AB Maceramız

Hafta başında Ankara'da Alman Bertelsmann Vakfı tarafından düzenlenen iki günlük bir toplantıda "Türkiye ve Genişletilmiş Avrupa Birliği" konusu tartışıldı. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, büyükelçiler, öğretim üyeleri ve konunun yerli ve yabancı uzmanlarının katıldığı toplantı, Türkiye'nin bakış açısını Avrupalı dostlarımıza çok net biçimde anlatma fırsatı verdi. TBMM Başkanı Hikmet Çetin de ayrıca pazartesi akşamı bir yemek konuşması yaptı.

Zaman Genel Müdürü olarak bizim katıldığımız oturumun başkanı Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilcisi Büyükelçi Michael Lake, diğer katılımcılar da Orgeneral Çevik Bir, Milliyet Gazetesi yazarı Osman Ulagay ve Prof. Dr. Sencer Ayata idi.

Ben konuşmamda özetle şunları söyledim:

Türkiye ile Avrupa Birliği arasında ciddi bir güven bunalımının yaşandığı bir dönemde bu toplantının yararlı sonuçlar getirmesini umarız.

Ülkemizde kamuoyunun genel kanaati; Türkiye'nin üyelik durumunun bir belirsizliğe mahkum edildiği ve konunun bizim açımızdan sıkıntı verici bir maceraya dönüştüğüdür.

Bize karşı yürütülen siyasetin özü kanaatimizce şudur: Türkiye her halükarda, AB'nin yalvarma odasında tutulmalı, kendisine günün birinde (gelmez ayın son perşembesinde) üye olabileceği intibaı verilmelidir. Yani Avrupa Birliği, Türkiye'ye karşı "Biz dışlayalım; ama Türkiye kendini dışlanmış gibi hissetmesin!" kurnazlığı gütmektedir.

Gelinen bu noktada hemen bütün Türk kamuoyu AB üyeliğinin; sanki Türkiye'nin başka hiç alternatifleri yokmuş, AB'ye mahkummuş gibi ele alınmasından ve gözü kapalı girme ısrarlarından son derece rahatsızdır.

Kıbrıs konusu da dahil, AB'nin Türkiye'yi çıkarlarımız aleyhine tavizlere zorlamasını kabullenemeyiz. Avrupa'nın, yorgunu yokuşa sürme siyasetiyle bizi oyalaması, üstelik de üzerimizde bir baskı gücü olmaya kalkmasını da kabullenemeyiz.

Türkiye'nin AB üyeliği konusunda, evet bugün bütün tarafların kafası karışıktır. Bu kafa karışıklığının hem bizim açımızdan, hem de AB açısından haklı nedenleri de bulunmaktadır.

Türkiye'nin makro-ekonomik bir yapı ve disiplin oluşturamaması, kronik halde devam eden yüksek enflasyon, hızlı nüfus artışı, işsizlik ve siyasi istikrarsızlık önemli nedenlerden bazılarıdır.

Yine AB üyelerinin Türkiye'den beklediği insan hakları, demokratik iyileştirmeler ve bunlara paralel anayasal değişikliklerin bir türlü gerçekleşmeyişi, keza Türkiye'nin üye olması için harcanması gereken para, tam üyelik durumunda AB fonlarından alacağı pay ve nihayet Türklerin serbest dolaşım hakkı; başta Almanya olmak üzere Avrupalı dostlarımızı kara kara düşündürmektedir.

Ayrıca AB üyeleri, Türkiye'nin üyeliğinin kendilerine büyük stratejik yükler getireceğinden de endişe ediyorlar. İran'la, Irak'la, Suriye ve Rusya ile sınırdaş olan Türkiye'nin, AB'ye tam üye olması durumunda bu ülkelerle mevcut ve muhtemel sorunlarını Avrupa'ya taşıyacağından kaygılanılıyor.

Ancak Avrupalı dostlarımız bu düşünceden ve kaygılardan hareketle Türkiye ile ilişkilerini tamamen de kesmek istemiyorlar.

Ekonomik açıdan almak istediklerini Gümrük Birliği ile aldıkları için (nitekim toplantı sırasında yaptıkları konuşmalarda Avrupalı katılımcılar Gümrük Birliği'nden son derece memnun olduklarını sık sık ifade ettiler) Türkiye'nin genişleyen AB'nin etrafında bir set gibi durmasından ayrı bir keyif alıyorlar.

Biz Türkiye olarak, dünyanın küreselleştiği bir çağda, AB üyeliğimizin hem Balkanlar'da, hem Ortadoğu'da, hem Kafkaslar'da ve hem de Orta Asya'da barış ve istikrar adına çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Zira bu bölgelerde barış ve istikrar olması, dünyanın barış ve istikrar içerisinde olması demektir.

Kaldı ki bağımsızlıklarını kazanan ve hızla kalkınan Türk cumhuriyetleri ile Türkiye'nin yakın ilişkileri Türkiye'ye AB üyeliği konusunda büyük bir avantaj sağlamaya başlamıştır.

Türkiye'nin, Türk dünyası ile bir araya gelişi AB ile aramızdaki bugünkü dengesizliği de ortadan kaldıracaktır. Oluşacak yeni kuvvet dengesi Avrupalı dostlarımızı zannediyoruz yumuşatacaktır.

Bize tepeden bakan, "Medeniyeti temsil ediyoruz." diyen bir Avrupalı yerine karşımızda eşit şartlarda görüşebileceğimiz bir Avrupalı olacaktır...

Toplantının ikinci günündeki son oturumunda bir Alman vakfının araştırma üyesi ve Orta Asya uzmanı olan Dr. Heinz Kramer konuşması sırasında "Fethullahçı" okullardan bahsedince tekrar söz alma mecburiyeti doğdu. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'nin sevilen ve sayılan bir kişi olarak Sovyetler Birliği dağılınca, "asırlık hasretlerin bittiğini ve Türkiye'nin kardeşlerine karşı vefa borcunu ödemesi gerektiğini" söylediğini belirttim. Ve şunları ilave ettim:

Sayın Fethullah Gülen, ki biz sevgi ve saygımızdan dolayı kendisine "Hocaefendi" diyoruz, Türkiye'de çok önemli diyalogları başlatan mümtaz bir şahsiyettir.

Türkiye'nin sosyal ve dini yapısını bilenler bu diyalogların zorluğunu da takdir edeceklerdir. Kendisi Fener Patriği, Ermeni Patriği ve Hahambaşı ile medyanın önünde bir araya gelmiş, son olarak da geçtiğimiz ay New York'ta Kardinal O'Connor ile görüşmüştür.

Orta Asya'daki okullar Türkiye'nin okullarıdır. Hem rahmetli Özal, hem de şimdiki Cumhurbaşkanımız Sayın Demirel bu okulların pek çoğunun açılışını yapmıştır. Türk Dışişleri Bakanlığı yetkilileri destek olmuşlardır.

Bu okulların öğretim dili İngilizcedir. Her ülkede öğretmenlerin ve idarecilerin yarısı o ülkenin insanlarıdır. Orta Asya haricinde dünyanın dört bir yanında açılan bu okullar, uluslararası yarışmalarda başarılar kazanan kaliteli eğitim yuvalarıdır.

Aramızda, Moskova'daki Rus-Türk Lisesi'nin açılmasında büyük destekleri bulunan Sayın İshak Alaton da var. Huzurunuzda kendisine ve Sayın Üzeyir Garih'e teşekkür ediyorum.

Bir zamanlar Avrupa'nın ve Amerika'nın topraklarımızda açtığı okullar gibi Türkiye'nin bu okulları da ülkemiz ve dünya arasında köprüler kurmaktadır.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.