İlhan Selçuk'un Penceresindeki Ceviz Kabukları

Yerinde kullanılan tabirler ifade kolaylığı sağladığı için benimseniyor ve geniş bir kullanım alanı buluyor. Son günlerdeki tartışmalarda geçen, "Savaş Süzal'lı, Hulki Cevizoğlu'lu damara söylenecek sözüm yok." cümlesindeki "damar" da bunlardan biri. Önce Cevizoğlu reaksiyon gösterip, kendisi için kullanılan tabiri "Benim de Müslümanlar içindeki Hz. İsa damarına söyleyecek sözüm yok!.." diyerek tekrarladı. Ardından da "damarın" uzantıları görünmeye başladı. Nihayet İlhan Selçuk'un devreye girmesiyle olay kalp-damar ilişkisine döndü. Sadık "tilmiz" Hikmet Çetinkaya ise her zaman olduğu gibi ustasının saptamalarını tekrarlayarak, sistemdeki yerini pekiştirdi.

Selçuk'un kıdemi malumdur. "Yiğidi öldür ama hakkını ketim etme" babından söylenecek olursa, yazarlığın, bir sanat olarak hakkını verdiği ifade edilmelidir.

Kalp-damar uyuşmazlığı

İlhan Abi konuya müdahalede gösterdiği süratle sadece yazı sanatında değil, davasını savunma hususunda da mevkiinin adamı olduğunu gösterdi. Ortada başlatılmış bir operasyon vardı ve çocukların sahipsiz kalmaması gerekiyordu. Bunun üzerine kolları sıvadı ve başlığı attı: "Müslümanlıktaki Hz. İsa damarı."

Cevizoğlu'nun "Müslümanlar içindeki" tabirini değiştirerek başlığa çıkaran Selçuk, kendi tabirini de tamir etme gereği duydu ve yazısını bitirirken "Müslümanlıktaki Mesih damarı" dedi. Sıra kıdemin hakkını vermeye gelmişti artık. "Bu akşam 'Kanal-Türk'teki 'Ceviz Kabuğu'nda 'Kur'an'ın İncilleştirilmesi' konusu tartışılacakmış... Unutmayalım ki bu işi yalnız din konusu sayanlar safoştur." ikazıyla onu da yerine getirdi.

'Müslümanların içindeki'ni değiştirip "Müslümanlıktaki" yapma, 'Hz. İsa'yı da "Mesih'le" değiştirme ihtiyacı neden hissedilmiştir? Bilgi-birikim farkı mı? Kuşak farkından kaynaklanan bir durum mu? Yazıda çeşitlilik olsun, tekrara düşmeyelim düşüncesi mi? Yoksa kalbi ve bazı damarlarında nakil yaşamış bir bünyenin yaşadığı uyumsuzluk sıkıntısı mı?

Bence uyuşmazlık problemi…

Neden mi?

"Hz." kısaltmasına tahammül edemeyenler

Önce Cevizoğlu'nun kısa biyografisine baktım. Orada Cumhuriyet ya da İlhan Selçuk'la bir ilişki görünmüyordu. Cumhuriyet'te çalışmış, sonra da diğer medya kuruluşlarına dağılmış kişilere baktım, adını göremedim. Anladım ki bu birlik "açık öğretim tarikiyle" alınan eğitimden ileri geliyor. Ve bu eğitim "Hz." kısaltmasına bile tahammül edemeyecek kadar dinimize karşı bir soğukluk oluşturuyor.

İşi nereye götürdün? Adamcağız yazının başlığında "Hz." kısaltmasını kullanmış, daha ne yapsın, diyenler olabilir.

Dikkat edin, derim. Onlar, nakledilen organı bünyenin reddetmemesi için kullanılan ilaçlar gibidir. Projenin aşılamayacak risklerle karşılaşmaması için iş bitinceye kadar ilaçların kullanımı zaruridir. Doğrusunu söylemek gerekirse damar naklini yapanların hastalarının bakımını düzenli bir şekilde ve itina ile yaptığı da anlaşılıyor.

Mesela ilaç yerine alınan kelimelerden birisi "milli-ulusal" tartışmasında kerhen kabul edilen "milli" kelimesidir. Cumhuriyet, -hatta Aydınlık bile- proje ile alakalı konularda ulusalı terk edip, milli kelimesini kullanmaya başlamıştır. Ama proje kapsamı dışında kalan konularda asla ağızlarına almazlar. Cumhuriyet'e göre Fatih Terim'in yönettiği, "Ulusal Futbol Takımıdır"; milli değil!.. Programlarını dikkatle izleyenler Cevizoğlu'nda da aynı mesafenin olduğunu bilir.

Türk ırkına ne oldu ki?

Türk kelimesinin Türkiye'de yaşayan herkesi içine aldığı söylenirdi; hatta Kürtlere, "iyice araştırın aslında siz Türk'sünüz" denilirdi. Bu yaklaşımda baskın olan 'Türklük'tü. Ulusalcılık projesinin önemli isimlerinden birisi olarak bilinen Doğu Perinçek, işte bu konsepti kökünden değiştirecek bir söylem geliştirmiş ve şöyle demiş: "Türk diye bir ırk yoktur. Türk, bir imparatorluk kültürünün adıdır. Daha sonra bir cumhuriyet kültürünün adıdır ve çeşitli kavimlerin karışmasından meydana gelmiş bir millettir."

Peki Türk ırkı göç mü etti?

Kürt, Ermeni, Rum vs var mı? Var. Türklere ne olmuş?

Ne olacak ki! Zaten Perinçek'in içinden geldiği fikri gelenek Türklerden değil "halklardan" bahsediyordu. Onun için de, milli değil ulusalcıydı.

İşe bakın! Özünde Kur'ânî değerleri barındırdığı için milli kelimesine tahammül edemeyenler, ömrünü Kur'an'a adamış kişileri ne ile itham ediyor? Hem de kimlerle beraber!..

Bu arada Cumhuriyet bastırıyor: "Kaçtılar! Ceviz Kabuğu'na çıkamadılar!

Ceviz Kabuğu objektif mi, operasyonel mi?

HBB televizyonunda yaptığı başlangıçtan itibaren Cevizoğlu'nun seyrini gözden geçiriyorum. Karşıma 28 Şubat sürecinden önce ve 28 Şubat'tan sonra olmak üzere iki ayrı program çıkıyor. Birinci kısım objektif, ikinci kısım ise tamamen operasyonel!.. Komplo teorileri açısından bakılsa 28 Şubat sürecinde istenen etkiyi yapsın diye birinci bölümde objektifliğe özel bir önem verildiği söylenebilir. Ama bu doğru değil. Bence doğrusu şu:

Kabiliyetli ve başarılı bir insan, entelektüel kişiliğiyle kalabilseydi, milletin sürekli parlayan bir yıldızı olacaktı. Ama o konjonktürel rüzgârların etkisinden kurtulamadı. Doğruların değil, rüzgârların yönünü seçti. Sürüklendiği yer, bir parti başkanına "Kanalımla birlikte emrinizdeyim" diyen bir kişinin televizyonu. Operasyonel değeri yüksek bir program, seyredilebilirliği kısıtlı bir televizyonda hayatını sürdürüyor şimdi. Buna razı olamayan yetenekli sunucu, çizmeleri çekmiş şehir şehir dolaşıyor. Yeniçağ'ın verdiği haberlerden anlaşıldığına göre de, gittiği yerlerde ulusal direnci kıran dinî gruplardan bahsediyor.

Ulusal direnci düşünen bir entelektüel, direnci arttırmak için, ulusun önemli bir parçasını oluşturan dinî grupla da buluşabilmenin yolunu arıyor mu? Hayır, bu konuda bir çabası bilinmiyor. Öyleyse, olumlu bir girişimde bulunmadığı gibi, bir de şehir şehir gezerek, belli dernekler tarafından organize edilmiş kalabalıklara, o dinî grubun direnci kırdığını anlatmasının anlamı nedir?

(?)

Malumdur ki, bu yapılan şey yalın bir Türkçe ile ifade edilecek olursa: Toplumun bir kesimini diğer kesimine karşı kışkırtmaktır.

Zaten, İlhan usta da "düşman" başlıklı yazısında şöyle der: İnsanlara arkadaş, dost ya da sevgili kadar, belki onlardan fazla, ''düşman'' gerek...

Hakiki müminler de şöyle der: Allah'ım! Bize seni gerek seni…

Niye çıksınlar ki?

Aksiyon dergisi Hz. İsa kapağını 08.12.2003 tarihinde yayımladı. Yaşar Nuri, 02.01.2004 tarihli Star gazetesindeki köşesinde "Tenevvür ve tanassur" başlığıyla konuyu ele aldı ve konuyla hiç alakası olmayan ağır şeyler yazdı. Aynı tarihte Cevizoğlu da yine böyle bir program yaptı ve yine konuğu Bayraktar Bayraklı'ydı. Cevizoğlu'nun objektifliği müsellem olduğu için, Aksiyon'dan kimseyi çağırma gereği duymamıştı. Ve o programda da bizlerin Hz. İsa'yı beklediğimiz, onun etrafında kenetleneceğimiz söylendi durdu. Hâlbuki Aksiyon'daki dosyanın Hz. İsa'nın gelişiyle ilgili sonuç cümlesi şöyleydi:

"Cumhur tarafından tasdik edilen muteber âlimlerin bir kısmı, Hz. İsa'nın bizzat nüzûlünü, Cenâb-ı Hakk'ın hikmetine aykırı bularak, bu nüzûlün 'şahs-ı mânevî' şeklinde, yani hakiki İseviliğin yorumlardan arınarak asli hüviyetine dönmesi ve İslamiyet'e yakınlaşması ya da iltihak etmesi şeklinde anlamışlar."

Yani, Hz. İsa'nın gelişinden anlaşılan şey, Aksiyon'un tercih ettiği görüşe göre -ki bu aynı zamanda Said Nursi'nin görüşüdür- Hz. İsa'nın bir peygamber olarak yeniden geleceği değil, aksine Hıristiyanlığın aslında olmayan yorum ve inhiraflardan arınarak İslamiyet'e yaklaşacağıdır.

Acaba, Cevizoğlu, Bayraklı ve Yaşar Nuri, bir haber dosyasında ne yazdığını anlayamayacak adamlar mıdır ki, bunu bir türlü görmüyorlar. Cevizoğlu gerçekleri ortaya çıkartamayacak başarısız bir programcı mıdır ki, tartışmalar başka yerlere kayıp gidiyor?

Hayır tam aksine…

Öyleyse niye çıksınlar ki!..

Buna bir de Cevizoğlu'nun da, Öztürk'ün de 28 Şubat'ın yedeğinde millete Türkçe Kur'an ve Türkçe ibadet konusunu dayatan kişiler olduğunu hatırlayıp tekrar soralım:

Diyalog taraftarlarının Ceviz Kabuğu'nda ne işleri olabilir ki!...

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.