"Fethullah Gülen'le 11 Gün"
Hemen belirteyim, bu başlık bana ait değil. Onu gazeteci dostum Mehmet Gündem'den "ödünç" aldım bu haftalık, editör yazısına serlevha yapmak için. Türkiye'nin 17 Aralık 2004'te Avrupa Birliği'nden müzakere tarihini aldıktan bir hafta sonra Fethullah Gülen Hocaefendi ile yapılan söyleşiye dikkat çekmek istiyorum bu yazıda. 8-29 Ocak 2005 tarihleri arasında 22 gün boyunca Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan, sonra da şık bir kitap haline getirilen bu kapsamlı röportajda dile getirilen "açılımlara" bugünlerde her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum çünkü.
Sebebi ise gayet basit. Türkiye "sancılı" süreçlerden geçiyor bir süredir. Kaldı ki bunların neler olduğunu çoğu zaman dile getirdik burada. Tekrar onları hatırlatmak niyetinde değilim. Amacım, Türkiye'nin yaşadığı en büyük "ıstırabın" ne olabileceğini nazarlarınıza sunmak sadece. Bu fikri hâsıl eden ise AK Parti'nin 22 Temmuz seçimlerinde sandıktan ezici bir üstünlükle galip çıkmasının ve Abdullah Gül'ü 11. Cumhurbaşkanı seçerek Çankaya Köşkü'ne yollamasının ardından ortaya atılan fikirleri, düşünceleri, argümanları, savları görmek denilebilir kısaca... Millet iradesini, demokratik değerleri, hukukun üstünlüğünü, bireysel hak ve hukuku hiçe sayarak yapılan eleştirilerin seviyesi, insanı karamsarlığa itiyor ister istemez. İçinden, yok mu bu güzel memleketin dertlerini zamanında "doğru" teşhis edip, tedavi yollarını gösteren aydın, entelektüel, münevver, akademisyen, yazar, çizer diyesi geliyor insanın. Var olanları ve sesleri az çıkanları istisna kabul edersek, son dönemde yaşanan tartışmalar, ortaya atılan fikirler karşısında esaslı bir "aydın cesaretine ve entelektüel huruca" şahit olduğumuzu söylemek mümkün değil sanki.
Halbuki Fethullah Gülen Hocaefendi'nin, yaklaşık 2,5 sene önce yaptığı tahliller halihazırda geçerliliğini koruduğu gibi bugünlere de ışık tutacak nitelikte. Gerek dünyanın gidişatına dair "insan" merkezli yaptığı analizleri gerekse toplumsal ve siyasal düşünce sistemine dinamizm getireceği şüphe götürmeyen yorumları, o dönemde dikkate alınıp aydınlar tarafından geniş kesimlere ulaştırılacak şekilde ciddi bir değerlendirmeye tabi tutulsaydı, cumhuriyet, demokrasi, din, laiklik, bireysel haklar, kadın, ılımlı İslam, başörtüsü, terör, güneydoğu gibi tartışmalara malzeme olan pek çok hususu bugün konuşmuyor olacaktık belki de... Ancak, çok geç kalınmış değil. "Tecdid" esaslı söz konusu analizlerin "özü" çok iyi kavrandığı takdirde, bahsi geçen tartışmaları bir daha konuşmamak üzere nihayete erdirmek mümkün çünkü...
Peki, nedir bu öz? Bence o cevher, Fethullah Gülen Hocaefendi'yi her daim ön plana çıkaran "cesur" münevver keyfiyeti aslında. Yani, düşüncelerini eğip bükmeden ifade edebilme, onları bizi biz yapan değerlerin süzgecinden geçirdikten sonra ifade etme, taklit fikirleri değil özgün değerlendirmeleri dile getirme şeklinde özetlenebilir bu hususiyet. Tabii şunları da unutmamak şartıyla... Asırlardır yaşanan acı gelişmeler karşısında asla "reaksiyoner" tavır içinde bulunmama, şartlar ne kadar ağır olursa olsun hiçbir zaman "rövanşist" niyetler taşıyarak intikama dayalı fikir ameliyesi içinde yer almama, aksine niyeti de düşünceyi de fiili de hep "müspet hareket" ortak paydası üzerine bina etme...
Şüphesiz bütün bunlar her faninin kolay kolay hazmedeceği şeyler değil. Hele hele "ego" merkezli düşünce sistematiğini hayatının merkezine yerleştirmiş aydınlar için hiç değil. Öyle olduğu için de zor zamanlarda onlardan sadır olmuyor ufkumuzu genişletecek düşünceler, fikirler, analizler, yorumlar... Sığ düşüncelere ve kısır tartışmalara mahkûm oluyoruz hepimiz.
Dünümüzü, bugünümüzü ve yarınımızı yerli yerinde kavrayabilmek için Hocaefendi'nin değişik zamanlarda kaleme aldığı makalelerinin de yer aldığı 'Fethullah Gülen'le 11 Gün'ü yeniden okumak lazım. Hem de hiç vakit kaybetmeden.
- tarihinde hazırlandı.