuz. Alevilerin sayısından nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?

Doğan, Avrupa ülkelerinde çok kapsamlı araştırmalar var. Mesela, Fransa'ya gidin ve bir bilgisayarın düğmesine basın rakamları görürsünüz, demişti.

Doğrusu Avrupa ülkelerini düşünmemiştim. Sonra Almanya'da da yapılmış çalışmalar olduğunu gördüm. Hatta Türkiye'nin etnik yapısıyla ilgili kapsamlı araştırma eserlerinden birisi, bir Alman vatandaşı olan Peter Alford Andrews'e ait. Kitabın adı "Ethnic Groups in the Rebuplic of Turkey".

Birkaç haftadır takılmadan edemediğim şu "yüz yıl" meselesi işte...

Sömürgeci ülkelerin Anadolu'ya ilgisi sadece Güneydoğu ve Ermenilerle sınırlı kalmamış. Ciddi mânâda antropolojik çalışmalar yapılmış.

* * *

Özal döneminde AB'den sorumlu bakanlık ihdas edilmesi, Çiller döneminde imzalanan Gümrük Birliği ve AKP ile hızlanan AB'ye girme süreci ciddi olayların analizinde AB'yi göz ardı etme lüksü bırakmıyor.

Hesaplar ister istemez önümüzdeki süreç açısından bir kere daha gözden geçiliyor.

Aynı durum Alevilik için de geçerli.

Avrupa'daki Alevi dernek ve vakıflarındaki hareketlilik gözden kaçacak gibi değil. Almanya'da Aleviliğin ders olarak okutulması, AB raporlarında Alevilerden azınlık olarak bahsedilmesi, Alevilerin aldığı rivayet edilen yüksek miktarda para, son zamanlardaki tartışmalardan bazıları...

İsviçre'de yapılan ve uluslararası hukuk açısından Alevilerin durumunu değerlendiren bir toplantıda AB ile uyum içinde bir Türkiye'nin ancak Alevi inancına sahip bir Türkiye olabileceğini dile getirenler olmuştu.

Alevilerin kendi aralarındaki tartışmalarını internet üzerinden bütün ayrıntıları ile takip etmek mümkün.

Alevilik insanları her şeyiyle tek tip hâle getiren bir unsur değil. Dolayısıyla Alevilerle Aleviliği birbirinden ayırmak gerekiyor. Aleviler arasından AB yanlıları çıktığı gibi, AB karşıtı ve alabildiğine ulusalcı tipler de çıkabiliyor.

Hatta Aleviliği bir ırk gibi düşünüp hem ateist hem de Alevi olduğunu söyleyenler çıkabiliyor.

Aleviliği, Anadolu'nun binlerce yıllık geçmişinden gelen kadim bir kültür olarak adlandıranlar olabildiği gibi adeta dinler üstü bir noktaya koyarak bütün dinleri yorumlayan bir hermenötik daire, tabir yerindeyse bir felsefi din olarak savunanlar da görülebiliyor.

* * *

Alevilik denilince ben ne anlıyorum?

Önce çocukluğum geliyor aklıma. Komşu köyümüz Alevi idi ve biz o köyden çocuklarla meralarda karşılaşır, koyunların, kuzuların arasında akşama kadar birlikte oynardık.

Sonra okullu olduk. Yesevi Dergâhını, Alperenleri, Hünkar Hacı Bektaş Veli'yi ve Bektaşi Tekkesinin Yeniçeri Ocağı ile ilişkisini öğrendik.

Ardından merkezî idarenin güçlenmesiyle birlikte alperenleri sisteme adapte etme sıkıntısından doğan problemleri öğrendim. Hatta İran Şahı İsmail'in bu sıkıntıları değerlendirerek Anadolu içlerine kadar nüfuz edişi bir tarihî vakıa olarak çıktı karşıma.

Yavuz Sultan Selim'in İran seferine giderken çadırına ok atılması, savaş meydanına gelir gelmez silah arkadaşlarını toplayıp "Ne yapalım? İstirahat mı verelim, yoksa hemen savaşı mı başlatalım?" konulu istişaresini okuduk. Piri Mehmet Paşa'nın "Eğer istirahat verirsek karşı tarafın askerlerimizle temasa geçip kafalarını çelme riskini göze almış oluruz. Bence hemen savaşa başlamalıyız" görüşünü Sultanın onaylayıp, "İşte görüş budur" demesinden, Şahın nüfuzunun sadece Anadolu içlerini değil, Osmanlı ordusunun içini de etkilediğini anlamış oldum.

Bu arada Erdebil Tekkesi ve Anadolu isyanlarını okuduk.

"Asırlar boyunca büyüyerek ilerleyen çatlak nasıl ortadan kaldırılır? Sağlıklı bir diyalog nasıl gerçekleşebilir?" gibi soruların cevabını ararken İzzettin Doğan Bey'le yaptığımız röportajda Doğan, "Biz Osmanlı'nın ilk iki yüz yılındaki duruma razıyız" demişti.

Yani Yesevi Tekkesinden aldığı nefesle Anadolu ve Rumeli'ye açılan Türkmen Alperenleri, yüzyıllar sonra torunları tarafından özleniyordu.

Aradan on iki yıl geçti. Şimdi neredeyiz?

* * *

Aleviliğin, Abant Toplantılarında tartışılması üzerine ilginç bir reaksiyon ortaya çıktı.

Özellikle Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan Alevilikle ilgili dizi ve yazıları takip edenler için bu reaksiyon hiç de sürpriz değil.

Gazetenin Emekli General yazarı O. Doğu Silahçıoğlu ve benzeri yazarların yazı, kitap ve görüşlerinde işlenen temel konu, Alevilerin silah zoruyla ve baskı altında kalarak cebren Müslüman olduklarıdır.

Israrla sürdürülen bu yaklaşım, Türkmen Alperenlerin Müslüman oluşuna ve Balkanların içlerine kadar yayılmalarını sağlayan aşk ve şevk unsurlarına hiç de benzemiyor.

Peki, neye benziyor?

Son zamanlarda ulusalcı sitelerde yazıları yayımlanan ve ulusalcılar tarafından çeşitli yerlerde konferanslar verdirilen Leon Panos Dabağyan isimli Ermeni vatandaşımızın ortaya attığı teze benziyor.

Dabağyan diyor ki:

Ermeni olmadığı halde Ermeni görünen bir zümre var. Bunlar Bizans döneminde Hıristiyan olmuş gibi görünmüşler. Anadolu Arapların eline geçince de Müslüman görünmüşler. Ama gerçekte ne Hıristiyan olmuşlar ne de Müslüman!...

Yani bu zümreye, asırlarca olduğundan başka görünerek varlığını sürdürdüğünden dolayı takiyyenin üstad-ı azamları denilse yeridir.

Ve Dabağyan'a göre bunlara "Pakraduniler" denilmektedir. Bu teze göre Pakraduniler, Ermenilerin içine girmiştir. Tasavvufi hoşgörünün sağladığı imkândan yararlanarak Alevilerin, Kürtlerin ve Sünni Türklerin içine de girmişlerdir. Aslında birlikte gül gibi yaşayabilen bu zümreler, aradaki takiyyeci pakraduniler vasıtasıyla birbirine karşı kışkırtılmakta, problemler sürekli kaşınarak bir araya gelebilme yolları kapatılmaktadır.

* * *

Şimdi diyalog yollarını kapatma girişimlerinden birisine göz atıp sonra soralım.

"Alevilik kadim Anadolu kültürüdür. İslam'la ve Hz. Ali ile bir ilgisi yoktur" diyenler rahatlıkla konuşabiliyor ve hiç problem olmuyor.

Aleviliği "azınlık" olarak göstermeye çalışanlar konuşuyor ve yine problem olmuyor.

Aleviliği özündeki sevgi ve hoşgörüyü hiçe sayarak, terör örgütleriyle iç içe ve devlete karşı bir muhalefet hareketinden ibaret görenler konuşabiliyor ve problem olmuyor.

Seviyeli bir ortam oluşturup, "Gelin tanış olalım/ İşi kolay kılalım/ Sevelim sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz" mantığı ile, ırkı ırkından, dini dininden insanların bir araya gelip konuşmasını, birileri "Alevilerde çatlama" olarak görüyorsa, sizce bunlar kim olabilir?

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.