Abant Pratiği: Özgür Eğitim

Abant pratiği, kendi içinde var olan zenginliği eğitime uygulayarak çözümü gösteriyor: İnsan yaratmaktan, bir insan tipine uygun eğitim tasarlamaktan vazgeçerek, herkese özgür bir eğitim ortamı sunmak. Sanayi ötesi toplumla, bilgi toplumu ile uyumlu bir şekilde okulun duvarlarının ötesine uzanmak ve eğitimi özgür toplumun özgür bireylerinin gündelik hayatına yerleştirmek...

Bu sene dokuzuncusu toplanan Abant Platformu, eğitim sistemini felsefesi, ekonomisi ve politikası ile, kısaca bütün yönleri ile masaya yatırdı. Özgür bir tartışma ortamının sonunda, farklı ve zengin görüşler kamuoyunun müzakeresine sunuldu. Milli Eğitim şûraları, planlama komisyonları ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın uzmanları dışında eğitimin, bürokrasinin ve teknokrasinin profesyonel körlüğünün uzağında tartışılması önemli. Yakıcı sorunlar yumağına dönüşen eğitime bir çıkış yolu bulunması, bu özgür ortamlarda bulunacak çözümlerle mümkün. Çünkü eğitimin bütün alanlarında var olan sorunları tartışmayı ve çözüm bulmayı imkansız hale getiren temel açmazı teknik ve bürokratik bir sorun değil; özgürlükten yoksunluk. Özgür bir dünya ise eğitim bürokrasisinin yerleşik çıkarlarını tarumar ediyor. Bu yüzden eğitim sistemini sağlıklı bir zeminde yeniden yapılandıracak irade, ancak ve ancak sivil inisiyatiflerden çıkabilir. Abant Platformu'nun eğitim konusunda billurlaştırdığı görüşler sivil bir iradeyi yansıttığı için çok önemli idi.

Eğitimde Enkaz

Eğitim alanında bir felaket tablosu ile karşı karşıyayız. Çökmüş, iflas etmiş ve en temel işlevlerini yerine getiremeyen bir eğitim sitemimiz, daha doğrusu enkazımız var. Devasa bir eğitim bürokrasisine, eksik de olsa her köşe başında bir okula sahip olmamıza ve çocuklarının iyi bir eğitim alması için her türlü fedakarlığa hazır ailelerin varlığına rağmen durum böyle. Eğitim ve öğretim başlığı altında söylediğimiz her sözle ve yaptıklarımızla birbirimizi kandırıyoruz. Ortadaki felaket tablosunu düzeltmek, ilk mektebinden üniversiteye kadar eğitim ve öğretimi yeniden başarmak için atılması gereken adımların temel iki şartı var. İlki eğitim ve öğretimi modernleşmenin temel manivelası olmaktan çıkartmak. İkincisi de, eğitim ortamlarını siyasi kampların ve ideolojilerin savaş alanı olmaktan kurtarmak.

Uzun modernleşme maceramızın daha başlarında, Batı ile aramızdaki uçurumu kapatmak için eğitimi bir köprü olarak gördük. Batı'nın yarattığı değerleri, ürettiklerini üretemezdik; ama eğitim aracılığıyla bunların sahibi olabilir ve yeni nesillere aktarabilirdik. Böylece toplumu değiştirmenin, dönüştürmenin ve geliştirmenin, ekonomiyi üretken hale getirmenin; güçlü bir toplum ve ekonomi yaratarak devleti yaşatmanın ancak eğitim aracılığıyla mümkün olabileceğine karar verdik ve kolları sıvayarak işe giriştik. Böylelikle maarif, bir hayat-memat meselesi olarak herkesin üzerine titrediği bir memleket davasına dönüştü. Ülkeyi ve devleti kurtarmanın ve makûs talihi yenmenin yegane yolu eğitim oldu. Yakın tarihimizde eğitim alanında girişilen yeniliklerden bazılarının Avrupa ülkelerinden bile önceye tesadüf etmesi bu çabanın eseridir. Dünyada var olan ve uygulanan eğitim modellerinin neredeyse tamamının, bir zamanlar bizde denendiğini ve dünyanın en kapsamlı eğitim modelleri müzesine, yaşadığı tarihle ülkemizin sahip olduğunu hatırlatalım. Modernleşmenin yegane aracı olarak başvurulan eğitimin üstlendiği bu aşırı yük, eğitimden sağlanması gereken normal hasılaların bile çıkmasına engel oldu. Zira eğitimi modernleşme alanındaki kavgaların ve bu alanın yarattığı kutuplaşmaların eksenine yerleştirdi. Eğitim, üstlendiği ağır yüklerin altında ezilerek, asli görevini yerine getiremez hale geldi.

Cumhuriyetin başından itibaren devlet, bütün ulus devletlerin yaptığı gibi iyi vatandaş ve devletine bağlı birey yetiştirmek için eğitime resmiyeti olan ideolojik cendereler yerleştirdi. Bu cenderelerin mantığı, bir zamanlar işgali kolaylaştırır gerekçesi ile karayolu yapımını engelleyen Mareşal Fevzi Çakmak'ın tutumuna benzer. Dar, sınırlı ve sığ ideolojik zorlamalar, doğal olarak eğitimin kalitesini ve standartlarını evrensellikten uzaklaştırdı. Ayrıca, siyasi ve ideolojik kavgalara da doğal ve üretken bir alan açtı. Okullar, özellikle yükseköğrenim farklı ideolojik ve siyasi görüşlerin mevzileri ve savaş meydanları olarak kabul edildi. Ağır savaşların sonunda ise ortada duran bir enkaz manzarasından ibaret.

Okul Duvarlarının Sınırları...

Okullarımız, en basit eğitim işlevlerini yerine getiremiyor. Yüzlerce saat yabancı dil dersi aldıktan, bazıları bir yılını hazırlığa verdikten sonra çocuklarımız İngilizce konuşamıyor ve yazamıyorlar. Müzik, resim gibi dersler çocukları sanattan soğutuyor. Yoğun Türkçe ve edebiyat derslerinden sonra düzgün Türkçe metinler kaleme alınamıyor. Ekonominin ihtiyacı olan işgücünü eğitim sistemi veremiyor. Eğitim ve üretim farklı dünyalarda hayat buluyor.

Ortaöğretimin % 70'inin meslek kazandırması gerekirken, meslek liselerinin oranı % 30'da kalıyor. Bunun doğal sonucu olarak gençler üniversite kapısına yığılıyor. Reel ekonominin tamamıyla dışında iş gören üniversiteleri bitiren gençler, ancak ilave yeni yeni beceriler kazanırlarsa iş bulabiliyor. Üniversiteyi bitiren gençlerin % 85'i aldıkları eğitimin tamamıyla dışında meslek ediniyor. Kısaca, uzun ve pahalı üniversite eğitimi bir işe yaramıyor.

Karşılaştığımız felaket tablosunun sorumlusu, okulu modernleştirici bir araca indirgeyen yaklaşım ile ve eğitimi endoktrinasyon alanı olarak gören dar görüştür. Eğitimi, müfredatı ve okullarıyla devlet tekeline alan sistemimiz sivil alanları yok ediyor. Dünyanın hiçbir yerinde benzerine rastlanmayan bir uygulama ile, din eğitimini resmi okul sistemine yerleştiren ve bunun dışındaki eğitimi yasaklayan modelimiz, sistemin tamamını sakatlıyor. Din eğitimi talebi ile imam hatiplere yönelen öğrencilerin üniversite eğitimini engellemek için katsayı engeli getiriliyor. Bu sefer bütün meslek liselerinin önünü kapatan bu engel, meslek liselerinin cazibesini kaybettiriyor. Sonuçta, meslek liseleri olması gereken miktara ve orana ulaşamadığı için üniversite önünde yığılma ortaya çıkıyor. Kısaca 'imam hatip'i engelleyelim derken bütün sistem tahrip ediliyor, akıl ve mantık sınırları dışında içinden çıkılamayan bir kaos yaratılıyor.

Eğitim ve öğretim, okul sıraları, karatahtası ve okul bahçesinin duvarları arasına sıkıştırılıyor. Halbuki sanayi devriminin yarattığı, eğitimin fabrikası niteliğindeki okul, bilgi toplumuna geçişle birlikte eski önemini ve değerini kaybediyor. Zira eğitim ve öğretim bütün topluma ve kurumlara yayılıyor. Okula yüklediğimiz anlam, aileden medyaya, ekonomiden sivil topluma kadar birçok kurum tarafından üstleniyor. Statükoyu sürdürmek adına, mevzi kaybetmemek için eğitimi okul duvarlarının içine hapseden bütün taraflar, gerçekte toplumu deli gömleğinin içine sıkıştırıyor, gelişmeyi engelliyor. Halbuki pedagojik açıdan yabancı dili, sanat zevkini okul dışında öğretmek ve geliştirmek daha kolay.

"İnsan yaratmak" gibi Tanrısal işlere soyunan eğitim sistemi, akıl dışı bir mitolojinin dar sınırlarına bütün toplumu ve geleceğimizi sıkıştırıyor. Toplumu geri bıraktırıyor; gelişmesini, kendine güven duymasını engelliyor. Statükodan beslenenler ise aralarındaki kavgayı unutup her tarafı patlayıp dökülen bu arkaik binayı onarmaya çalışıyor.

Abant pratiği, kendi içinde var olan zenginliği eğitime uygulayarak çözümü gösteriyor: İnsan yaratmaktan, bir insan tipine uygun eğitim tasarlamaktan vazgeçerek, herkese özgür bir eğitim ortamı sunmak. Sanayi ötesi toplumla, bilgi toplumu ile uyumlu bir şekilde okulun duvarlarının ötesine uzanmak ve eğitimi özgür toplumun özgür bireylerinin gündelik hayatına yerleştirmek.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.