Müslümanların Batı'ya Bakışına Nihayet Gerçekçi Bir Bakış
Amerika'nın önde gelen İslam bilimcilerinden Prof. Dr. John L. Esposito (Georgetown-Üniversitesi, Washington) ve dünyaca ünlü düşünce kuruluşu Gallup'un İslam Araştırmaları Merkezi Direktörü ve analizci Dalia Mogahed muazzam bir araştırmaya imza attılar. Elli bin kişiyle yapılan anket sonuçları, Müslümanların Batıyla ilgili duygu ve düşünce dünyaları hakkında somut bilgiler veriyor. Çoğunluğu Müslüman olan 35 ülkede altı yıl boyunca yürütülen bilimsel çalışma kitap olarak piyasaya çıktı. Adı: "Who Speaks for Islam? What a Billion Müslims Really Think" (İslam adına kim konuşur? Bir milyar Müslüman gerçekten ne düşünüyor?)
Kitap, 11 Eylül'den sonra Batı dünyasında sorulan "Müslümanlar neden bizden nefret ediyor?" gibi bazı sorulara cevap niteliği taşıyor. Zira son yıllarda genel olarak Müslümanların düşünce dünyası ve algılamaları değil, bazı radikal grupların söylemleri kamuoyuna pompalandı ve İslamiyet üzerine haketmediği kötü bir imaj oluşturuldu. Şimdi bu çalışma Müslümanların çoğunluğunun ne düşündüğünü, dünya kamuoyuna sunulanın tam aksine, açık seçik ortaya koyuyor. Bir süredir öyle önyargılar, klişeler ve yanlış bilgilendirmelerle toplumlar manipüle edildi ki, ancak böyle bir araştırmayla bunların yanlışlığı vurgulanıp, yeniden diyalog zeminleri oluşturulabilirdi. Çünkü Müslümanların çoğunluğu hiç bir zaman şiddeti, terörü tasvip etmedi. Ama buna rağmen Müslümanlar acımasızca ötekileştirilmeden kurtulamadı. Hayretle ve dehşet içinde kendine reva görülen yakıştırmalara sabretti.
Neler yapılmadı ki! Dünyanın bir köşesinde ne idüğü belirsiz bir insanın veya grubun yaptığı bir yanlışlık, Müslüman kimliği genelleştirilerek acımasızca İslam'a ve Müslümanların bütününe teşmil edildi. İnsanlar zan altında bırakıldı. Almanya gibi ülkelerde yabancı düşmanlığını körükledi ve halklar arasında önyargı/klişelerden ve yanlış bilgilerden duvarlar örüldü.
Belki bu yüzden John L. Esposito, "Türk İslami ve Laik Devlet: Gülen Hareketi" (Syracuse Üniversity Press 2003) isimli kitap çalışmasını yaptı. Zira terörü ve şiddeti lanetleyen gür bir seda ile dünya kamu yona bir duruş sergilemişti Hocaefendi. 11 Eylül sonrasında Batı'da "niçin Müslümanlar terörü açıkça lanetlemiyorlar" serzenişinde bulunulurken, Hocaefendi "Müslüman terörist, terörist de gerçek Müslüman olamaz" diye en net tavrı ortaya koymuştu. Esposito bu duruşu ve İslamiyet'in bu yorumunu bütün dünyanın tanıması adına Gülen'in fikirlerine değer verdiğini yukarıdaki eseriyle göstermişti.
Dolayısıyla Gülen Hareketi'ni ele aldığı kitabıyla bu yeni araştırmasının arasında paralellikler görmek mümkün. Batı dünyasının Müslümanlara yönelik takındığı tavrın yanlışlığı ortadaydı. Müslüman çoğunluğa ciddi haksızlıklar yapıldı. Ne düşündüğü ve hissettiği görmezden gelindi. İşte Esposito'nun bu muazzam araştırması birçok yönüyle önem arz ediyor. Misallendirmek gerekirse, mesela; İran'da anket yapılan insanların yüzde 85'i kadın-erkek eşitliğinden yana tavır koyuyor, Endonezya'da yüzde 90, Suudi Arabistan'da ise yüzde 61.
Yine on kadar İslam ülkesinde Müslümanların çoğu, en fazla Batı'nın nesine değer verdiği sorusunu, teknolojik gelişme, düşünce özgürlüğü, dinin rahatça yaşanması ve parlamenter demokrasi diye cevaplıyor. Araştırma, Müslümanların Almanlarla ilgili düşüncelerini, saygısızlık, bilimsel ve teknolojik ilerleme, saldırganlık ve ahlaki yozlaşma şeklinde ortaya koyuyor. Esposito, temelde Batı'ya duyulan nefretin kaynağını çok güzel özetlemiş: "Müslümanlar bizim kendimizden değil, yaptıklarımızdan nefret ediyor." Şu tespitleri de çok ilginç ve mühim: "Müslümanlar genel olarak Batı demokrasisine ve ferdi özgürlüklere değer veriyorlar, fakat Batı'nın sosyopolitik yapısının kendilerine dayatılmasını istemiyorlar. Müslümanlar, Amerika tarafından yönlendirilen ve tarif edilen bir demokrasi modelini değil, kendilerinin de belirleyici olmalarını istiyorlar. Ne sekülerizmi ne de teokrasiyi benimsiyor. Müslümanların ezici çoğunluğu dinin temel değerleriyle birlikte demokratik bir sistem istiyorlar."
Bu tespit Hocaefendi'nin demokrasiyle ilgili şu düşünceleriyle ne kadar da örtüşüyor: "Kemale ermiş ve herkes tarafından benimsenmiş bir demokrasiden bahsetmenin mümkün olmadığı ve demokrasinin henüz bir gelişme vetiresi yaşadığı günümüzde İslam'ın demokrasiye katabileceği zenginlik de mutlaka düşünülmelidir. Ebedî bir Zât'ın teveccühünden ve ebediyetten başka hiçbir şeyle tatmini mümkün olmayan insanoğlunun manevî ihtiyaçlarına da cevap verebilecek bir demokrasinin geliştirilmesi meselesi de mütalaa ve müzakere edilmelidir. İsterseniz siz böyle bir anlayışa 'mana boyutlu demokrasi' de diyebilirsiniz. Yani, insan hak ve hürriyetlerine saygıyı ihtiva eden, din ve vicdan hürriyetini gözeten, aynı zamanda insanların inandıkları gibi yaşamalarına da ortam hazırlayan bir demokrasi... İnsanların ebedle alakalı isteklerini yerine getirme mevzuunda onlara yardımcı olan demokrasi... İnsanı maddî-manevî bütün ihtiyaçlarıyla nazar-ı itibara alan ve onun bütün ihtiyaçlarını karşılamayı tekeffül eden olgun demokrasi... İşte demokrasiyi bu denli geliştirip insanîleştirmenin yolları aranmalıdır. Maalesef insanlık henüz bu ufka ulaşmış sayılmaz. Ne Batı'da, ne Doğu'da, ne Amerika'da ne de Uzakdoğu'da henüz böyle bir demokrasiden söz etmek mümkün değildir." (İkindi Yağmurları, Ufuk Kitap)
- tarihinde hazırlandı.